|
Post by CursedFeanor on Sept 9, 2011 21:43:57 GMT 3
Yıldızlarla Yürürken Elflerin başladığı noktaya çok yakınım, evet Enelye ile başlayanlardanım: Hikayeyi anlatan benim. Güneşin çağlarından birinde beni dinleyenlere anlatıyorum. Elbette onlar da size. Yıldızlar öylesine parlaktı ki Cuivienen Gölü'nün karanlık örtüsü üstünde; bana aşkı ve korkuyu verecekti, hep yaşayacağım iki duyguyu. Ben öyle uyandım Arda'ya IşığınTacı ve diğerleri ile... I.Bölüm Her şey onlar için değil miydi? Onlarla güzel olmayacak mıydı? İlk Doğanlar gelmeden yalnızdı Valar. Onları düşünmeden edemiyorlardı. Elfler müziklerinde yer aldılar, şeklini verdikleri Arda'nın içine girdikleri andan itibaren yine merak ettiler; kendi müziklerini. İşte size müzikten bahsedeceğim, sadece duyduğum kadarını. Yıldızlarla yürürken onlarla, beraber adlar verirken Orta Dünya'nın varlıklarına, Quendi diyecekler kendilerine, ses verdikleri sürece. Efsanenin başında daha isim verilmemişken onların arasında yürüyen birine, işte o benim diyebileceğim. Adım henüz yok iken Cuivienen dediler ilk gördükleri ışıkların yansıdığı göle. İlk onları gördüler ve onlarla yürüdüler. Elentari'nin armağanını bir de o gölden yansırken izlediler. Onlar benim halkım, ben de onlardan biriyim ve size Güneşin çağlarından birinde bu hikayeyi anlatmakta, bırakmaktayım. Kim olduğumu son satırlarda yazacağım. Siz tahmin etseniz de. Imin(İlk), Iminye, Tata(İkinci), Tatie, Enel(Üçüncü) ve Enelye uyandılar ve uyandıklarında kendileri gibi olanları aradılar, ormanlarda, Orta Dünya'nın bir daha gidilemeyecek yerlerinde. Buldular birbirlerini ve bulunduk şarkılar söylerken anlamı olmayan kelimelerle. Daha anlamlarını bilmeden söyledik o şarkıları. Evet Orta Dünya bizim yuvamızdı...
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 9, 2011 21:45:46 GMT 3
Onun olduğu gökyüzü
"Sadece işaret ettiğim yıldıza bir bak, sadece birbirimizle aynı dili konuştuğumuza inanmalıyım." Yıldızlardan ilk bahseden ben olmuştum o anda, cevabını merak etmeme rağmen beklediğim sözler bunlar değildi.
"Söylediğin her şeyi duydum, sence en parlak taç nasıl görünüyor?"
Sevdiğim güzelliğin beni yönlendirmesine çaresiz teslim olmuştum. İlk cümleyi ben kurmuş olmama rağmen onun istediğini yapacaktım. İşaret ettiğim yıldıza bakmış mıydı? İkinci kez sormayacaktım. Bu benim için önemliydi, sadece bekleyecektim. Ve az önce baktığımız yöne sırtını vererek ayağa kalkmıştı, ellerini boynuma dolamadan önceki cümlesi yine aynı gibiydi.
"Sence en parlak taç hangisi?"
O anda kızın saçlarına uzanmaya çalışır gibi elimi uzattım: "Senin olduğun gökyüzünde Valacirca, ancak senin olduğun gökyüzünde..."
"Adımı anarken, beni unutacağın felaketler olduğunda, karanlık bir şeyler, hep bunu hatırla" Ayağa kalktım. Diğerleri şarkılarına devam ederken onu kollarımın arasına almıştım, tüm gökyüzü ile.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 9, 2011 21:46:14 GMT 3
İçimdeki titremeyi hissetmişti, kaybetme korkusunu hissettiğimi biliyordu. Sevgi ve kaybetme duyguları; şarkı söylemediğimizde o zamanlarda bir şey olmasa da, içimizde bize zaten verilmişti. Parlak yıldızlar Elentari'nin armağanları, sevgiyi temsil etmesine rağmen kaybetme korkusu da vardı. Gördüğümüz her şey için şarkı söylesek de göremediklerimiz olduğunu hissediyorduk.
İşte o anda şarkı sesleri daha bir duyulur oldu dostlarımız etrafımızı sarmıştı, ve birbirine sarılmanın şarkısını söylediklerine emindim. Başka bir şey olamazdı. O anda bizden daha etkileyici bir şey olamazdı ya.
