|
Post by CursedFeanor on Jul 10, 2011 21:49:58 GMT 3
Namarie “Bu yöntemi daha önce kullanmışlardı, savaş bölgeleri ile gerisinin bağlarını zayıflatmak. Yanlış kararlar en çok Sauron’u sevindiriyordu. Verebileceği zararın en fazlasını vermeli idi. Elflere son darbeyi vurmak amacı ve hayaliydi o günlerde. Noldor, Sindar ve geri kalan tüm ırklar Lindon’da toplanıyor gibiydi. Arnor krallığı yolundaki engeldi ve tabii her şey bittiğinde Gondor yalnız kalacaktı. Ve hepsinin üstündeki resim ise az önce bir insan sesinden dinlediği ezgide gizli, olduğu yerde duruyordu. Yöntemleri kullandılar umutsuzluğu yaydılar; bir elf hanımı daha az olsa Orta Dünya ne kadar güzel olurdu. Ne kadar zayıf yaratık silinirse o kadar mükemmel olurdu. Ve işlerini yaptılar kara lisandaki dilleri ile…” “Mirilya kendi dertlerini unutmuş gibiydi. İlgili olması düşünmesi gerçekten sevindiriyordu Ninque’yi ama kendinden tek kelime etmezmiş gibi geliyordu, hiç normal bir davranış sergilemiyordu Mirilya. Sadece bir kez babasının Minas İthil’de olduğundan bahsetmişti. Ama bir kişi bile ziyaretine gelmemişti. ‘Hazırım’ dedikleri gün bir kere daha konuştu Mirilya: ‘En korkunç olan yerde babamı yalnız bırakamam, onun yanında onunla beraber iyileştireceğim, beni Minas İthil’e göndermelerini isteyeceğim.’ “ “Üstat’ın karşısına son kez çıkıp görevlerinin başına gönderildiler. Mirilya isminin okunması ile koridorlardan geçip oldukça geniş bir çalışma odasına alındı. Sonunda… Başarmış olmanın mutluluğu ile koridorlara döndüğünde: ‘Yollarımız ayrılıyor Beyaz Gözyaşı. Ve bir gün beni düşünürsen görüşeceğiz demektir. Ben Yakut Kalpli, senin renklerini hafızama kazıdım, ömür boyu dostum.’ Sarıldığı Ninque’nin son sözünü duyacaktı: ‘Namarie’ “ “Son sözü söylerken Ninque’nin içinde büyük fırtınalar kopuyordu: Acaba bu sözü sevgili annesine de söylemek zorunda kalacak mıydı? Tek bir haber yoktu. Ve şimdi yola çıkıyordu…” Muile’ye şüphe ile bakan elflerden biri ozanın susması ile sordu: “Haberci, hani gözlerini açtığında Melima, adını sayıkladığını bildirecek haberci?” Muile sadece ayağa kalktı ve umursamaz bir tavırla: “Kara lisanı kullananlarca öldürülmüştü.” “Namarie ozan.” Derken hepsi o günlük yeterince dinlediğini düşünüyor olmalıydı, ozan ise o karanlık dili kullandığı ezginin yükü altında gücünün tükendiğini, “Yine gelin” demekle yetindi… I.Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 13, 2011 2:34:25 GMT 3
Yakut Kalpli II. Bölüm Olabildiğince Yine gece idi. Muile'nin karanlıklar içinden çıkıp buluşma yerlerine geldiğini görenler olabildiğince sabırla notaları dinlemek için oradaydılar yine. Ve sözler dökülmeye başladı: "Mordor diyarı... Kara Kapıları geçeli uzunca bir zaman geçmişti ki yürüyüşlerini sonlandırdılar. 'Beni Tark-Shakh, Numenorean Lordu, olarak tanırlar. Sadece bir tek kişi bana gerçek adımla seslenir. Ve bunu bilmeniz gerekmez.' bir grup esir olanca gücü ile mücadele edip teslim olmayacakların haykırırken, onun hain yüzünü gördüler. Bu Numenorean sağ elindeki güç sembolü bir topuz ile onları işaret ederken devam etti: 'Siz de beni diğerleri gibi anacaksınız!'. Esir Dunedain grubunun başındaki konuştu: 'Artık kim olduğunu bile bilmiyorsun öyle değil mi hain!' Sadece sırıtarak, bu cümleyi geçiştirdi; Mordor'daki yaşamın en önemli parçasını işaret ediyordu, hizmetkar:'Karanlıklar içindeki elması görüyor musun? Öylesine güzel parlıyor siyah elmas, fark etmemiş olamazsın... Barad-dur!' Ayakta durmakta zorluk çeken bir diğeri: 'Tüm gördüğüm yıkılacak bir sefilin marifeti'. Son konuşan yaralı olmalıydı, karnındaki yarasını tutarak;'Kimin güçlü olduğ...' şeklinde bir cümle daha kumaya başlamıştı ki, Tark-Shakh büyük bir nefretle: 'Kimin güçlü olduğu belli ve sen artık konuşmayacaksın.' adamın sonunu oracıkta getiren ve tüm grubu nefretle üstüne saldırmak için harekete geçiren topuz darbesi, acının adıydı. Nefret çığlıkları civardakilere karıştı. 