|
Post by CursedFeanor on Oct 5, 2011 0:48:33 GMT 3
Canı yanıyor
Kaybolanların adları ortaya çıkmıştı. Yakın dostları, hazırlığını tamamlayan gruplara katılmakta gecikmediler. Ve o anda O'nu gördüm. Bir kadın bana, en karanlığın olduğu yöne bakarak "Onu geri getirmelisiniz" dedi. Yıldızların ışığını emen o güzelim yüzüne gözyaşı değmişti. Kristalden tozlar Orta Dünya toprağına düşerken şaşkınlıkla, derin bir üzüntü ile kala kaldım. IşığınTacı gelip beni uyandırdığında, ikinci kez aynı damlaların gözlerini terk edip süzülüşünü görmek acısını yaşadım.
Tutuk bir konuşma çabası ile: "Onu arayacağım, bulmaya çalışacağım..." Sonra bir an yüzümü IşığınTacı'na çevirip konuşmaya devam ettim: "O kaybolanlardan birini tanıyor, belki yardım edersi...nn" son kelimem bittiğinde orada kimse yoktu.Arayanların arasına o kadın da karışmış olmalıydı, bin kat daha güçlü olmalıydım, bu bir oyun değildi ve kaybolanları tanıyanların canı yanıyordu.
IşığınTacı:"Haydi artık beni duymuyor musun?" diyerek omzuma asıldı. "Ben Olwe'ye yetişmeliyim, siz de biran önce kendinize gelin, gidiyoruz..."
Ormanda ilk zamanlarda bildiğimiz yollardan ilerleyecektik. Olayın olduğu bölgeyi Talerian ve yanındakiler gösterecekti, aklımda ise entler ve MeşeKabuğu'nun yardımını almak vardı. İlerledik canı yananlar ile, canımız yanmıştı, kim bilir kaybolanlarınki nasıl da yanıyordu. Hislerim ve düşüncelerim bana bunu söylüyordu; Quendi'nin canı yanıyor.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 8, 2011 14:48:11 GMT 3
Zaman kaybolurken
Zamanın sayılmadığı zamanlarda Orta Dünya'da kaybolurken zaman, aklımdan geçenleri yapsam da başaramama ihtimali olması korkutucu idi. Korkuyordum; o kadının döktüğü gözyaşı Orta Dünya'da değil de sadece benim kalbimde bir delik açmış olabilir miydi? Sadece ben olamam, baksana herkes nasıl da çabalıyor, Talerian çılgınca koşarak geldiği yolu gösteriyor, elindeki echi kavrayış biçimi, dayanmakta zorlandığını gösteriyor.
Ve sonunda oradaydık, Talerian : "İşte burada keşif yapıyorduk, burası olmalı..." Kadim ağaçlardan daha çok genç ağaç olmalıydı burada, yakınlardan gelen derenin sesi zamanın aktığının tek göstergesi gibiydi. Elwe ve Olwe yine derin bir tartışmaya girmişti ki, bu sefer dinlemekten geri kalmıştım. Kuzeye ve Batıya bakıyordum. İçime işleyen zaman duygusunu iyice hissettim. Belki onları asla bulamayacağımız kadar geç kalmıştık. "Çalışacağım" demiştim ve öyle yapmalıydım.
Sesimi yükseltip:"Entlere soralım" dediğimde bunu daha önce tartıştıkları belli olan grup liderleri tekrar tartışmaya başladılar... Bu yapılacaklardan biri idi ve Elwe beni destekledi: "Ben ve beraberimdekiler MeşeKabuğu ve dostlarına soracağız, siz diğer gruplar ise gerekli gördüğünüzü yapabilirsiniz sadece aklınızda olsun bir arada olun." Olwe yanındakilere mızrağını kaldırarak seslenmişti: "Kuzey'e" ve dört biryana dağıldı Quendi.
Ve zaman kaybolurken aklımda hep o gözyaşı; IşığınTacı Kuzey'e giderken biz MeşeKabuğu'nu Batı'da arar iken, hep o gözyaşı... Sanırım o gün öğrenmiştim, kaybetmek çok kolaydı. Zamanı kaybetmek ise bu durumda en kötüsü olmalıydı. Elwe de işaretini verdi: "Batı'ya, entlerin dünyasına; MeşeKabuğu'na...Ve sonra en karanlık en uzun yolculuğa..."