Yüzümüzde gülümseme ile bir grup Quendi ile karanlığı unuttuk yine... O bize yıldızları gösteren bir örtüden ibaretti, tıpkı ilk şarkılarımızda olduğu gibi yine. İşte dostların arasında olmak ne demek ilk öğrendiğimiz şarkı... Dost demek; konuşan demek, şarkı söyleyen demekti bizim için. Bizler İluvatar'ın İlk Çocukları dost sesleri hep bildik o günlerden sonra. Hissettik, sadece çıkan ilk notadan, konuştuğunda biri her şeyini bilir gibi "Sen dostsun" dedik.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 9, 2011 21:46:48 GMT 3
Şarkılarımız yayıldıkça
Geçen zaman, geçmiş zaman, önceki zaman olan her şey sanki o ilk şarkılarımızdı. Dostlar, yeni uyananlar, hep bir öncekinin sözlerini taşıyor, anlam kazandıkça "Biliyorum" diyebiliyordu. Kadim ağaçlara dokunup, konuşmaya çalışsak da sessiz kalıyorlardı, "Bilmiyorum” un anlamı bu olmalı idi. Henüz konuşmayı seçmeyen ya da hiç konuşmayacak olanların sesleri...
Hep merak edip, hep çocukça bir ses duyma isteği ile uyandırma çabasındaki Quendi adeta göreviymiş gibi varlığını ilan ediyordu. İlan ediyorduk Göle, ilan ediyorduk isim verebildiklerimize, belki bir gün bizimle konuşurlar diye. Hatırlamaya çalışsam ilk isimleri, ilk şarkıları, bir kez daha o günlere gidebilir miyim? Çoktan kayıp olan geçmişteki topraklar, gözlerimin önünde canlanır mı? Söylediğimde, elbette... Ve şimdi onun adı IşığınTacı... O sevdiğim... Hiç gözümün önünden gitmedi ki...
Şarkılar yayıldıkça kendi dilimizde, zaman ilerleyecekti elbette. Daha geniş topraklarda duyulduğunda seslerimiz olabilecekleri bilmeyen biz... Bilgelik, güzellik, neşe, sevgi arayan biz; şarkılarımız yayıldıkça bilinmezlik, hüzün ile tanışmayı onlardan da söz etmeyi öğrenecektik.
"Ama şarkını söyle sevgili, henüz Gölün ışıkları aynı yerdeyken."
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 11, 2011 0:46:49 GMT 3
Dudaklarını hareket ettirdiğinde, o sesi sonsuza kadar unutmayacaktım. O benim en değerli sesim olacaktı. Benim gibi sen de izler, bir karşılık bekler misin? Öyle ise sonsuza kadar konuşmalıyım, şarkını kabul ettim sonsuza kadar...
..........
"İlk gökyüzü, ilk bizim için Öncesini bilen yok ki, serpiştirilmiş Yıldızları adlandırmak bizim oyunumuz Benimle oyna bu oyunu dediğinde Biliyordum ki, tek aradığım başlangıç buydu
Biliyordum karanlıkta bile, bir yıldızdan Bir yıldızdan geldiğini söyleyen Saçlarının rengi, yüzünün keskin hatları Sen yıldızlardan gelmiş olmalıydın Yıldızlar başlangıçtı ve aradığım buydu
Önceden konuşamayacağımız, öncenin olmadığı Birkaç basit şarkının kulaklarda dolaştığı Gizem ve sevginin bizi sardığı günlerde Yanı başımda beraber öğrendiğimiz öncesi olmayan Sevgi sözcükleri bir başlangıçtı ve tek duyduğum buydu
Şimdi sarılalım, sonsuza kadar yıldızını bileceğim Tıpkı senin de IşığınTacı'nı bileceğin gibi Başladı ve olması gereken ne varsa Yıldızlar altında yaşanacaktı Başladı sevgi sözcükleri, en sevdiğim"
...........
Şimdiye kadar duyduğum en duygulu sözlerle içini dökmüştü işte o benim, o benim... Emin olmak için ona sarılmalıydım. Emin olmalıydım geçmiş zaman hayali olmadığına. O gerçekti ve elf hanımı Gölden yansıyan en güzel ışık oyunlarından bile önemliydi. Hep öyle olmaz mı? Hepimize verilen güzellikler önemli iken O başkadır. Göl'deki ışıkları; bir kez daha gerilere iten bir güzellik olmaz mı; bir elf olmaz mı? İşte biz öyle gördük birbirimizi Cuivienen gölünün karanlık örtülü ışıklarında; O şarkısını söylediğinde...
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 12, 2011 0:47:27 GMT 3
Tek izlediğimiz yıldızlar değildi
Bizden önce olanları merak etmediğimiz anların dışında, merak ettiğimiz zamanlar da vardı elbette. Kibirli değildik, uyku halindeki Arda'nın bile yaşayan diğer varlıklarını el yordamı ile aramaya başlamıştık. İşte o zaman tanıdım Elwe'yi. Liderlere ihtiyaç duyar İluvatar'ın Çocukları. İşte O benim liderim olabilirdi. O benim dostum olabilirdi. Eru bizi gönderdiğinde Arda'ya, dostluğu içimize yerleştirmiş olmalıydı. Aşk nasıl yaşanan güzellik ise dostluk da yıldızlardan sonra sizi Arda'ya bağlayan bir başka güzellikti.
