|
Post by CursedFeanor on Jun 26, 2011 7:24:29 GMT 3
Yakut Kalpli I.Bölüm Yerde duran mandolini almak için hamle yaptığında ozan, yine aynı ormanın aynı köyüne yakın bir yerde olduğunu fark etmişti. Hani “Sınır Muhafızının Yaşamı”nı anlattığı yer. “İlk duyan yine onlar olacak” diye mırıldandı. Notalar başladığında yanlış olduğunu düşündüğü tek şey yoktu. Etrafındakilere nasıl bir dünyadan bahsedeceğini belli etmenin zamanı gelmişti. “Yakut kalpli, bir insanın hikayesi. Kalbi yakuttan ışığa hasret, kırılması kolay değil. Kırmızının parçalarını toplamak mümkün olur mu ki başına bir şey gelse…” O sırada dinleyenlerin hepsi; şaşkınlık içinde, belki korkuyla karışık bir şaşkınlık içinde her şeyin kırmızının tonunda parıldadığı bir dünyaya bakarken buldular kendilerini. Gözlerini ovuşturup bunu durdurduklarını düşündüler ama bu bir başlangıçtı. Siz bunu okuyanlar için bile.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 26, 2011 7:26:30 GMT 3
“İnsanların, Orta Dünya Batısı’nın topraklarına sıkışıp kaldığı zamanların öncesiydi. Adalarını terk ettikleri zamanın ise epey ilerisi. Toprak hala bereketli iken ve şehirler yıkılıp gitmemişken, Osgiliath şehrinin görkeminde nesiller yaşamlarını sürdürürken… Krallığın her yerinde tanınan bir şifacı ailesindeki kız çocuğuna babası böyle sesleniyordu: ‘Yakut kalplim’. Öyle ki anlamını onlarca kere anlatmasına rağmen tekrar tekrar soran kızına bir kere daha anlatıyordu işte.”
Ozan Muile mandolinin tellerinden elini çektiğinde herkes sorgulayan gözlerle bakıyordu. Birisi: “Neden böyle sesleniyormuş acaba?” diyerek oradakilerin merakını dillendirdi. Ozan yanıtladı: “Hiç yakut gördünüz mü acaba?” Birbirlerine baktılar ve kimisi seslerini yükselterek yanındakine “Elbette gördüm, bundan beş yüz yıl önce savaş ganimetleri dağıtılırken… Ben de büyük bir şehirde bir ladynin tacını süsleyen… Ben hiç görmedim… Evet, eminim o gördüğüm en parlak yakuttu…”
Muile mandolinine dokunup, yüksek bir tonda sözüne devam etti: “O yakut kalpli dediği hikâyenin konusu: Çok karanlık, çok duygusal, çok acı ve evet nefret dolu…”
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 29, 2011 21:46:14 GMT 3
"Onun adı...Dinleyeceğiz" İnsanların parıldayan tarihlerini, yazıların altın mürekkeplerle kütüphanelerini dolduracağı günlerden bahsediyordu elbette Muile. O tarihte bir kız çocuğunun babasından duyduğu en güzel sözden söz ediyordu. Onca olayın içinde seçmişti bunu. Belki yeteneği onları canlı olacak kadar gözler önüne getirmekte yeterli olmayabilirdi. İşte asıl etkileyici olan buydu. Yine de onu dinliyorlardı.
“Size vaat ettiğim kristalden gözyaşı, çeliğin soğuk sesi ya da dehlizlerde kaybolan birinin hayatı olmayacak tabii… Tabii ya demeniz için çok fazla beklemeyeceksiniz. Zaten çoktan başladı…” Onlara neden bahsettiğini belli etmenin çoktan zamanı gelmişti. Mandolin birden en küstah elfin bile cesaret edemeyeceği karanlık notaları çalmaya başladı. Nereden bilebilirdi ki böyle notaları bu adam, sanki bilir gibi Melkor’un notalarını, böylesine bir melodi nasıl oluştururdu?
“Size aylar önce anlatmıştım, orada bu notalar vardı. Sadece tek başına duyduğunuz zaman öylesine ağır gelmiş olacak.” Dinleyenlerin sanki bir savaşın ortasında gibi olan bakışlarının farkında bir ozan… Devam etti… “Onun aradığı yakuttan kalbiydi. Hani sormuştun ya elf kızı ‘tacirlerden üçüncüsü olan iki kardeş’, ne taşıyor diye.”
Elf kızı:”Bu notalar, onun adı bu öyle değil mi?”
Diğerleri: “Onun adı.”
Şimdi hepsinin gözlerinin önüne gelen işkence çekmiş, ölüme gitmiş tutsaklar ve o korkunç yüzdü. Kırmızıya hasret kalacak, notaların kırmızı olmasını isteyecek bir halde; belki dinlemekten bile vazgeçecek haldeydiler. Muile çok fazla uzatmadı. Mandolini bir kenara koyup ayrılmak isteyenlerin olabileceğini düşünüp hepsini saygı ile selamladı. Şimdilik giden olmamıştı, böylesine ağır yükleri bile taşımaktan çekinmediler. “Dinleyeceğiz.”