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 8, 2011 21:20:59 GMT 3
Gözlerimizden uzaklarda
Söyle sevgili, adın IşığınTacı değil mi? Senin yanında yer almam gerekmez mi! Öyleyse neden şimdi ayrıldık, dur söyleme biliyorum... Sen sensin, ben benim... Birbirimiz olmadan yaşamayı bilmeliyiz, gün gelir de daha önce konuştuklarımız olursa, heyhat karanlık Orta Dünya'ya sensiz veya bensiz devam etmeyi gerektirecek biçimde gelirse... En aydınlık günler, yıldızlardan bile parlak yıldızlar olsa bile karanlık içinde kalsak bile, gözlerimizden uzaklarda olsak bile devam etmeliyiz.
Güç olan devam etmekte gizli iken, yapmamız gerekenin bu olduğuna karar vermedik mi? Ve şimdi sevgili, IşığınTacı niye gözlerim biran olsun senin ardından bakar? Sen Kuzey'e giderken ve ben Batı'ya, keşke bu iki kelime aynı anlama gelseydi demek istemez mi o gözler? Sadece bana bak ve söyle "Aynı gözler, benim gözlerim onlar" de. Ve sırtını dönüp uzaklaş, beni sözümü tutmaya zorla.
Adın IşığınTacı iken ve bu hikâye sürer iken, gözlerimizden uzaklarda bana güç ver. Bir kez olsun adımı söyle. "Evet, o benim, gözlerinden uzakta..." Bilirim, duyarım sen merak etme, sadece bu hikâyede bir kez olsun dudaklarından dökülsün ismim. Öyle ki adımı unutmayayım, seninkini unutmadığım gibi. “Yoo, buna ihtiyacın yok, en başta konuşmuştuk ne olursa olsun, karanlık olsun… “ dediğini duyuyorum, gözlerimizden uzaklarda…
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 9, 2011 20:36:49 GMT 3
Kuzeybatı Rüzgârları
Kendimi ikna ederken ayrılığa önümdeki yolu fazla düşünmemiştim. Elwe'nin bu yolculuk için yanına aldığı yüzün üstünde bir sayıda tamamen görev için şartlanmış takipçisi vardı. Diğer gruplar da bundan pek aşağı sayıda değildi. Ancak Elwe'nin aklındakini dillendirdiği anda fark ettim; O sadece kaybolanları aramıyordu, aynı zamanda ormanın ardındakileri araştırıyordu. İçini kemireni biliyordum, o bilinmezliğin ta kendisi idi ve tek bildiğim o an için bu idi.
Elwe, Talerian'a fazla güvenmediğini hissettirircesine, grubu diğerlerinden ayrıldıktan sonra durdurdu: "Buraya kadar geldik, bundan sonra yardımcım olarak gördüğüm Thandbor, güvenilir, en ilerde yürüyecek" dedi ve hepimiz ona bir kez daha baktık. Şimdiye kadar fazla konuşmamış olan bu kararlı, delici bakışlara sahip, simsiyah saçları ile karanlığa meydan okuyan ve ilerde savaşçı ne demek diye sorduklarında önce bu adamın adını vereceğim, elfe dikkatle baktık.
Elwe'nin eli hala omzunda iken bizlere seslendi: "Dostlarım, bu bir başlangıç gibi görünüyor, başımıza açılacak pek çok derde hazırlanmamız için zamanımız yok, o zaman yaşarken öğreneceğiz; biliyorum kaybolan iki kişinin peşinde olduğumuzu düşünüyorsunuz..."
O kadar şaşırmamıştım ama Talerian kendini tutamadı: "Peki, kaybettiğimiz başkaları da mı var yoksa?"
Bu sefer cevabı direkt olarak Talerian'a dönerek verdi Thandbor: "Bana güvenebilirsin, şu saniyede bile bir bela ile aramızda sadece entler var ve kaybolmamıza gerek yok"
Sonra gülümseyerek Talerian'a yeterince önem yüklemediğini belirtir bir tavırla ona sırtını döndü ve devam etti: "Sizce entler bilmiyor mu? Bence biliyorlar, sadece baş edebileceklerini düşünüyor olmalılar, peki bunun bir keşif yolculuğu olmasını kabul edebiliriz, sayımız yetersiz..."
Konuşma bu noktaya geldiğinde Elwe dinlenmekte olduğu kayadan sırtını çekerek söze girdi: "Evet diğerlerine kanıt getirdiğimizde sorunu anlayacaklar, araştıracağız ve daha büyük güçle döneceğiz. Onlar da aynısını yapacaklar, ya da hemen dönecekler, saldırı ilk öncelik değil."