Enelye'nin bir eli benim omzumda iken diğeri Elwe'nin omzunda idi... İlk uyandığımda.. İlk kez bana verilen sonsuz yaşamı tattığımda. Enelye: "Sizi Enel için seçtim, sizi kendi dostluğumuz için seçtim ve siz de dost olun" dediğinde yüzünde bilge bir gülümseme sezmiştim. Evet, onlar bizden kendilerine katılmamızı istediklerinde inanılmaz bir serüvenin başladığını biliyor olmalıydılar. Konuştukları birileri olmalıydı. Ve yanımdaki Elwe bunu bulmak istediğini başından beri belli etmişti. Bana döndü ve şunu söyledi: "Her ne olursa olsun, hangi güzel aldanma ya da felaket, dostumsun. Ve beraber arayacağız cevapları." Şu sözlerde bile sahiplenme, koruma, yaşatma gizli idi. Cevap verdim "Beraber arayacağız."
Ve aradık elbette, bunların öyküleri elbette hayret verici idi, konuşacağız. Bildiğimiz en eski lisan ile. Ve tabii ki tek izlediğimiz yıldızlar değildi, kendimizi onun varlıklarından ayrı tutmadık önce biz Arda'yı kabul ettik. Arda'nın iyi varlıkları da bizi kabul edecekti ki hala sizinle konuşabilen elfler var olabilecekti. Kötülük hep çabalayacaktı, hep acı verecekti ama bir de şuna bakın sizler ve ben hala ilk uyanıştan bahsedebiliyoruz.
Yıldızların dili dışında bizim de dilimiz Arda'nın dili idi. Bunu da unutmadım, dostlarımla isimleri konuşurken. Elwe ile yürürken.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 13, 2011 1:03:16 GMT 3
Konuşuyorlar, kadim orman cevap verdi
En yakınımızdaki yerlerden başladık, araştırmaya. Aradıkça içimizde bir burukluk oluşmuştu. Toprağın altında uykuda neler gizliydi? Üç belki daha fazla elf el ele verse gövdesini ancak sarabileceğimiz kadim ağaçlar vardı elbette. Genç olanlar, güçsüz olanlar da. Ama içimizdeki burukluk tek kendimizin konuşuyor olmasıydı. O zaman koymuştuk ismimizi, büyüyen halkımızın ismini: "Quendi" sesler ile konuşan halk. O zaman şarkı söylesek de ağaçlara tek bir yanıt alamamıştık.
Tek tek isimlendirdik onları: "Elwe, sence bu ormanın içlerinde birileri gizli midir? Biliyorsun her karşımıza çıkan bizim gibi olmayabilir." Elwe'ye ilk kez bu kadar net olarak söylemiştim. Tehlike olabilirdi, bu kadim ağaçların sessizliğinde sanki bir şeyler gizliydi. Tam yanıtlayacakken beni, birbirimize bir an baktığımızda derinlerden bir ses yankılandı. Grubumuzdaki herkes kanının çekildiğini hissetmişti. Ancak Elwe beni yanıtlamakta kararlı tek bir korku belirtisi göstermeksizin konuşu: "Eğer aramayacaksak, sonsuza kadar korku içinde yaşayacaksak bunun bizi neye dönüştüreceğini düşünün!" Ve o uzun içten gelen gürültü benzeri sesler tekrar duyuldu : "a-lalla-lalla-rumba-kamanda-lindor-burúme"
O zaman konuşmam gerektiğini biliyordum Elwe'yi yalnız bırakacak değildim ki bırakmadım: "Evet o haklı, haydi dostlar herkese haberleri verebilmemiz için araştırmalıyız. Ve şu ses, ormanın sesi olmalı"
"a-lalla-lalla-rumba-kamanda-lindor-burúme"
Uzun süredir ağaçlara şarkıları öğreten biz şimdi geçekten yanıt almıştık: Gruptakiler cesaretlenmiş görünüyordu, Elwe'ye bakıyorlardı, O ilerlemeye başlamıştı bile. "Geliyoruuuzzz."
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 17, 2011 0:19:21 GMT 3
Daha önce
Daha önce gitmediğimiz kadar mesafe kat etmiştik. En yakınımdaki: "Sanırım bu sesin sahibini bulamayacağız, kaybolmadan geridekilere haber verelim". Tam yanıtlayacakken Elwe'nin çığlıkları duyuldu. Hepimiz dehşetle ileri atıldık ki yanına vardığımızda bunların sevinçten olduğunu anladık: "Bakın, dinleyin bu bizim yalnız olmadığımızın sesi ve görüntüsü..." Son koşu ile çıkmakta olduğumuz tepenin zirvesinden diğer yamacına ulaşmış, nefes nefese idik. Ancak Elwe'nin anlattığı şey aslında nefesimizi kesen bir mutluluk anıydı.