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 1, 2011 0:18:53 GMT 3
Karanlık notalar suskunlaşır…
“Şifa evlerinde bir grup acemiye dersler: ‘Elendil Numenor’dan geldiğinden beri Gondor’un Ak ağacı Orta Dünya’da. Gondor, Arnor güvende. O ağacın narin gücünü, asaletini yüreğinde hissedip bilenleri iyileştirmek bizim işimiz. İşte Ak Ağaç nerede diye soran olursa, şifalı ellerimde ve şimdi de senin kanında diyebilirsin.’ Sıradan bir günde açıklanan felsefe dolu sözler. Bitkileri incelerken hepsinin aklında aynı soruydu, bir gün doğru olanı seçebilecek miyim?”
“Ders sona erdiğinde ‘Nieninquë…’ dedi yanı başına gelip arkadaşça gülümseyen bir öğrenci, narin sözü bu elf kızı için bulunmuş olmalıydı diye düşünüyor, az sonra ise soru soran gözlerle bakıyordu yakut kalpli. ‘Üzgünüm kendimi tanıtmak için bundan güzel bir fırsat olamazdı. Benim adım kısaca Ninque, bu çiçek beyaz gözyaşı…’ Sözünü tamamlar bizimki ‘Kardelen deriz biz de. Bir elf için burada bizimle eğitim almak; yolunu kaybetmiş olabilir misin?’ merakla sorulan sorular… “Aksine, burayı ben seçtim, Lindon Krallığı’nın dışında en büyük medeniyeti merak ediyordum.’ ‘Peki, öyle olsun ben Mirilya…’ yakut kalplinin gerçek adı. ‘Ama bu Quenya dilinde, çok eskiden bir bağ mı’ ‘Ada yok olmadan öncesine dayanırmış. Kaç yaşındasın sen, bilmediğim daha neler biliyorsun bakalım’ ‘Peki tam olarak elli kış sonunda Nieninque gördüm diyebilirim, artısını sen ekle’ Bu sözler ile gülüştüler. Sıkı dostluğun başlangıcı mıydı çiçek ile mücevherin buluştuğu şifa evleri…”
Söyleyeceği hiçbir güzel söz artık önemli değildi Muile’nin. Beyaz rengi bile söylerken herkes bir ton kırmızı ile görüyordu, dinliyordu. Ve bunu anlatmanın başka yolu yoktu. Belki bunu dinleyenler ibret almanın dışında bir şey beklemiyordu. Ama ozanın asıl niyeti bu da değildi. Onun için hikaye, Gökkuşağı’na gidecek kırmızının bin bir tonu idi…
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 1, 2011 0:28:06 GMT 3
Şifa Evleri
“Ağaçlardan pek de ayrı olmayan, bir terasın iç kısımlarındaki, geniş bir salonda toplanan acemiler şimdi yeni bir günde yeni bir yüz tanıyacaktı: ‘Düşmanı acı, düşmanı duran bir kalp. Dostu acı, dostu duran bir kalp. Şifacının elindeki, bundan başka bir şey değil gibiydi. Onlar yöntemleri öğrendiler, emek harcayarak; gözlerini, dişlerini, vücutlarını yıkarak, sonra onlara şefkat gösteren bir başka şifacının ellerinde can vererek… Acınacak, ağlanacak bir durum mu? Çaba göstermek ayıp mı, nafile mi? Şifa evlerini kuranları anlamamış olacaksınız beni şimdi dinlemezseniz. Arda üzerinde kan dökülmemiş kıta yok iken bunları bilmezseniz, değerini anlamazsanız, böylesine sorulara cevap veremezsiniz.’
Kimyanın sırrını vermek yerine seçtiği giriş ile ilgiyi çekebilecek miydi bu saçları ağarmış, gözlüklerinin üstünden sınıfı süzerken yüzünde tikler oluşan, ağır yükler taşımış olan adam? O saçları bu an için ağartmıştı. Hayatta kalmak ve bir sonraki oyun için, acı oyun için hazır olmak… ‘Yaşadığınız her an bir meydan okuma, dönüşeceğiniz küçük kimyasallardan önce, birbirine sarılan kimyasallar desem çok acımasız olurdum biliyorum. Çünkü cevap soruda gizli, acınacak bir şey yok, isterseniz ağlayabilirsiniz ama mücadele böyle bir şey. Çaba göstermeyeceksek Sauron’a karşı bu şehri niye inşa ettik ki? Kalbinizin üstüne koyun şimdi ellerinizi, parmaklarınızın ucunda hissedeceğiniz şey…’
Hepsi bu sözleri anlamak için çaba gösterir gibi, ellerini göğüslerine götürdüler. ‘…bir parça sevgi’. Mirilya babası yanı başındaymış gibi hisseder: ‘Yakuttan bir kalp.’ Diye istemsizce mırıldanır. Bir tek Ninque duymuştur onu.