Oysa bunun bir kurtarma görevi olduğunu düşünen bizler, mantıklı sayılabilecek az sayıda olmamız gerekçesini, kabul etmekte ilk anda zorlanmıştık ki aramızda kaybolan iki elfi yakından tanıyanlardan biri öne atıldı: "Her ne olursa olsun hemen, kimseyi beklemeden saldırmalıyız."
Onu ikna etmek mümkün değildi elbette sadece haklı olduğu her belirti ile kanıtlanan Elwe işaretini verdi: "Oylayın..." Ve sonuç ezici üstünlükle Elwe ve yardımcısının görüşleri yönünde çıktı. Araştıracaktık ama kaybettiklerimizi bulmak gibi bir umut beslemenin iyimserlik olduğunu oylamıştık. Sadece belanın kanıtları ile geri dönecektik. O bela konuşmalarımızı bile değiştirmişti. O rüzgâr Kuzey'den ve Batı'dan esiyordu. Güçlendiği anda Elwe'ye yakın durup sözümü söyledim :"Sadece geri döneceğimiz zaman onları da arayacağımızı söyle..."
Elwe; "Söz verdiğim şeyleri ve yapılabilecek ne varsa yapacağım, dostlukların hatırına." Ve Kuzeybatı Rüzgârları gerçekçi bir adamın sözlerini bu yüz kişilik gruba kabul ettirişinin zaferi ile esiyordu artık.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 9, 2011 22:57:13 GMT 3
İşte o rüzgâr
O kadar saf ve güzel yüreklisin ki Dilim varmıyor, hissettiklerin doğru Haklısın sonuna kadar, elimizden gelen bunlar İşte o rüzgâr
Dilim varmıyor, onların kadim olduğunu Bizim ise genç olduğumuzu söylemeye İluvatar'ın ilk çocukları, genç çocukları Bize doğru esiyor kadim dünya İşte o rüzgâr
Bugün bildiklerimi o zaman bilseydim Yine de elimden bir şey gelmeyeceğini Bilseydim, o kristallerin hep aynı saflık ile Aynı güzellikle Orta Dünya'ya düşeceğini Sana doğruyu söylerdim, elimdeki sadece umut derdim İşte o rüzgâr
Söz verdiğim ne varsa, bilmeden söylediysem Beni suçla, bilmediğime karşı savaşmam istendiğinde Beni suçla, saf yüreğine bir başka acı veren benim sözüm olduysa Umutlarını canlı tutup, "Çalışacağım" dediğimde Yüzümü ve sözümü hatırladığında Beni suçla ve de ki İşte o rüzgâr
Yaşamak istemediğim ne varsa, hepsi Hepsi o gözlerimin dolmasına sebep olan Ve Doğu'ya savuran gözyaşlarımı Seni üzdüğüm ne varsa hepsi için dilimde Tek bir yönden gelen, saflığa düşman Adını söylerken, kelimeyi kirletmekten korktuğum Bu senin bilemeyeceğin İşte o rüzgâr
II. Bölüm Sonu
Resim: Utumno by *Silinde-Ar-Feiniel
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 15, 2011 23:38:23 GMT 3
Yýldýzlarla Yürürken III. Bölüm Thandbor Daha önce bu kadar dikkat etmediğim birisiydi Thandbor. Nasıl dikkat edebilirdim ki? Yeterince acı yoktu, aslında hiç yoktu. Bizim için seçilmiş yer Göl’ün ve Orman’ın dünyasında kristallerle süslenmişti. Şarkılar ve şarkılar, bilge olmak için bir sebep yoktu ve bizler çocuktuk. Ama Thandbor… Ama Thandbor, pek ortada görünmezdi, katıldığı hiçbir şarkıyı hatırlamıyorum, demiştim ya dikkat etmediğim birisi… İlk ech ortaya çıktığında ilk ok atıldığında işte o zaman başladı bu hikayedeki yeri. İnce bir ruhu yok muydu? Mükemmel dostluk yok muydu onda? Sizi yönlendiren olaylar ve şartlarda bunların yanıtını bulduğunuz gibi bu elf’de de yanıtları bulacaktık. Öylese olayları mı anlatmalıyım, mertlik ve dostluğun olayları, tek başınıza kaldığınız zamanki olayları… Ne bir ent ne bir yıldız size ulaşmadığında Thandbor’un yanınızda yürüdüğü olayları. İşte size, yani bilgelere, Orta Dünya’nın tarihinden bilgileri bulabileceğiniz, pek çok olayı dinleyip okuyabileceğiniz imkânlara sahip olan ve dinleyip okuyan bilgelere basit gelebilecek