İşte o zaman gördük konuşan ağacı, önce kimimiz ağaç sandı, ama etrafında bizden önce oraya varmış elflerle konuşuyordu. Elfler bizi fark ettiğinde Elwe çoktan yanlarına varmıştı: "Olwe! Niye daha önce bana söylemedin sevgili kardeşim?"
Olwe kardeşi Elwe'ye sarıldı: "Birkaç saattir biliyoruz biz de, şey şey … Sizi tanıştıracağız... Elwe kardeşim ve diğerleri de" İsimlerimizi saydı Olwe ve elini takdim edercesine "Bu dostumuz da ağaçların çobanı bir ent: MeşeKabuğu isminde..."
MeşeKabuğu gördüğümüz muhteşem varlıkların içinde unutulmayacak olandı. Bizimle yaşıt, sanki bizimle dost olsun diye İluvatar tarafından gönderilmişti. Ağaçtan, bir meşeden farkı; sanki sizi sarmalayacak dallar olan elleri, gövdesinin üstünde yükselen dallara ulaşmadan önce yerini alan yüzü, güçlü köklerinin oluşturduğu Arda üstünde yürümesini sağlayan ayakları ve sesi idi. Onlara ent diyecektik Onun yüzünden de merak ve sevinç okunuyordu. Bizleri sevmişti. Ama konuştuklarımızı tam anlamadığına emindim.
Şunu söyledi sanırım :"MeşeKabuğu adım, Quendi dostlarım." O anda hepimiz hayret ve sevinç sesleri ile entin etrafında şarkılar söyledik. Ve o anda fark ettim Olwe'nin grubunda IşığınTacı da vardı, yanımda bulduğumda onu şaşkındım.
"Demek, siz de duydunuz sesleri IşığınTacı" bana sürpriz yapmış gibi ki yapmıştı, ellerini boynuma doladı: "Dostumuza tüm bildiğimiz kelimeleri öğretelim.", "Sıkılmaz mı bizden?" diyerek olduğum yerde gülümseyerek bekledim. Öpücüğü aldığımda: "Asla" diyerek diğerlerinin arasına karıştık.
Aklımızda onun gibi başkalarının olabileceği fikri belirmişti, bunu önceden düşündüğü belli olan Olwe fısıldaşanlara anlattı:"Diğerlerini çağırmak için sesi ilk defa kullanıyor sanırım ama sözleri bizden duyduğu kelimelere benziyor." Elbette IşığınTacı söze girdi "Bana bir kelime sormuştu 'tepeler' demiştim, tepelerin olduğu bu yeri anlatıyor sanki..." O sırada MeşeKabuğu uzun soluklu cümlesini, o anda öyle sanıyorduk, tekrarladı:
"a-lalla-lalla-rumba-kamanda-lindor-burúme" Bunun sadece "tepe" demek olduğunu, öğrettiğimiz dili kendince yorumladığını günler sonra anlayacaktık.
Daha önce bir ent elf görmemişti, bir elf de ent. Ama biliyorduk bizler dosttuk.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 20, 2011 1:19:52 GMT 3
Fazla Beklemedik
Öylesine gürültü çıkartıyorduk ki ilan ediyorduk: Korkmuyorduk, bizimle dost olmak için ne bekliyorlardı ki! Fazla beklemedik, tepenin etrafından haberler ardı ardına geldi. Entler yürümüş ve MeşeKabuğu'nun sesine kulak kabartmışlardı. İlk defa konuşan birini gören Kayın, nasıl da şaşkındı. Şaşkın ve sevecen... Fazla beklemedik bir araya geldiğimizde uzun boylu söğüt bile bize bizden yakındı. Günler boyunca sürecek festival başlamıştı.
MeşeKabuğu bir kez daha konuştu: "Beraberiz Quendi, beraberiz". Olwe ciddi bir ifade ile: "Hepberaberiz, şarkılarda bile."
Ve festival oldu. İsimler konuldu ki öyle bir an geldi ki Elwe yanında Finwe ve Ingwe var iken herkes dinlerken, festival sürerken konuştu. "Biz Quendi, sizi ağaçların sesi, ormanın lütfu olarak tanıdık, size ne isimle hitap edelim dostlarım?" Soruyu sorarken oldukça ağır konuşuyordu, anlaşıldığından tam emin değildi. Ancak bu cümle ile entler kendi aralarında konuşmaya başlamıştı bile. MeşeKabuğu'nun en çok konuştuğu ise AğaçSakal'dı. En rahat anlaşılan oydu MeşeKabuğu'ndan bile hızlı çözmeye başlamıştı sözcükleri. Elwe'nin beklediğini görmüş ve ona uzun kollarını uzatıp: "Bekleyiniz dostlar, biz haberdar edeceğiz."