‘Şimdi kimya demişken önce kendi varlığınızı düşünmenizi istiyorum bu gece. ‘ sınıflarından ayrılırken bu sözlerle dudaklarında sadistçe bir gülümseme ile onlara bir baktı hocaları. ‘Daha sonra çok şey alacağım o varlıklarınızdan’ sözleri ile takılmadan edemedi. Elleri kalplerinde adeta donmuş haldeki acemiler birden kendilerine geldiler. Evet, artık şifa evlerinde olduklarına emindiler.”
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 2, 2011 19:09:21 GMT 3
AnwaHarma
Adını bile söylemeden acemilerin ellerini kalplerine götürten, varlıklarını sorgulamaları konusunda onları adeta tehdit edercesine ikna etmeye çalışan bu insan kimdi? Şimdi acemiler kendilerini toparladıklarında hepsinin ilk aklına gelen bu idi. Tam mırıldanmalar uğultu halini alacaktı ki, salonun kapılarında bu sefer başka bir öğretmen belirdi, önceki ayrılırken bu yeni gelen sadece yere bakıyordu. Birkaç adım sonra yanından geçerken: “Senin acınası şefkatine ihtiyaçları olacak GerçekHazine… Hmm hmm bu kız ve erkekler burada olma sebeplerini anlayana kadar, kurtarabildiklerini kurtar…” Yeni gelen, anladığını belli etmek için:”Üstat.” Diyerek sanki bin yıldır tekrarlanan bir seremoniyi tamamladı.
Önceki tek bir sevgi belirtisi sergilemeden gözden kayboldu. Oysa o ak saçlı sifacının onlara kalplerinde aramalarını söylediği şey bir parça sevgi idi. Şimdi bu şekilde onları deniyor muydu? İliklerine kadar donmuş acemiler sanki sıcak bir güneşe ihtiyaç duyan zayıf varlıklar gibi yaklaşana döndüler yüzlerini. Bu bir elf idi. Acemilerin gözlerinde ihtiyaç duyduklarını görüyor olmalıydı. Onlara adeta bu şekilde bakıyordu. “İsmimi duydunuz” dedi. “Bir gün hepiniz değerinizi ispat etmeniz gerektiğini şu anda anladınız. Bu bir şaka değil. Ve şimdi genç dostlarım, ders falan yok.” Elf, özenli altın renginde harflere benzer işlemeleri olan beyaz giysisi, simsiyah saçları ile büyülü bir yaratık, ama bir o kadar gerçek gözler ve gülümseme ile ihtiyaç duydukları bir tutunacak dost gibiydi.
Sözüne devam ederken salonun açıldığı terasa doğru ilerlemeye başlamıştı: “Güneşin batışını birlikte izleyelim, Osgiliath’a bir kere daha bakalım.” Yüksek kuleleri, kubbeleri, beyaz gri sarı renkleri ile medeniyetlerine baktılar terastan. Güneşin ıstan ışınlarını içlerine doldururken… Geceyi düşünecek zamanları daha sonra olacaktı.
Ninque Mirilya’ya fısıldadı:”AnwaHarma. Bizdeki adı.”
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 6, 2011 19:52:13 GMT 3
Muile:”Daha ne kadar”
“Elinden geldiğince ellerini kalplerine götürmemek için uğraşıyorlardı. Her biri güneşi farklı mı görüyordu, yavaşça ılık etkisini kaybederken? Gözleri kaç kuşağın gözleri ile bakıyordu. Akıllarını oluşturan, kuşakların bilgileri, fikirleri, korkuları ve bilinen duygularının ne kadarı o gün batımını yorumlarken etkili idi? Yaşadıklarının hepsi atalarının izi ya da bir şekilde karıştığı etkileşimler olmalı idi. Kendi kararlarını vermelerinde; kendi varoluşları ve geri kalan tüm evren etkili olmalı idi. Karar verdikleri her şeyi kendileri dillendirse bile: Ortak akıl ile, bin bir türlü algı ile ya da az önce sözü edilen kimyasallar ile, beyinlerindeki değişme ve yorumlama sonucunda ortaya çıkarken kararlar; nasıl ayırmalıydı benliği evrenden. ‘Cevap, yorum yapan beyin! Ama nasıl’ dedi Mirilya. Varlıklarının belirleyici ayracı bu olmalı idi. Varlıklarının kaynağını sorgulama ise apayrı bir şey olmalıydı: Bir an öncesine ait evreni, belki İluvatar’ı sorgulamaları gerekiyordu. Zor olan; varlıklarını sürdürürken, onca olayı geri sarmak, birbiri ile etkileşen bir sistemin geriye doğru çözümlemesini yapmaları idi. Ellerindeki bilgiler yıpranmış ve düşündükçe yıpranmakta, nefes aldıkça yeniden yıpranmakta ve dost gördükleri ılık güneş ışığında tekrar tekrar şekil değiştirmekte idi.