olayları anlatırken, ben de çocuk olduğumuzu söyledim. Thandbor ya da Talerian hangisi önde giderse gitsin hangisi yol gösterirse göstersin, Elwe kime daha çok güvenirse güvensin sadece çocuklardık, oyun oynuyorduk, canımızı yakan bu oyuna gözyaşının katıldığı her saniye ise büyüyecektik, bilgeleşecektik. Tıpkı o kaybolanların birinin sevdiği olan elf’in gözlerinden yıldızların en saf buzlarının dökülüp, o kadının yüzünden Orta dünya toprağı ile buluşmasını gören, benim gibi çocukların büyümesi gibi. Thandbor büyüyecekti, sonuna kadar savaşmasını isteyen sesleri duydukça, yaşamak zorunda kaldıkça. Ve bizler çocuklardık İluvatar’ın ilk çocukları, sadece oyun oynuyorduk, yıldızlarla yürürken.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 15, 2011 23:39:48 GMT 3
Entlerin Acısı
İşte Thandbor önde ilerlerken, herkes ne yapacağını şimdilik anlamış iken, en uzağa gitmiş ve yorulmak bilmeden entleri ararken seslerini duyduk. “Tüm lanetlerrrrrrrrrr, ve hepsi üstümüze gelse de savaşacağızzz” diye bizim dilimizde bağıran bir ent gördüğümüzde üstümüze doğru saldırıya geçen diğerlerini fark etmemiz pek zor olmadı.
Ve o anda Elwe: “Bizleriz biz… Quendiii , dostlarımız…” Neredeyse Thandbor’un ve yanındaki birkaç adamın sonunu getirmek üzere olan ilk bağıran ent ki bu SöğütDalı isimli ilk tanıştıklarımızdan olan, Elwe’ye kısa bir an bakıp, her şeyi anladı. “Demek siz” derken artık durduramayacağı yumruğunu toprağa doğru savurdu. Sanki yer sarsıntısı olmuş gibi bir an öndeki grup olduğu yerde kıpırdandı. Thandbor kendini tutamadı: “Nedir bu çılgınlık, nedir bu düşmanlık!” Ve kendini korumak için dişlerini sıkmış hazır bekliyordu. Söğüt ve beraberindekiler bizi geç olmasına ramak kala tanımıştı ki belliydi ormanda onlar için de ters gidiyordu her şey.
Elwe, Thandbor’a seslendi: “Tamam Thandbor onları bulduk, sakinleşelim ve acılarımızı paylaşalım.” SöğütDalı öfke denizinden geri döndüğünde, kendini toparlamış o korkunç, derinden gelen sesi bir yana bırakmıştı: “Quendi, Quendi… Entlerin acısı ve Quendi’ninki, Ormanın çok ötesinde gizli .“
Her şey şüphelendiğimiz gibiydi ve buna şaşırmamış halde tepki vermemiz entleri anladığımız Elwe’nin kelimeleri ile ormana ilan edilmişti: “Biliyor ve bunun için burada yanınızda yer alıyoruz. Karanlık Süvari’nin değil.”
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 22, 2011 1:36:21 GMT 3
Kim
Elwe'nin son üç kelimesi ile, ent olsun elf olsun konuşabilen kim varsa aynı anda aynı sözcüğü kullandı: "Kim?" Thandbor tüm gücü ile mızrağını yere saplar iken:"Kim!" Oklar sadaklara konulmak için bekler iken, yarımız: "Kim?" Diğer yarımız entlerden gözünü bir an ayırıp: "Kim?" SöğütDalı, parçaladığı kaya parçaları ve toprağın tozları arasından, o derinden gelen sesi ile: "Kiiimmm..." Diğer entler adeta etrafımızda, ormanın açıklığında dizilmiş konuşan bir koro gibi: "Kimmmm?" "mmmm..." "Kiiiimmm?" Talerian hala arkadan yetişenler ile şüpheli bakışlarla: "Kim?" Ve ben Elwe'yi tanıdığımı düşünen ben, sanırım onu tanıdığım için pek şaşırmamış ben:"Kim."
Bir tek kişinin konuşmadığını fark etmemiz için Elwe'nin işaret etmesi gerekiyordu. Talerian'ın görevde iken kaybolanları en son gördüğünü söyleyen elf, hani tek kelime olanları anlatamayan elf: "Onu gördüm, karanlıkta çok hızlıydı, hani gölün yakınındaki ovalık alanda koşturan atlardan birinin üstünde gibi ancak simsiyah, yüzünü göstermeyen bir süvari; karanlık süvari..."