'Boyun eğeceksiniz... Zamanla... Götürün!' Hapsedilecekleri zindan bir diyarın içindeki zindanlara doğru iteklenirken liderleri tekrar konuştu: 'Gizlenemeyeceksin, elbet bir başka hain senin de sonunu getirecek ve o gün karanlık efendinin de yenildiği gün olacak!'. Hüküm Dağı'nın kırmızı ile gördükleri bu karanlık suretten bir cevap gelmedi, sadece giderek uzaklaşan kahkaha sesleri duyuluyordu..." Muile notaları değiştirdi: "Olabildiğince uzak olmak varken, Gölge Dağları kıyısına giden bir acemi... Mirilya tüm bu dehşetin çığlıklarına atının adımları ile daha bir yaklaşıyordu. Babasının ve kendinin olabildiğince uzak kalmasını isterken o nefretten, ona yıllar boyunca ayrılırken söylediği sözleri duyar gibi oluyordu; 'Burada güvendesin'. Mirilya: 'Gitme' 'Bu sadece bir görev, mecburum. Yakut Kalplim.' Osgiliath'ın Doğu kapılarından her geldiğinde babası, Yakut Kalpli'nin duyduğu mutluluk, çoğu zaman gelen mektuplarla sınırlı kalıyordu. Tek bildiği Orta Dünya'da olabildiğince çabaladığı idi. Ve en sonunda doğu kapılarından ayrılan kendisi olacaktı..."
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 13, 2011 4:00:40 GMT 3
Cesaret
Bu kadar cesur iken bu kadar acı çekenler akıllarındaydı sadece. Onlardan birisi kendileri olabilir miydi? Sadece ormanın sevgili kollarında uyumakta olan varlıkları, bunca dayanılmaz acı ile karşılaşsa nasıl davranırdı. "Finrod'u hatırlayın, Felagund Finrod'u son anlarında ne yaptığını!" diyerek içini döktü birisi. Dostlarının içindeki soruları gözlerde gören dinleyicilerden birisi idi bu. Ozan sırtını dönmüş beklerken ruhunu tazeleyen sözleri söyleyen bu elf'e teşekkür etmek istedi. Sadece duyduğu isim bile tüm benliğini buz gibi yüksek duygulara sevk etmişti. "İsmi unutulmayacakların arasındadır Finrod, tıpkı benim o bir grup Dunedain'ı tarif ederken kullandığım kelimeler gibi. Aynı duygu ile aynı güç ile korkunç irade ile ve elbette şanlı bir son ile..."
"Ve göçüp gittiler Kara Kapılardan geçen devler idiler
Ne Orta Dünya onlar gibi kahramanlar görecekti Ne düşman bu kadar cüretkar olacaktı, asla
Ve göçüp gittiler adları Dunedain idi Kıskanmamak elde miydi
Krallar toprak üstünde yürürken Onların her biri Yakut Kalpli'ydi
Ve göçüp gittiler Beyaz Gözyaşları dökenler için
Ne Orta Dünya onlar gibi kahramanlar görecekti Ne düşman bu kadar cüretkar olacaktı, asla
Sadece sözleri söyledi ozan, Cesaret Onların adları benimle yaşayacak
Ne Orta Dünya onlar gibi kahramanlar görecekti Ne düşman bu kadar cüretkar olacaktı, asla "
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 15, 2011 0:13:59 GMT 3
Konuş
Dinleyenler şimdi biliyordu bu bir peri hikayesi değildi. Hiç olmamıştı. Ozanın ayrılmaları için önceden uyardığı kimler varsa sonunda orayı terk etmeliydi. Son olarak Mordor'u anlattığı kısımlarda bir nasıl desem, bir nefretin gizlenemeyeceği ağır yükler vardı. "Terk etmelisiniz" diyerek onlara şöyle bir bir baktı. "Terk etmelisiniz beni, bilinecek fazla bir şey yok, bundan sonrasını sadece kendime ayırdım..." Şimdi mandolinini ve yüklerini alıp sessizce orada oturan elflere el salladı. Onlar da ona. Karanlıklar içinde kaybolurken elf kızı kendini tutamadı yüksek sesle: "Yıldızlar yolunu ..." ve sonra yavaşça: "... aydınlatsın."