….
AnwaHarma’nın gözlerine baktılar zaman zaman. Sorunun sorulduğunu biliyor olmalıydı. İpucu verecek miydi? Dostluğun bile çözemediği şeyler olduğunu düşünenler olacaktı, belki bir kısmı onun gözlerine yeterince iyi bakmadığını, bir kısmı ise daha çok zamana ihtiyaç duyduğunu, dilinin ucunda olduğunu düşünecekti. Elini kalbine götürmekte tereddüt edip, diğer eli ile durduran yenilgiyi kabul etmeyen cesur gençler… Bir kere daha güneşin yıkadığı Anduin’e doğudan bakma şansına sahip olmak… Belki de Arda’nın son gecesinden önce AnwaHarma’nın Osgilitah’ı izleme tercihi ile elde ettiklerinden bu şans bir aldatmaca idi… Ona kızmalı mıydılar yoksa? … Yoksa dost bu elf mi demeliydiler.
….
Daha ne kadar sabredebilirdi Yakut Kalpli, daha ne kadar rüyalarında herkes ona dünyasının renklerinin güzelliğinden bahsedecekmiş gibi gelirken, birden uyanmanın acısını taşıyabilirdi. Hatırlamaya çalışırken o düş kırıntılarını, gerçek hayatın onların izlerini her seferinde tekrar silmesini önleyememenin o inanılmaz berbat duygularını daha ne kadar taşıyabilirdi. AnwaHarma’nın gözlerine baktı… Mirilya:’Ninque, ne kadar da derin bir dünyası olmalı.’ Ninque:’Bu yüzden bu adı aldığına eminim.’ Mirilya:’Belki’ “
Muile onca lafın sonunda kendisinin derin bir dünyası olduğunu ima etmiş olduğunun farkına varır ve kibirli davrandığından, yalan yanlış cümlelerinden biraz çekinir, neyse ki mandolini sihirlidir, hatalarını örter. Yine de gözlerinin içine bakan olup olmadığı şüphesi ile foyasının ortaya çıkmasından korkarak “Şey hemen dönerim” diyerek derme çatma hazırlanmış çadırının içine kaçar ve fark ettirmeden dinleyenleri izlemeye koyulur…
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 6, 2011 19:53:07 GMT 3
Güneş Battı
Ozan Muile’nin bu denli heyecanla anlatıp birden çadırına kaçması, mandolini eline aldığı gecenin sonu muydu? Zaten kırmızıdan, karanlıktan, ‘Karanlık komutan’dan bahseden bu adama ısınmaları pek kolay değildi. İlginç olan Sınır Muhafızının Hikayesi’nin böylesine bir geçmişe nasıl bağlanacağı idi. Uğultulardan sözler: “Adam daha Osgiliath’ın en parlak günlerinden bahsediyor. Arada çağlar var, bir gün batımını bile uzattıkça uzatıyor…” “Bir de gelmiş bir insan kızının Karanlık Komutan olduğunu ima ediyor.” “Ne ne kim hangisi?” “Karanlık Komutan dedim, kesin bir şey söyleyemem ama bu hikâyeyi yarıda bırakıp…” “…Çadırını toplayıp, kaçar bu adam” “Para mı verdiniz, kaçarsa kaçar…” “Canım, zalim değil ya, bin sene sürmez herhalde, hem sizin hiç hayal…” “…gücümüz yok mu? HAYIR, onun anlatmasını istiyorum!” “İnatçı.” “Dalkavuk!” “Şşşt sesinizi kesin artık…” “AnwaHarma hala hayatta mı?” “Gözlerine mi bakacaksın…” “Kıskanç” “İyi, ama biliyorsun” “Bu korkunç acı, büyük nefretle dolu ve neydi? Şey...” “Karanlık…” “Karanlık bir hikaye.” “Artık susun lütfen, size yakışmıyor. Elflerin böylesine basit düşünmediğini bana söyleyin.” Sessizlik. Son sözler karşılarına geçip Muile’ye hep sorular soran elf kızına aitti. “Tamam, işte çabalıyor, sadece bu gece biz de hikâyedeki soruyu düşünelim. ‘önce kendi varlığınızı düşünmenizi istiyorum bu gece.’ Demişti hikayede.” Elf kızı sözünü tamamladı. “…Güneş battı zamanı geldi, kaçacak, başkasından dinleyecek ya da birinin gözlerinde arayacak zamanınız kalmadı. Güneş battı.” Tam bir sessizlik… Şimdi oradan ayrılma zamanıydı, evlerine yöneldiler.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 6, 2011 19:53:53 GMT 3
Karanlık Notalar
Asla bu karışıklıktaki kısa konuşmalar onların mükemmel varlıklarını temsil etmiyordu tabii ki. Bu olsa olsa karanlık dediğimiz notaların etkisi olabilirdi ve nasıl olup da ozan Muile buna hizmet etmiş olabilirdi. En kötüsünü göstermek her zaman gerekli miydi? Melkor, orkları elflerden yaratırken bunu denemiş miydi? Karanlık notalar, oradan oraya dolaştılar. Nefret ile söylenmiş sözlerin içinde saklanıp Melkor’un marifetini yaydılar. Niye ozan niye?