Herkes merak içindeydi, bir halk kendine nasıl hitap edileceğini kararlaştıracaktı. Kelimeler kısıtlı da olsa entler derinden gelen bizim anlamaktan uzak olduğumuz bir tonda, derinlikte sesler ile saatlerce konuştular. MeşeKabuğu yanında diğerleri var iken döndüğünde şöyle bir baktık birbirimize, herbirimiz onlara ve kendimize: Oradaydık ve aslında fazla beklemiş sayılmazdık. Sözünü söyledi diğerleri onaylayan ifadeler ile memnun yüz ifadeleri ile bizlere bakarken ve …
"Biz ağaçların çobanı: Entler demeniz uygun, sevgili Elwe". Elwe mutluluktan uçuyor olmalıydı, o tarihi andaki cümlede adı geçiyordu ki sözünü tamamladı MeşeKabuğu: "Hep yürüyelim beraber, sizin sevdiğiniz yıldızlarla". İşte o anda Elwe'nin etrafını saran elfler uygun zamanda sorduğu soru için teşekkür ediyorlardı.
İzledim, bir gün anlatırım belki diye düşündüm, büyük bir gündü, büyük günlerin, festivalin sonunda gelen büyük bir gün. Ve gerçekten Fazla beklememiştik.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 22, 2011 22:23:35 GMT 3
Renklerimiz vardı
"Karanlık Orta Dünya'da renklerin vardı". Elbereth, sen biliyorsun O IşığınTacı, renkleri vardı. Parıldayan gözlerinde onun, entlerin görmediğini mi sanıyorsun . Haydi soralım hangisi aksini söylerdi ki! Onun renklerini anlatmak için uzun cümleler kurmazlar mı ki... Öyleyse söyle Elbereth sen de söyle...
Bu benimle Valinor arasında bir anlaşma olmalı. Onun renklerini Orta Dünya'da göremediğim gün Ölümsüz Topraklar’a yelken açabilirim ve şimdi sadece öykümü anlatmalıyım.
Festival sona ermiş, herkes ormanın derinliklerindeki tepeyi terk edip yürüyüşe geçmişti. Ve işte yine kıyılarında ormanın, yıldızların altında IşığınTacı'na sözlerim sevgi seli gibi dökülüverdi dilimden:
"Renklerimiz vardı birbirimizin vücutlarına çizdiğimiz, beyaz yıldız tozu ile görebildiğimiz. Öylesine zarif, öylesine güçlü ve hayat dolu... Evet, Orta Dünya kesinlikle bomboş olurdu. Renklerimiz vardı, renklerin mavi-gümüş ve belki tanımlayamayacağım o aşk'ın rengi. Şimdi karanlık varlıklarından uzak, şimdi sevginin büyülü renkleri. O renkleri her gördüğümde seni gördüğümü biliyorsun değil mi?"
Sadece bir kez daha öptü beni ve tek cümle etti: "Hepimizin kendi yolunda yürüdüğü bu gizemde, olabildiğince yanında olacağım."
İşte bu cümle ile içimde korkuyu, daha çok bildikçe hüznün kırıntılarını biriktirdiğimin farkında olduğunu belli etmişti. Karanlıkta bir şeyler gizli idi ve kaynağı bizimkinden farklı idi. Ama yine de sarıldım ona. Renklerimiz vardı... O zamanda, gün nedir bilmeyen bizlerin Orta Dünya'sında renklerimiz sanki hiç sönmeyecek bir alevinki idi; yıldızlar kadar soğuk mavi-gümüş gibi...
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 23, 2011 20:51:14 GMT 3
Söylemem Gereken
Yanımdan ayrıldığında bir süreliğine, beni doğru anladığını biliyordum. Sadece ben değil aslında hepimizin aklının bir köşesinde bilinmeyenin korkusu, bilinenin ağırlığı olacaktı. Ama işte orada sırtımı dayadığım ağacın örtmeye çalıştığı gökyüzüne baktığımda beni doğru anladığını bilmenin huzurunu yaşıyordum, kısa süreliğine. Ne olursa olsun, onu o renklerle hatırlamam gerektiğini söylüyor olmalı idi. Geçirdiğimiz zamanın kıymetini bilmemiz gerektiğini ve heyhat ayrı kalacak olursak herkesin yolunun bir olamayacağını anlatıyordu. Yine de O'na en derin duygularımı açmıştım.
Şimdi ise duyguları düşlerle karıştırdığımda, o ağacın koynunda kendi kendime söyleyecektim: "Bizi uyandıran güç uyumamızı sağlarsa tekrar, uyanamazsak bir şekilde rüyalarım hep aynı renkte, mavi-gümüş. Arada dostların renkleri geçip gitse de hep hâkim olan renk dünyası işte yine seninki olacak."