Elwe bu konuşan elfe doğru birkaç adım mesafe kalana kadar dinlemiş ve cümlenin sonunda işaret eder gibi etrafında dönerek, hepimize tek tek bakıp sanki delirmiş gibi: "Evet, evet, evet, adını koyalım artık karanlık süvari..."
Bu gösteriden sıkılmış görünen SöğütDalı, birkaç uzun adım ile etrafındaki elfleri adeta ezmekten çekinmez gibi: "Onlardan çok var, bir tane değiller Elwe!" demesi ile korkunç gerçeğe daha bir yaklaşmıştık. Kim bu kadar acımasız olabilirdi? Kim?
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 22, 2011 22:26:51 GMT 3
Dostlar, bilgelik sayfaları
Sorunun açıklığı Elwe'ye yönelen bakışları da beraberinde getirmişti.
Elwe devamını getirdi konuşmanın: "Bu Enelye'nin bana bahsettiği bir şeydi. Dedi ki: 'Hiçbir şey göründüğü gibi mükemmel değil Elwe, gidip bulacak olan sizlersiniz.' ve onun sözüne anlam vermekte ilk zamanlar zorlansam da şimdi görüyorum. Evet, SöğütDalı dostum ilk karşılaştığımızda MeşeKabuğu'nun ilk sesini duyduğumda Enelye'nin sözü aklıma gelmedi mi sanıyorsun. Ve siz de kim olduğunu bilmediğinize ve sizin de kayıplarınız olduğuna göre belki bulduk... Bulduk Orta Dünya'nın kötülüğünü, şimdi araştırmayı genişletmeli, ormanın dışına uzaklara bir bakmalı..."
SöğütDalı şimdi bir savaşan entten farklı görüntüye bürünmüş, adeta köklerini derinlere salmış bilge gibi cevapladı Elwe'yi: "Biz entler kaybettiklerimizin acısı ile hep ormanda dolaşıyoruz ki kaynak orman değil, elimizde ne varsa size yardıma hazırız. Birlikte uzun yıllar çabalayacağımız açık dostum, ve sizlere özrümü kabul edin, sizi o korkunç düşman sandık"
Thandbor kendini tutamamış, bir çift lafı tam yerinde söylemişti:"Demek ki birbirimizi daha çok görmemiz gerek, dost olarak." Bu söze herkes onay verdi. Dostlar daha çok görüşmeliydi. Orta Dünya'da dost demek yaşam demekti, bunu öğrenmiştik sonunda ve bizler giderek bilgelerin derslerinin ilk sayfalarını çeviriyorduk. Bilgelerin sayfaları hiçbir zaman mutluluk hikâyelerinden ibaret değildi ki bunu iyi öğrenmiştik.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 23, 2011 5:06:04 GMT 3
Bana Doğru
Bekliyorum konuklarım, toprakları paylaştıklarım Benim varlığımı inkâr etmiyorsunuz Öyle değil mi ki bana doğru Dosdoğru bana doğru koşuyorsunuz
Buluşmamız çok uzun zaman önce ayarlandı Sizin için düşündüğüm bir şey yoktu önceleri Sizden nefret etmedim ilk duyduğumda Güzelliğinizi sevdim ama elden ne gelir Benim değildiniz, bana doğru koşsanız da
Sizler, benliğimin kurbanları Valar ve Valier'in sevdikleri Hep bana doğru, gerçeğe doğru Aradığınız düşmana doğru
İşte tahtımda oturmuş bekliyorum Takip ettiğiniz ben olmalıyım Hep gözünüz üstümde olmalı Notaların gerektiği gibi çıkmadığı yere doğru Bana doğru biraz daha yaklaşın
Süvarilerimi izleyin, onlar size acının notalarını Verecek ki dosdoğru doğruca Utumno'ya Bana doğru rüzgârınızla geleceksiniz Konuşanların gözyaşlarını bana doğru getireceksiniz
Niye böylesine acımasızım biliyor musunuz? Niye müziği bozan ben oldum ki Merak etmeseniz de Bana doğru doğruca karanlığa doğru Melkor'a doğru koşuyorsunuz
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 24, 2011 0:04:09 GMT 3
Valacirca Tüm konuşmalar bitmedi elbette, ne yapacağımıza karar vermiş olsak da ayrıntılarla… İşte o anda yukarı baktım bir şey arar gibi, ne olduğunu bir tek kişinin bilebileceği… Valacirca, onun adını aldığı şarkısını söylediği, sözlerini unutamadığım tüm hüznüm ü anlatırcasına biten, bitmesini istemesem de biten şarkısı:
“Şimdi sarılalım, sonsuza kadar yıldızını bileceğim Tıpkı senin de IşığınTacı'nı bileceğin gibi Başladı ve olması gereken ne varsa Yıldızlar altında yaşanacaktı Başladı sevgi sözcükleri, en sevdiğim"
Şimdi Kuzey’de iken gerçek tehlikede olmadığını düşünmeye çalışıp avunurken, ben de sana değerini, sevgini hak eden bir cümle edebilir miyim ki? Sence gücüm yeter mi Kuzey’e ulaşır mı ki Valacirca yıldızları onları taşır mı?