Herkes gitmişti sadece o genç kız kalmıştı. Muile çadırından dışarı çıkarken dimdik ayakta, ve krallar için çaldığının farkında, sadece mağrur bir ifade ile elf kızına şunları söyledi: “Teşekkür ederim, onların anlamasını sağladığın için. Yoksa aklımı kaçırabilirdim.” Kız gülümsedi ve dostça sözünü esirgemedi: “Ey ozan kimseye eziyet etme, onlar senin bilmediğin kadar kuvvetli, onlar beni yetiştirdi.” Uzaklaşırken Muile aldığı cevap ile sevinirken bu köyü sevdiğini anlamıştı. İçinde onlara karşı büyük bir sevgi vardı, artık emindi. “Yine gelin” diye bağırdı kızın ardından. Cevap gelmedi.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 6, 2011 19:55:53 GMT 3
Gece de bitti
Muile kendini kaybetmiş olmanın pişmanlığını yaşamadı. Hepsi büyük bilgeler gibi geri döndüler. Gece bitmişti ki geri döndüler. Karanlık notaları fark etmiş halde, soruya yanıt aramış halde yine ozanı dinlemeye gelmişlerdi. Şimdi ağır ve daha ağır yükleri taşımak için hazırdılar. Muile gelenleri selamladı: “Onur verdiniz”.
Kimse konuşmuyordu ama bu önemli değildi, tek kelime etmeseler de gecenin bittiği belli idi. Ozan bu kez işin ciddiye bindiğini biliyordu. Şimdi basit kalan tasvirlerle saklayamayacağı, Melkor’un izlerini dinleyip ayıklayanlar vardı karşısında. En çok buna seviniyordu. Bu hikayenin doğasını anlayabilen dostların arasında olduğuna…
“Gece de bitti. Bu hikaye her anlatıldığında bir gece düşünme süresi vermek gerekli idi. Bunu bana Yeşil Orman Kütüphanesi’ndeki hikaye anlatıcı söylemişti. Neyse… Gece de bitti Osgiliath’ta. O gece olanları tarif etmek şifa evlerinin duvarlarını dinlemek demekti. Çılgına dönen, aklını yitirmek üzere iken geri dönenler mi dersiniz… Ya da tekrar tekrar başa dönüp sıtma hastalığına yakalanmış gibi yataklarda ateşler içinde çırpınanlar… Tek söz etmeye çekinip odasının her köşesini kaplayan, etrafında dönüp duran, mum ışığında büyüyen gölgeleri gözleri ile takip edenler; düşünceleri toplamanın bir yolunu bulmuşlardı. Gözyaşları içinde geçen gecelerinin değerini yıllar sonra anladıklarında sadece gülümseyerek şifa dağıtacaklardı…”
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 8, 2011 1:08:06 GMT 3
Parmaklardaki ışıklar “Şimdi içlerinden gelen gelişmiş canlılara has duygular ile şifa büyülerini öğrenebilirlerdi. GerçekHazine bildiklerini bir bir anlattıkça büyü ile maddeyi anladıkça ‘gece bitti’ demekten çekinmeyecekler. Ve bu onların arasında adeta bir bağ oluşturacaktı. Aylar sonra zamanı geldiğinde üstadın karşısına çıkmayı hak ettiklerini düşündüklerinde tek yapmaları gereken GerçekHazine’ye ‘Hazırım’ demekti.” “Daha hazır değilken gördükleri, acılar içinde bağıran yaralı Gondor askerlerine, ömrünü tüketmek üzere olan bir asil leydiye, toprağı işlerken saldırıya uğramış bir köylüye, Arnor’dan bile buranın ünü ile umut arayışı ile gelenlere nasıl yardım edildiği idi. Her ayrıntı değerli idi.” “Kalplerine götürdüklerinde bir ellerini diğer elinin parmaklarında şifanın renklerini gördüler. O kalplerinden gelen sevgi ve bilgeliği vücutlara aktarabilmenin sonuçlarından biri, bir parça daha güçlü hissetmeleri idi. İşte parmaklarının ucunda yakutun kırmızı rengindeki ışık ile yaraya sürdüğü karışımın işe yaradığını dostu ile paylaşmak, bu sefer Mirilya’nın ödülüydü: ‘Bak Ninque oluyor!’ Ninque elinden yayılan bembeyaz ışık ile hastanın alnına dokunurken sevinçle ‘Evet Mirilya, harika bir renk başaracağını biliyordum dostum’ ” Nieninquë, beyaz gözyaşı “ ‘Ne zamandır uykudayım? Ne zamandır kızımdan ayrıyım?’ Elf hanımının Arda üstündeki tek varlığını, uzun uykusundan uyandıktan sonra gözleri ile ararken söyledikleri bunlardı. Cevap veren: ‘Uyandınız… Elbereth sesimizi duydun. Evet, hanımım aylar geçti ışığınızın sonsuza kadar gideceğinden korkuyorduk.’ Elf hanımı: ‘Nieninquë’ye haber verin.’ ‘Elbette, O,o uzakta…’ ‘Gondor diyarında öyle değil mi?’ Biraz çekinerek ‘…Evet hanımım, yormayın kendinizi haber göndereceğiz’. Gözlerini kapatır. Lindon’da bir konakta geçen konuşmalar. Ninque’yi sayıklayan bir yürek Mandos’un Salonlarına gitmekten vazgeçiyordu. Onu kurtarmasına gerek kalmamıştı… Her gece döktüğü beyaz gözyaşları son bulacaktı. Ama önce Osgiliath gecelerini bir parça olsun hafifleten şarkıyı dinleyecekti. Sindarin’i böyle güzel kullanmak… Ağır yükleri taşımak… Elf ve Numenorean, birlikte düşünürken aynı dili konuşurken, krallar hala Orta Dünya’da yürürken, Osgiliath’ta birileri bu şarkıyı tekrar tekrar söylerken… Haber bekleyecekti Ninque, ellerine bakıp o beyaz ışığın yeterince kuvvetli olup olmadığına karar vermeye çalışırken, annesini kurtarmak için bir şansı olup olmadığını düşünürken… Evet beyaz gözyaşları dökerken…” Ozan Muile’yi dinleyenler hep bir ağızdan söylediler: A Elbereth Gilthoniel “A Elbereth Gilthoniel silivren ek míriel o menel aglar elenath! Na-chaered palan-díriel o galadhremmin ennorath, Fanuilos, le linnathon nef aear, sí nef aearon! A Elbereth Gilthoniel o menel palan-díriel, le nallon sí di’-nguruthos! A tíro nin, Fanuilos! A! Elbereth Gilthoniel! silivren ek míriel o menel aglar elenath, Gilthoniel, A! Elbereth! O Elbereth Starkindler, white-glittering, slanting down sparkling like a jewel, the glory of the starry host! Having gazed far away from the tree-woven lands of Middle-earth, to thee, Everwhite, I will sing, on this side of the Sea, here on this side of the Ocean! O Elbereth Star-kindler, from heaven gazing afar, to thee I cry now beneath the shadow of death! O look towards me, Everwhite! O! Elbereth Starkindler, white-glittering, slanting down sparkling like a jewel, the glory of the starry host Starkindler, O! Elbereth! We ek remember, we who dwell In this far land beneath the trees The starlight on the western seas.” * Şimdi umut ile o şifa evlerinde zorluklar içinde ek çok er öğrenmeye çalışan Ninque’yi seviyorlardı. Ve Muile tek bir karanlık nota çalmamıştı. ------------------------------------------------------------------------------- *Kaynak:" en.wikipedia.org/wiki/A_Elbereth_Gilthoniel ". Ayrýca " www.tekyuzuk.com/tolkien-in-eserleri/ort...reth-gilthoniel.html " adresinde Türkçe bir metin bulabilirsiniz. Okurken dinlenmeli: A Elbereth Gilthoniel www.elvish.org/gwaith/language1.htm
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 9, 2011 2:59:13 GMT 3
Melima, Sevilen
“Işığın sönmesi, Mandos’un Salonları’nı tercih etmek, nasıl bu noktaya gelmişti? Kızına olan sevgisi az mıydı ki… Tek varlığını nasıl yalnız bırakacaktı Orta Dünya’da? Melima uyandığında uzun uykusundan onu bağlayanı zaten dile getirmişti. Kızının, adı gibi döktüğü, o güzelim beyaz gözyaşlarına dayanamazdı ya.” Muile mandolinin tellerine öylesine yavaş dokunuyordu ki sanki beyaz damlaların sesini duyabiliyorlardı. Mandoline dokunmaktan vazgeçmişti, durdu. Sadece sözler ile devam etti:
“İlk soruyu merak edenler o çağdaki elflerin toplandığı en son krallığın nasıl korunduğunu düşünmeleri gerekecek. Sizleri laf kalabalığı ile sıkmak istemem dostlarım… Şimdi zamanlardan zaman beğeneceğimiz an, hikâye kulağıma çalındığından beri çok değişmiş olmalı. Ancak son Noldor yüksek kralı Gil-galad dahi bu hayatı sürerken, Cirdan Mithlond’ta hüküm sürerken: Son İnsan Ve Elf ittifakı oluşmadan önce, Gondor ve Arnor Krallığı’nın insanlarının Dunedain adını aldıkları zamanların başlangıcından sonra: İkinci Çağın sonundan birkaç on yıl önce. Ne mi oldu…”
Muile’nin notasız duygusal sesine dayanamadı bu sefer bazıları, gözleri dolan ve o beyaz damlaların benzerlerini yanaklarında hissedenler için flüt sesini duyduklarında artık çok geçti… Kelimeler dökülecekti ve kırmızı yerini alacaktı: “Melima, elf hanımı kızını da kaybettiğini sanacaktı… Mordor’dan yayılan karanlık dilin unutulmayacak acısı ile gözlerini kapatıp Iluvatar’ın onlar için uygun gördüğü Mandos’un Salonları’nı ve Valinor’u kucaklayacaktı. Kızına kendisi ile kalmasını söylememiş miydi ki? Ama o gönüllü acemi şifacılara katılıp krallığın sınırlarının ötesine Sauron’la savaşa gitmişti. Onun da yitip gitmesi, işte gözyaşı buydu. Mordor’un karanlık dilinde gelen haber Nieninquë’sinin öldüğü idi.” Oysa dinleyen biliyordu Nieninquë hala hayattaydı.