"Ve düşünceler karanlığı işaret ettiğinde, içimde bir ürperme serin bir rüzgâr kemiklere işlediğinde; renk kat bir kere daha, uzaktan duyacağım, geçmişten gelen sesin ile. Ve söylemem gereken ne varsa söyleyeyim karanlığa, uğruna savaşacağım son renk yok olmadan canımı ortaya koyabileyim."
Düşünmüştüm, o ağacın örtmeye çalıştığı, yıldızların da bulutların ardında saklambaç oynadığı gökyüzüne gözlerimi dikmiş iken. Ve düşüncelerim beni söylemem gerekeni tekrarlamaktan öteye götürmedi. Gereken bu idi. Söylemem gereken tam olarak bunlar idi.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Sept 26, 2011 23:39:16 GMT 3
Ech
O karanlığın gerçek adını bilmiyordum aslında söylemem gerekenleri bir an önce söylemeliydim. O günlerde moral bozan olmayı göze alıp, dostlarımı bu konuda konuşmak üzere ikna etmeliydim. Yine bir şarkının ortasında çember halinde otururken söze girdim, Elwe'nin bakışlarını hatırlıyorum, sizce beni onaylıyor muydu?
"Sadece bilmediğimiz onca şey olduğunu biliyoruz. Hep bize güzel gelen şeyler gördük, Göle doğru akan sular, kadim ağaçlar, sevecen yağmur ve sonunda bulduk entleri, ancak o gün ilk duyduğumuzda MeşeKabuğu'nun sesini ne düşündürdü bize?"
O gün bizim grupta yer alan Talerian heyecanla yanıtladı, gençliğimizin sesi gibi heyecanla: "Evet o anda büyük bir merakın yanında acaba bu iyi mi, yani bizim için iyi bir haber mi diye düşündüm. Sonuçta bizlerden böyle sesler gelemezdi ya!"
Sözümü devam ettirdim, yanımda oturan Talerian'ın omzuna elimi koydum ve iç çektim:" Sanırım o gün şanslıydık, hala öyleyiz ama şu bilinmeyen, hazırlanmalıyız!" Herkes birbirine bakıyordu, neye hazırlanacağını bile bilmeden... Bir şeyler olacağını hissetse de herkes, şaşkın gibi cümleler kuruyordu ve en çok duyduğum kelime "Bilmiyorum" idi: Karanlığın adı.
Ve derken Elwe ellerinden biri Olwe'nin omzunda iken diğeri ile beni işaret etti: "İşte istediğim ruh, gerçekçi, korkuyla baş etmenin yolu bir şekilde hazırlanmak; herhangi bir şeye, bir şekilde. Sonrasını durumun göstereceği bir çaba, hazırlık… Bana kalırsa yapılabilecek en iyi şey araştırmaya devam edelim ancak zarar görmemek için yanımızda taşımamız gerekenler var."
Herkes bunların ne olduğunu merak ederken Olwe işareti almış, yanımızdaki ağacın gövdesinin gerisine doğru birkaç adım atmıştı. Eğildiğini gördüm ve hayretler içinde ve şüphe ile beraberinde getirdiklerine bakakaldım. Hepimiz aynı durumdaydık. Bu yıldızların ışığını taşıyan soğuk birşeydi. Bu besbelliydi. O andan beri mecbur olduğumuz bir şeydi: Belliydi. Olwe de bizim gibi düşünüyordu ancak bu görev onundu ismi O koydu: "Ech, savunmak için, karanlıkta bir şeyler gizli, Elwe ile bana da Enel söyledi, hep rüyaları bu konudaymış. İşte dostlar bu taşımamız gereken Ech..."
Siz bunu daha iyi bilirsiniz metalin soğuk yüzü bir mızrak; elbette sözünü ettiğimiz o soğuk, yıldızların ışığını taşıyan ech dediklerimiz. Mecburduk. Ve dostlar sesimizi duyan entler dışında da birileri olacaktı. Kesin olanı göz ardı edemezdik. Sorumun yanıtını şimdilik vermeye çalışmışlardı, son sözümü söyledim: "İçinde iyilik olmayanlara karşı kullanalım ve dost olmak için bir ümit olan varsa onu saklayalım, varlığını bile bilmesinler."
Elwe yemin gibi sözlerimi onaylayarak: "Sadece bize zararı olabilecekler, acımasızlar görecek, şimdi Olwe onu ağacın görünmeyen tarafına geri götürür müsün? Bu geleneği sürdürelim sadece dost sohbetinin olduğu elf yurdunun derinliklerinde ech görünmez gücümüz olsun, görülmesin dost sohbetlerinde. "
Ve Olwe onun dediğini yaptı. Onları gizledi. Tıpkı karanlıkta gizli olanlar gibi, bizi bekleyenler gibi… Gizledik onları şarkılarda bile gizli kalacaktı, kötülük nasıl gizli kaldıysa onlar da karanlıkla buluşmalarımızda yerlerini alacaklardı. Yıldızlarla Yürürken...