Muile merak etmemelerini anlıyordu ve bunun için mutluydu. Hep hikayelerinin dinlenmesinden mutlu olacak değildi ya! Bu bir gösteri için olsa bile bazen gerçekten yaşam gibi ani kararlarla istediğini yapabilmeliydi. Kara Lisan'da konuşacaktı şimdi, Melkor ezgisinin yankılandığı Barad-dur'un karanlık dünyasında duyulabilecek tek dilde.
" 'Konuş' 'Lordum bir grup Dunedain, ele geçirdik Minas İthil'den geldiklerine şüphe yok' 'Bunda heyecan verici ne var!' 'Hemen söyleye...' 'Sus, hiç heyecan verici bir şey yok, o Noldo'nun marifeti. Sana veriyorum. Kullan KırmızıMücevheri, hizmet et!' Efendisinin son sözü ile taht odasını terk eder Tark-Shakh. Yüzünde hayatının başarısını elde etmesinin mutluluğu, elinde kırmızı mücevher Carnimiere ve adımlarında nefret ile... İlk gideceği yer tutsakların yanı olacaktı: 'Konuş' " Ozan kendi kendine hikaye anlatmaktan zevk alıyor olmalıydı. Konakladığı handa, mürekkep ile güzel olduğunu düşündüğü anlatımı kağıda döküyordu. Elbette mandolinin notalarını da yazıyordu. "Bir gün isterlerse çalarım" diyerek mumu söndürecekti. Şimdi bir sonraki geceye kadar uykunun keyfini sürebilirdi.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 16, 2011 14:22:57 GMT 3
Çabalama
"Dunedain grubunun liderine söylemişti bu kelimeyi : 'Konuş' kime hitap ettiğini bilmiyor olacaktı Tark-Shakh. Elinde tuttuğu göz alıcı kırmızıyı soruyordu.
Birden öfke nöbetine tutuldu: 'Bunun ne olduğunu bana açıklayacaksın, yoksa grubunun acısını arttırmaktan bir an çekinmem.'
Konuştu: 'Sadece birkaç yüz adım önce katlettiğin adama soracaktın.'
Numenorean: 'Senin üstünden çıktı, boşuna uğraşma canınızı yavaşça almadan bana her şeyi anlat, hizmet et.'
Biliyordu ki bu kristal onu Sauron'un gözünde daha yüksek noktalara getirecekti. Tek yapması gereken şu elf hayranlarını Valar destekçisi hainleri konuşturmaktı. Şimdi sanki bir sır duymak istercesine gözlerini açmış, kulağını Dunedain'a doğru çevirmişti. 'Gözlerimin içine bak, ancak öyle söylerim' derken yüzündeki son insanlık belirtisini siliyordu Dunedain'li komutan.
Tark-Shakh bu sefer biraz şüphe, hayret ve başarmanın verdiği zevkle konuştu: 'Sonunda.'