“Ninque savaş bölgesinden döndüğünde beyaz gözyaşları içinde annesinin başında konuşmuştu: ‘ Her şey bitmiş olamaz, ama Gondor’a gidiyorum, bir yolunu bulacağım Sevilen’ “
Dinleyenler biliyorlardı; Melima’nın gözlerini aylar sonra açtığını bilmenin bir faydası yoktu gözyaşlarını tutamamalarının sebebi buydu; biliyorlardı bu sadece bir veda içindi…
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 9, 2011 23:44:37 GMT 3
Üstat
“Osgiliath’taki şifa evinin ne farkı olabilirdi ki, elfler bu işte usta olmasına rağmen bir sır olduğunu düşündüren olaylar mı bu üne sebep olmuştu? Zamanın en büyük şifacısı oradaydı en büyük sebep buydu…”
Biran düşünenler kim olduğunu anladı. “AnwaHarma’nın saygı gösterdiği…” Muile’nin sözünü tamamladılar “Üstat”.
Sözüne devam etti ozan… “Bu adam Numenor’dan gelirken ek çok hayat kurtarmış denir, Orta Dünya’ya ayak bastığında ise işi, kurmayı düşlediği şifa evlerinde görev yapacak gönüllüler toplamak olacaktı. Önceleri Dunedain’ın yaralarını sarmakla meşgul olan bu adamın, elflerin dünyasını, doğasını da bildiği kısa sürede ortaya çıkacaktı. Numenor’un Batısı’ndaki limanların derinliklerinde saklı bilgileri Orta Dünya’ya taşıdı. Sauron ile yüzleşen İlk Doğanlar’ı ve Dunedain’ı sarıp sarmaladı bu şifa evleri. Onun için geldiler dağılmış krallıklardan. Onun için ‘üstat’ dediler. Şimdiye kadar gözlerini kapatıp, ışığı sönmekte olanlar için bir şey yapmaya en çok yaklaşan o idi. Ancak hikâyemizdeki Melima bu yolculuğa dayanacak güçte değildi. Ve onun için Ninque oradaydı.”
“Ve üstat… Acımasız zamanlarda acı ile mücadele etti. Elendil’in görünmeyen kuvveti o idi. Sanır mısınız ki savaşlar sadece meydanlarda yapılıyordu. Bir zehir, bir salgın ya da bir büyü… Korunamazsan bir kuvvetin olamaz, sarıp sarmalayamazsan ayaklarının üstünde duramaz… İluvatar’ın sevgili varlıkları o kadar güçlü iken o kadar zayıftır. Terk mi etmeliydi savaş meydanında acılar içinde kırmızının içindekini, terk mi etmeliydi ışıkları sönmeye yüz tutanları. İşte üstat, saçları ağarmış bilge, şifalı ellerini bizden esirgemedi, şifa evlerini dostları ile inşa etti. AnwaHarma’nın saygısı bunun içindi.”