En karanlığı düşündüğümde aklımda şarkın Rüyalar veya kâbuslar hep bir, hepsinde İstinasız hepsinde o güzelim sesin; şarkın
Yok olması mümkün olmayan ne varsa Tanrılar neden yapılmışsa, hepsi dizelerinin Bana gelmesi için yaratıldı ki Benimkiler sana ulaşsın diye hala varlar
Her şey yok olmadan önce, her birimiz Sonsuzluğa karışmadan önce bu sesimle Valacirca ile sana seslenmeli, benim Yıldızımı nasıl bildiğini söylüyorsan Ben de öylesi bir aşkla biliyorum demeliyim
Valacirca tüm gözlerin farklı gördüğü Benim için ise tek bir anlamı olan Valacirca Sonsuzluktaki sen, IşığınTacı sen duy diye Orada Valacirca, ormanların ötesinden Sesimi, şarkımı duy diye, sevgi sözcüklerimi Hiç bitmeyecek sonsuzluğu duy diye
Valacirca, sesim olsun her parladığında bir Sevgi öpücüğü benden asil ruhuna dokunsun…
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 24, 2011 0:05:49 GMT 3
Gerçek
Kuzey’de orman sona ermeden biz Kuzeybatı’da sona erişecektik. Yanımızda bir ent ordusu ormanın bıçak gibi kesildiği tepelere ulaşmamızla bir ipucu arayışındaydık. Talerian’a yakınlık hisseden kayıpları tanıyanlar artık sabırsızlanıyordu.
Talerian yanıtladı: “Grubun liderine soracağım, belki bilmediklerimize bir açıklık getirir.”
Ve öyle yaptı. Thandbor, Elwe ile arasındaki tek kişi iken sordu: “Elwe seni liderimiz olarak gördüğümüz için sana sormaktan başka bir şey düşünemedik. Kayıpların nereye gitmiş olabileceği hakkında bir tahminin var mı?”
Ses tonundaki, vurgulamalarındaki sıkıntıyı sezen Thandbor, Elwe’ye yaklaşmasını istemiyor gibiydi. Belki de bu kardeşler arasında ilk ciddi gerginlikti.
Elwe sakin biçimde Thandbor’un yanında yürüyüp ellerini Talerian’ın iki omzuna götürerek yanıtladı: “Düşmanın dağlardaki karanlıktaki topraklarında olmalılar, ancak ne adı var, ne şimdiye kadar gören… Sadece aramakta beraberiz Talerian sadece arıyoruz.”