Bu iğrençliği sona erdirmenin zamanı gelmişti, dudaklarından ölümcül kelime döküldü Dunedain'ın: 'Çabalama'
Paramparça olmuş, bir hezeyan dalgasına sürüklenmişti diğeri: 'Demek sen busun, güçlü sanıyorsun kendini!' Bu sefer gülümseme ile 'Bir tanesini öldürün hemen!!' Emir verdiği orklardan manası belli olan, bir homurtuya benzer, ses ile emir yerine getirildi. 'Ya şimdi' derken katledilenin kanını eline bulamıştı. 'Ya şimdi' dedi tekrar. Ve tekrar. Liderin ifadesi değişmiyordu. İşkencenin yöntemlerini kullanacaklardı artık emindi. Tek bir çığlık bile yüzündeki ifadeyi değiştirmemişti. Hayata kalan birkaçına bakan Tark-Shakh iştahını kaybetmiş bir canavar gibi, yakınmaya başlamıştı. 'Sıra sende, sıra sende' O anda Dunedain'lı lider en yakınındaki adamına dönerek: 'Yap şunu!' diyerek önceden konuşulmuş olduğu belli olan emrini verdi. Adam deri bilekliğinin altından çıkarttığı parlak ak ışığı andıran tozları komutanının yüzüne doğru üfledi... Rüzgardaki yapraklar gibi diğerlerine katılmak için ağacından ayrıldı Dunedain, son sözü : 'Tıpkı Gondor'un Ak Ağacı, Oo Mandos beni kabul et'. "
"Çabalama, ozan çabalama kelimeler yetmez"
Titreyen alevinde mumun, karanlıklarla çevrili handa gözyaşları ile; mürekkep ile: "Çabalama"
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 16, 2011 14:23:31 GMT 3
"Bundan güzelini yazamam ya" elinde tuttuğu çürümeye yüz tutmuş kağıttakini bir diğerine geçirirken, titreyen sesi miydi, yoksa mum ışığının rüzgarla oyunu muydu? Bir kere daha okudu:
" Hep beraber
Sınırda, bir Orta Dünya hikâyesinde oradaydı orman. Şarkılar söylendi, ağıtlar sevgiye karıştı. Bir kez daha yüceldi ruhlar. Bir kez daha hep beraber söylendi sevgi sözcükleri. En yakınından en uzağına, elflerle orman bir kez daha hep beraber ağladı onlar için. Ruhları gitmeden önce Valinor'daki salonlara ormandı sevdiği,elflerin evi… Evdi ilk gideceği o soğuk sınırdan, evdi içindeki ateşi yakan, sevmekti.
Yaprakları savuran hep beraber, öylesine güçlü öylesine ahenkli rüzgâr: Hep beraber aynı yöne eğildi kadim orman... sevgili elfine selam verdi, mücevherini teslim etmeden önce törene çıkmıştı ağaçlar... Hep beraber.
Gözyaşı dökebilenlere hayran, onlarla konuşmaktan bile bazen korkan; gezgin bile şöyle bir durup düşündü: 'Onlar hep beraberler'.
"
---Sınır Muhafızının Yaşamı'ndan---
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 16, 2011 17:33:39 GMT 3
“Kısa yolcuğun biteceği yer belliydi. Minas Ithil'in ihtişamlı görüntüsü göründüğünde, Mirilya atını durdurdu. Kulelerine,duvarlara ve girişindeki ihtişamın yanısıra böylesine bir yapıyı inşa eden halkına hayranlığı ve tabii korku ile... İçindeki o dayanılmaz korkuyu yenmeliydi. 'Herşey yolunda gidecek.' Biraz daha ileriye baktığında ise sıra dağların, nasıl bir güç ile yükseltildiğini düşünmeden edemiyordu: 'Sanırım' diye fısıldadı. Duymak istediği kelime ise 'Haydi' idi. Oysa tek başına yola çıkan kendisi idi kimse bunu ona söyleyemezdi. Atını harekete geçirdi 'Haydi'.
Yaklaştıkça bir hareketliliğin farkına vardı, Şehir kalenin etrafında günlük hayatın akışını yaşayanlar dışında başka hareketlilikti bu. Ve borular çalındığında yaklaşmakta olduğu girişten atlıların çıktığını fark etti. Etraftakiler ile birlikte adeta yeri titreten bu büyük atlı birliğin kuzey yönüne dağlara paralel olarak yola çıktığını gördüler. Sanki hiç geri dönmemek üzere yola çıkanlar artlarına bir an bile bakmamışlardı. Artlarında kalanlar ise sevgi gösterisini onlardan esirgememiş olmanın rahatlığı içinde yaşamlarına dönmüşlerdi.'Demek böyle' diyerek atını ilerletti Mirilya, düşünüyordu. 'Demek burada hayat bu, yapılması gereken yapılıyor.'
Sonunda şehre girdiğinde, hayranlığı bir kat daha artacaktı. Bu uzak noktada en mükemmel işçilik ile işlenmiş kapılar, kemerler, sütunlar, sütunların üstünde yükselen yapılar, heykeller ve son durağı şifa evi. Atını seyislere bırakmış şimdi şifa evinin kapılarına birkaç basamak ile ulaşmıştı. İçeri adımını attığında yeni yetme bir çocuk onu karşıladı. Belgelerini göstermesi ile genç ne demesi gerektiğini şaşırmış sadece tek kelime edebilmişti: 'Hoş geldiniz hanımım', Mirilya o anda bir şeylerin olması gerekenden farklı olduğunu hissetmişti. Bu duvarlarda eksik olan bir şeyler vardı. Çocuk kendini toplayıp, 'Bu taraftan, sizi şifa evlerinin yöneticisi Hanımımız Esterian'a götüreceğim, bu taraftan, bu taraftan.' dedi. Mirilya gülümsemeye çalışarak çocuğu takip etti.