I.Bölüm Sonu
*Resim: At Lake Cuiviénen by Ted Nasmith
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 1, 2011 1:55:40 GMT 3
Yýldýzlarla Yürürken
II. Bölüm UTUMNO Kuzeyde idi kale, olabildiğince uzakta Orta Dünya'nın yorgun topraklarını Daha fazla yormak, yavaşça kül rengine Daha fazla ve daha fazla küllere bürümek için Kuzeydeydi O Vala'nın diğerlerini geri kalanları tanımadığı, Tek başına ördüğü, hizmetindekilere ördürdüğü Duvarları, bin kat derinlikte zindanları ile O Vala'nın ismini koyduğu Kuzeydeki kale Kuzeydeydi Harmoni ile acımasızca tıpkı elflerin mükemmelliğini Taklit edercesine, müzik ile ördürdü duvarları Karanlıkların Vala'sı, taklit ettiği tek şey olan Mükemmelliğin Vala'sının kalesi, Kuzeydeydi Ki O'nun adı Melkor iken, elfler uykuda iken Mükemmelliği müzikten duydu ki, kendininkini duyurmak istedi Eru pişman olacaktı, notalarını beğenmediğine O uyum içindeki Kara Lisanı konuşurken hep o kalesinde, Kuzeydeydi Kendi müziğini yapacaktı, kim O'na karışabilirdi ki Kim cürret edebilirdi, Eru ziyaretine gelir miydi Beğendiğini söyleyip, kötülüğün de kendi varlığından olduğunu Kabul eder miydi, kabul edip aslında gerekeni söyler miydi ki kale Kuzeydeydi Ziyaret etmesi gereken yer Orta Dünya ve Arda'da, sonra Ea'da Ve sonsuz boşlukta tek yer vardı aslında Kalesinde konuk olmalıydı, marifetini görmeliydi Görmeliydi Eru, kötülüğün kaynağı kendisinden başkası değildi ki kale Kuzeydeydi İşte uyandı İlk Doğanlar, Melkor'un adını duyacaklar Yıldızları söküp atacak kalesinden toparlayacak onları Ki Vala karanlık örtüyü Orta Dünya'ya hâkim kılacak Ki tek istediği O'nun notalarının çalınması iken ihtişamlı tahtında oturur iken Utumno'da iken.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 2, 2011 7:35:38 GMT 3
Uğultular
Derinlerden, ormanın ötesindeki Orta Dünya'dan gelen sesleri duyabildiğime yemin edebilirdim. Sanki birisi, bir çeşit uğultu çıkarıyor, rüzgâra adını yazıp bize gönderiyordu. Bu karanlıklar içinden geldiğinden mi yoksa gerçekten karanlık olduğu için mi uğultu gibiydi. Tek duyan ben olmamalıydım, öyle umuyordum IşığınTacı’na söylemem gerekeni aynen söylediğimde uğultular dayanılmaz bir hal almıştı:
"Bizi uyandıran güç uyumamızı sağlarsa tekrar, uyanamazsak bir şekilde rüyalarım hep aynı renkte, mavi-gümüş. Arada dostların renkleri geçip gitse de hep hâkim olan renk dünyası işte yine seninki olacak." "Ve düşünceler karanlığı işaret ettiğinde, içimde bir ürperme serin bir rüzgâr kemiklere işlediğinde; renk kat bir kere daha, uzaktan duyacağım, geçmişten gelen sesin ile. Ve söylemem gereken ne varsa söyleyeyim karanlığa, uğruna savaşacağım son renk yok olmadan canımı ortaya koyabileyim."
Beni anladığından emindim şimdi bana aynen şu cümleyi söyledi: "Kaybedersek birbirimizi, kalbinden eksilmesin sevgi kırıntıları, biliyorum zor, biliyorum..."
Parmaklarını yanağıma götürdüğünde, elini kavradım: "Bir çeşit uğultu..." Sanki o da duymuş gibi: "Kuzeyden..." Duymuş olmalıydı:"Entler olamaz, bir çeşit kötülük..." Bu sefer o söylemesi gerekenleri söyledi: "Eksilmesin sevgi kırıntıları..."
Zaman geçecekti ve o uğultu hala orada iken hepimiz en az bir kere duymuş iken ormanın kıyısında bir şeyler olaylar baş göstermeye başlamıştı... Bu konuda o uğultu gibi değilse de biz de Orta Dünya'da varlığımızı ortaya koymaya başladığımız için olduğunu düşünmeden edemiyordum.