Talerian az önceki sinirli halini terk etmiş tüm vücudunun soğuduğunu, acıyı hissettiği bir biçimde onların yanından ayrılıp ilk konuştuklarına cümleyi aktardı. Gerçek tam olarak buydu. Benim için mi? Ben sadece Valacirca’nın her zamanki gibi parıldayıp parıldamadığına bakıyordum, sessizdim ve bu Elwe’nin dikkatini çekecekti biliyordum. Gerçek IşığınTacı’na nasıl davranacaktı? Gerçek gerçekten acılarla dolu olanlar mıydı? Bildiğim Cuivienen de gerçekti, sadece zaman değişen ve kendi gerçeğini yaratandı. Yine kamp kurduk dinlenmeliydik.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 25, 2011 0:42:30 GMT 3
İzlendiğimizi bir tek ben düşünüyor olamazdım ki Thandbor yanımda belirivermişti: “Gerektiğinde yanımda olacaksın öyle değil mi?” Yıldızlara baktığımı fark etmiş olmalıydı, yanı başımdaki devin vücudunun kapatmadığı bir alandan Elwe’yi gördüm, bana bakıyordu. Hala O’na bakarken Thandbor’u yanıtladım: “Olmam gereken yer IşığınTacı’nın yanıydı, ama o çok gururlu ve bağımsız. Seni sonuna kadar savunurum dostum, IşığınTacı’nı nasıl savunursam.” Thandbor bilmece çözmekle uğraşacak değildi ve ben de aslında cidden herkesi savunmak istediğimi anlatmak istiyordum. Ama garip cümleler kurmak gibi bir zaafım olduğu açıktı. Uzun yüzünün hatları sanki bir şeylere zarar vermek istermiş gibi gergin bana tok bir ses ile : ”Elbette, hepimiz birbirimiz için mücadele ederiz. Sadece her zaman uyanık olmalıyız.” Onayladım ve Elwe ve Thandbor’a sırtımı dönüp entlerin yanına doğru ilerledim. Entler tepenin baktığı karanlık vadinin gözetlemesini yapıyorlardı. Bir kısım ağaç hala ormanı anımsatacak biçimde burada yaşıyordu. İlk yanına vardığım MeşeKabuğu’nun eşiydi: “Sizce şansımız nedir?” bilgelik yoluna gidişte, düşüncede ilk olduğuna inanılan ente soruyordum bilmeden. Yanına geldiğimde beni rüzgârdan koruyan diğer entlere de bakarak: “Her zaman olması gerektiği kadar şans var Quendi.” Üstelediğimde: “Ya bu sefer?” Bana uçurumdan vadiyi göstererek: “Sence bu kurak dağlarda ağaçların aşağıda bir yerde yetişme şansı neydi? Olacakları etkilemeye çalışmamız gerekir, imkânsız olanlar ise tartışma gerektirmez Quendi, sadece olur mu diye bakmana ise gülenler olsa da boş durmaktan iyidir.” Cevabımı almıştım üzüntü ile ente acılarımızın ortak olduğunu hissetmesi için son cümlemi kurdum: “Artık bu vadiden tek bir ağaç sökemeyecekler, elimden geldiği sürece.” Olduğum yerde oturup entlerle, yıldızlarla vadiyi izlemeyi uzun süre sürdürdüm. Kayıpların seslerini duyduğumu sandığımda uyuyakaldığımı anlayacaktım. Ortalık karma karışıktı uyandığımda. Herkes “Karanlık Süvari olmalı… Hazırlanın… Karanlık… Süvari… Orada…” gibi kelimeler sarf ediyor, oradan oraya koşuşturuyordu. Oysa gelen bize kendini tanıtacaktı, bizden pek çoğu ona hayran, hepsi dost bilecekti. IşığınTacı bile orada beni beklerken, yanı başımda belirir iken, bu elfe bir kez daha en muhteşem rüyalarını yaşatan yani sevdiğin kadını ve grubunu doğruca bize getiren bu süvariyi, nasıl olur da dost bilmezdim: Orome. Tüm ihtişamı ile bundan sonraki cümlelerimi Onu anlatmak için sarf etmem gereken Orome. Sevgilimi kollarıma aldığımda beraber sonsuz kahkaha ve sevinçle baktığımız Vala; Orome. III. Bölüm Sonu Resim: www.lynniel.com/images/Wood%20Elf.jpg
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 30, 2011 0:03:42 GMT 3
Yıldızlarla Yürürken