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 10, 2011 0:48:05 GMT 3
Umut
“Ninque’nin ilk günlerdeki halini fark eden Mirilya sebebi ona söyletmişti tabii ki. Mirilyanın ilk gittiği AnwaHarma olacaktı ve tabii AnwaHarma bu durumun umut vaat etmediğini düşündüren sebepleri açıktı. ‘Üstat ile konuşacağım’ demişti. Mirilya iyi haberi Ninque’ye ulaştırmak için koridorlarda önüne gelene çarparak çılgınca koşuyordu…
AnwaHarma ertesi gün Ninque’yi yanına çağırtacaktı. Elf kızı kapıyı çalıp içeri girdiğinde üstat ile konuşan AnwaHarma ona seslendi: ‘ Bize anlatmayışının sebebi ne idi Ninque’ Açıkladı: ‘Burayı terk etmezdiniz bir kişi için onca zaman harcayıp diğerlerinin hayatını tehlikeye atmazdınız. Ben öğreneceğim biliyorsunuz onu kurtarmamın tek yolu…’ AnwaHarma:’Bu onun için çok geç olurdu’ Ninque daha fazla dayanamadı gözlerinden soğuk damlalar dökülmeye başladı… ‘Biliyorum.’ Ve üstat sanki yüzyıllar sonra ilk kelimesini eder gibi: ‘Gidiyorum. Burada böylesine ciddi bir durum yok, yeterince üstat var artık’ derken AnwaHarma’ya bakıyordu. Ayağa kalktı ve Ninque’nin yanına gitti omzuna dokunup; ‘Elimden geleni yapacağım, elflerin Mandos’un salonlarına gitmekten vazgeçtiklerini gördüm ve bunu başardım ama gözlerini kapatan ve öylece bekleyen bir elf görmemiştim, geri dönmesini sağlayabilir miyim ki…’ cümlesinin sonlarına doğru Ninque’ye sırtını dönmüş pencereden gökyüzüne bakıyordu üstat. Devam etti: ‘Sen burada gerekli bilgileri öğrenmeye devam et, belki sadece senin başarabileceğin bir şeydir bu…’ Ninque gözlerindeki yaşları silip konuşmaya çalıştı: ‘Yıldızlar yolunuzu aydınlatsın. Sağ olun efendim. ‘ AnwaHarma söze girdi: ‘Hazırlıkları yaptırırım…’. Ninque Mirilya’nın yanına gittiğinde ilk sözü:’Hala umut var’ Mirilya: ‘Elbette var’ “.
“Üstat uzun yolculuğunu bitirmiş geri dönmüştü, Osgiliath’ta şifa evlerinde tekrar konuşmalar: ‘Başaramadım’ derken Ninque’nin yıkılmasından korkuyordu. Devam etti. ‘Ancak Orta Dünya’da bir şey onu hala buraya bağlıyor olmalı…’ Ninque: ‘Öğrenmeyi sürdüreceğim, bittiğinde onun için Lindon’a geri döneceğim.’ “
…
“Şifa evlerinin duvarlarındaki soğuğu taşıyan, ışık ile, bilgi ile yüreklerini ıstan; başarı ile ilk ayları tamamlayan bir avuç acemiye bakıyordu şimdi AnwaHarma. ‘Hepinizle gurur duyuyorum, eliniz artık bizim ellerimiz gibi. Bu yolda öğrenmeye başlayan düşünceleriniz zamanla daha üst düzeylere erişecek eminim. Zor anlarınızda ne yapacağınızı biliyorsunuz. Ve ben hep sizin yanınızda hissedeceğiniz dostunuz olmayı umuyorum. Şimdi ‘Hazırım’ demek isteyenleriniz olacaktır…’ demesi ile uzun yollarının başladığını o anda anladılar.”
“ ‘Hazırım’ sırasıyla bu gruptakilerin dudaklarından döküldü. Bunların arasında Yakut Kalpli Mirilya ve Beyaz Gözyaşı Ninque de vardı elbette. Umut ile.”
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 10, 2011 4:55:06 GMT 3
Umut yok
“Kaynağını aldığım, senin sönmez ateşin Varlığının bir parçasından değil miyim
Ne istediğimi iyi biliyor olmalısın Oyun oynamadığımı da, beni farklı kılan bu
Onlardan biri olmayacağım, tek kelime bile Tek kelime bile duyamayacaklar, onların istedikleri gibi
Onların istedikleri gibi olmayacak, bunu biliyorsun Onlara ezdirmeyeceğim bu mükemmel düşünceyi
Evet benim, bildin; yaratıcı güç seninle konuşuyorum Eru biliyorsun, onların içindeki ateşi alacağım
Bunları söylerken kullandığım, karanlık lisanın güzelliğine bak Bak, sen bile biliyorsun; kazanan ben olacağım
Kazandığımda sen bile, sen bile beni ayrı tutamayacaksın Senin yerini alacağım, ne kardeşim önleyebilir ne sen
Suskunluğunu korudukça onaylıyorsun, yeterince muhteşem Mükemmel değilsin, parçalara ayrılmış ruhunu birleştirebilecek benim
Ben isimlerinin ne olduğunu bile unutan ruhlardan değilim Biliyorum kaynak sensin, onu yönetecek benim bundan sonra
Ben Melkor, kurtulman mümkün değil, mümkün değil Umut yok, geliyorum sonsuz karanlıktan, umut yok”
Notaların tekrar değiştiği belli oluyordu ki korkunç lisanda kelimeler döküldü Muile’nin ağzından. Sauron’un zaman zaman dinlediği bir ezgi idi bu. Şu anda söylemesinin sebebi neydi ki! “Umuttan söz etmişken” diyerek mandolinden ellerini çekti ozan.
|
|