Evet, sonunda oldu; kaybolanlar vardı ve uğultu daha yakından duyuluyordu. Elwe yanıt veriyordu, son olaylara: "Artık daha dikkatli olmalıyız. Ech, yaylar ve oklar bunlar olmadan hiçbir grup ormanın derinliklerine gitmeyecek ve en küçük şüphede geri dönecekler."
Kayıpları olduğunu iddia edenlerin içinde Talerian da vardı. Genelde beraber aynı grupta dolaşırdık ama bu sefer az sayıda gitmişlerdi. Talerian elindeki mızrağı yere atarak Elwe'ye kızgın olduğunu gösterdi: "Bu bir işe yaramadı, sırtımı bir an döndüğümde gruptan iki kişinin kaybolduğunu söyledi... "
Elwe kızgın bir halde ayağa fırlayarak: "Ne oldu, kimse görmüş mü, nasıl bir bela bu?"
Talerian sözünü tamamlayarak: "Onları gören tek kelime konuşmuyor, geldiğimizden beri bir şey öğrenemedik ki!" Bu konuşmanın fayda getirmeyeceğini anlayan Elwe son sözünü söyledi: "Kimseyi geride bırakmayacağız Talerian, bugün ormanın o bölgesine gidiyoruz hem de hemen."
Emindim o uğultu ile ilgiliydi IşığınTacı’na bakıp: "Talerian ile gidiyorum" derken O'na kalmasını işaret ettiğimi anlamıştı ki yanıtladı: "Okçulukta senden üstünüm, Olwe'ye sor istersen." Elwe, Olwe ile konuşurken ben de son kararını verdiği belli olan IşığınTacı’na: "Demek sizin grup da geliyor" diyerek onaylamasam da mecbur olduğum cümleyi kurmuştum.
IşığınTacı "Elbette" derken yayını almak için harekete geçmişti bile.
Uğultular içinde, kulaklarımı tırmalayan seslerle gitmemiz gereken yeri bilirmiş gibi baktım Ormanın ötesindeki yöne. Onları asla bulamayacağımızı hissetmiştim. Ama tek kelime etmedim.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 4, 2011 20:30:21 GMT 3
Öğrendim, Karanlık Süvari
Bu sözlerden, anlatacaklarımın sadece kâbuslarımdan ibaret olduğunu düşünenler etkilenecektir. Sadece onları korku ve dehşete sürükleyebilirim. Yaşamın nasıl kolayca harcanabildiğini bilen, sıradan birine hiçbir etkisi olmayacaktır. Sadece ışıktan kalesinde, etrafında onun varlığını koruyanlardan haberdar olmayan, bilmek istemeyenlerden birisi kazara duyacak olduğunda; işte dehşet içinde bir yüz ifadesi ile "Acımasızca söylediğin sözler, dinlenmeyecek gibi, ben gidiyorum..." gibi sözler söyleyip, basitliğin zirvesinde kalmayı tercih edecek ve beni yargılamaya çalışacak.
Ben öğrendim. Öğrendim ki mükemmel olan sadece niyetler; mükemmel bir kötülük ya da iyilik olmadığı sürece elbette bunlar sonuca gitmek için birbiri ile çatışacaklar. Eru müdahale ettiğinde ise zaten mükemmelliğini kaybedecekti ve örneği İkinci Çağ'da Ada olmuştu. Bir tarafta yerini aldıysa sonuna kadar her şeyi yok etmeliydi, başladığı işi bitirmeliydi. Kızgınım; bizi öğrenmemiz için Melkor'la baş başa bıraktığı için ve şimdi mükemmel kötülük:
Karanlık Süvari
O bilge bir aklın, aklını başından alan Bilgenin yanında çocukluğu yıkan Yıkılmış Orta Dünya'nın kalıntısı bizleri Acımasızca küçük ısırıklar halinde parçalayan Süvari, karanlık
Atının rengi kendisi gibi siyah değil mi? Gece iken Orta Dünya, gün yok iken Yıldızları toparlayan, bir bir söküp atacağını söyleyen Efendisinin sözlerini yerine getiren Süvari, karanlık
Bir ince ruh, bir zayıf nokta O'nun olduğu Arda'da yaşamaya Onunla yaşamaya mahkûm edildiğinde Sonu belli olan, nefret seli ile gelecek ve alacak o ruhu Süvari, karanlık
Aklını kaçırmamış, birini gösterdiğin gün Bir sor Karanlık Süvari'nin kim olduğunu ona Sor ki o bir aptal mı, yoksa sen korkak mısın? Karalık süvariler şekil değiştirdi diyebilmelisin Süvari, karanlık
Sadece onlardan kalmadığına hükmedersen Ancak o zaman kendine dönüp, aptal mıyım? Diyebilirsin, demelisin. Kalbine saplanmış Orta Dünya'nın O, Karanlık Süvari
|
|