IV. Bölüm Resim: The Teleri Swan ships by ~korstemplar Orome Yıldızlar, Göl, Orman ve entlerden sonra Birbirimizden sonra bize gönderilmiş bir el Öylesine soğuk öylesine acı günlerde Bize geldin Orome Elentari’nin yıldızları yüzünde parıldadığında Ben sizinleyim demene gerek yoktu Biz birbirimizi nasıl biliyorsak seni de Tüm sevgimiz ile biliyorduk çünkü Sen bize gelendin Orome Uçsuz bucaksız toprakları aşıp geldin Şarkılardaki yerini elbette alacaktın Senin için birkaç dize olsun söylemeyen Var mı, olabilir miydi? Ve o şarkıları bizim yapmak için geldin Onun için gelmiş olmalıydın Sen bizim Orome Tüm mağrur tanrılardan mağrur İçinden gelen ne ise, doğru bildiği ne ise Sözlerine ve taşıdığın aleve katan Sen bizim Orome Bizim için sürdün atını, elf dostu Bizim sevdiğimiz gibi sevdin, İsim verdin, yol gösterecektin Eldar demek geçti içinden ve dedin Quendi senin dilinde Eldar'dı Ve seni takip etmek içimizden geçecekti Bilmeden, sadece yüzündeki o aydınlığın Yansıması ile sen bizim Orome Bu koca düzende sesimiz oldun Konuşanın dostu, ses verenin dilini konuştun Sevgili Vala, sen ses oldun Bize geldin Orome Bu yıllar sonra söylenen basit bir şarkı olacaktı ki öylesine basit, öylesine saf, öylesine benimdi. Onda sahte bir tek kelime duymadık. Bizim için mücadelesini hep minnettarlık ve dostluk duyguları ile anacaktık. Dost bildiğimiz kimler varsa onlar da öyle bilecekti. "Bize geldin Orome, en karanlık zamanımızda, hiç unutmadık ve unutmayacağız. Sen ne güzel bir varlıksın ki gözlerimizi kamaştıran bir saf ruh ile karşımızda, tüm benliğinle karanlığa meydan okudun. Yüzünde yıldızların ötesinde parlayan bir şeyler de vardı. İki ağaç Valinor'dan bize gelmişti ki yine de senin saf iyiliğin olmasa asla bu yansıma gelemezdi. Değerlilerin değerlisi ebedi dostumuz Orome hoş geldin". Şimdiki bilgim ile tam olarak bunları söylerdim Ona ki sadece şu cümlelerle yetinecektim : "Sen ne güzel bir varlıksın ki gözlerimizi kamaştıran bir saf ruh ile karşımızda, tüm benliğinle karanlığa meydan okudun. Yüzünde yıldızların ötesinde parlayan bir şeyler de var..."
|
|
|
Post by CursedFeanor on Oct 30, 2011 22:02:58 GMT 3
Vakur
Tanrı doğruca bana doğru cümlelerini kurdu: “Evet sizi buldum ve size Yıldızların Halkı’na ve tabii ki Ormanın Çobanları’na geldim. Ve sizi kendimden biliyorum. Ben Orome, size Yıldızların Kraliçesi’nin yaşadığı Ölümsüz Toprakların ışığını vaat ediyorum. Bunu daha sonra konuşacağız ama şimdi tehlikenin büyüklüğünü bilmelisiniz.”
Son cümle ile büyülenmiş gibi onu izleyen herkes kendine gelmişti. Yine o karanlık duygular, yine o sefil nefesin elindeki dostlarımız aklımızdaydı. Talerian adeta bir sözcü gibi Orome’nin atının yakınlarına kadar koştu ve sözler dökülüverdi acı ile: “Ey Orome seni dost bilenlerin tehlikede olduğunu söylüyorsun bize anlat ki baş edelim. Kaçırılmış dostlarımızı bulalım ve kurtaralım”.
Ve uğultu hem Olwe’nin hem Elwe’nin grubunda aynı anda yükseldi: “Evet çok haklı… Onlar için… Savaşmamız gerekirse gideriz…”
Ve hala elini tuttuğum IşığınTacı: “Yayım ve oklarım hazır…”
Thandbor o gürleyen sesi ile “Mızrak ve yürek hepsi bunun için hazır…” Entlerin sözcülüğünü yapan SöğütDalı o boğuk içten gelen sesi ile “Dostlarımız için…” derken Elwe ve Olwe sessizce tıpkı benim gibi sessizce beklemekteydiler.
Orome dikkatini benim üstümden Talerian’a çevirmiş ve birkaç saniye Ona baktıktan sonra doğrudan gerilerde duran Elwe ve Olwe’ye doğru konuşmuştu: ”Bugün döneceksiniz, sizinle geleceğim ve sebebini anlatacağım. Ama…”
Tam o sırada yine o kadını gördüm, hani gözyaşını ilk gördüğüm kadın: “Hepimiz buradayız tek sebep ve amaç için, niye?” Orome acının büyüklüğünü yüreğinde hissetmiş olacak ki atından indi ve bir tanrıda görmeniz kolay olmayan vakur bir tavırla kadının yanına gidip gözyaşlarını silmeye başladı. Kadın anlamış gibi teslim olmak istemedi önce ve sonunda Orome: ”En önde gideceğim, tüm Valar burada olacak o gözyaşının hatırına”.
Kadının elinden gelen sadece acı ile elini kalbine götürmekti. Ve Orome onu kolları arasına alıp sarıldı. Bunları izleyen ben ise IşığınTacı’nı kollarıma almakta ve karanlığın gücüne karşı güç aramaktaydım.
|
|