Kapılar, koridorlar geçilirken aklında tek bir şey; babası vardı. Konuştular... Estarian:'Yüce ruhlu birinin cesur kızı, aramıza hoş geldin' derken sıcaklığı hissetmesini sağlamıştı. Ama sorun olduğu yerde duruyordu. Mirilya :'Teşekkürler hanımım, burada sizin için yapabileceğim her şey umarım sizi mutlu edecektir. Ancak izninizle belirteyim şu anda babamı merak etmekteyim.' Estarian bu kez düşünceli, söylemesi gerekeni geciktirmenin anlamsız olacağının bilincinde Mirilya'nın Yakuttan Kalbine sanki keski ile vurulan darbeyi indirmişti: 'Kuzeyde, kuzeyde... Görevlerinden dönmediler, esir düşmüşler ve günlerdir haber yok kızım...' Sonra söylenenlerin hiçbirini dinlemiyor gibiydi..Ve iç dünyasının onu haklı çıkartmasının fırtınalarını yaşamak üzere odayı hiçbir şey söylemeden öylece terk etti.”
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 16, 2011 20:53:31 GMT 3
Muile mürekkebin rengini değiştirdi, kırmızı yazmaya karar vermişti şimdi.
"Mirilya koridorları ardında bıraktı, şifa evindeki hiç kimsenin konuşmasını duyamıyordu. Ta ki onu ilk karşılayan çocuk konuşana kadar: 'Hanımım onu bulacaklar, duyuyor musunuz?' yanıtlar: 'Elbette onu bulacağım' Çocuk:' Nereye gidiy...' Ardından yetişen Estarian söze girdi: 'Nereye gidiyorsunuz? Bizi endişelendirmeyin, içeri girip oturalım, konuşalım' Mirilya acı bir gülümseme ile sanki aklını kaybetmişçesine: 'Kuzeye.' dedi ve şifa evinin merdivenlerini indi. Sokakları aşıp atını aldı ve işte yollar onun için vardı.
Tark-Shakh hayatının başarısının aslında hayatını tehdit eden bir dert olduğunu anlamaya başlamıştı. Yaptıklarına baktı onlarca ölü ve konuşmamak için kendini öldürten biri. Bu bile elindekinden kurtulması gerektiği fikrini ve şüphesini içine düşürmüştü. Ama emir belliydi, bulması gerekiyordu nasıl bir gücü taşıdığını. İlgisini bu sefer Dunedain grubunun liderinin ölümüne sebep olan adama çevirdi. Bu tehlikeli adam diğerleri gibi değildi, şimdi daha iyi görüyordu. Hemen emirlerini verdi: 'Üstünde tek bir numara dahi kalmayacak, hadi aptallar. Sizi parçalatmalıyım, değersiz işe yaramayan...'. Bu sefer işlerini yaptılar: 'Sen konuş, görevin ne bu grupta' Cevap verir umursamazca: 'Şifa dağıtırım, senin aksine ' Numenorean Lordu: 'Ya da ölüm!' Demek istediğini anlayan şifacı sözünü esirgemez: 'Senin bildiğin manada değil.' Gözlerini kısarak: 'Sizi bekleteceğim, önemli sorunlarım var, bu bekleyebilir.'
Oysa söylediğinin tek kelimesi doğru değildi elbette. Dışarı çıktı ölenlerin kanlarını ezerek. Bir an eline baktığında sanki mücevherin rengi elini sarmış gibiydi. Ve o anda acıyı hissetmişti. Kırmızı mücevheri beze sarıp cebine yerleştirdi, onu kullanmayı zamanında öğrenemezse sonunu getireceğinden emindi." Kırmızı ile yazdı ozan sanki Carnimiere'nin içinden geçmişe bakar gibi.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 17, 2011 1:18:29 GMT 3
Yolumdaki dostlar "Ayakta durmakta zorlanırken, atının eğerinde kırmızı dünyada, bir Dunedain, yeni geldiği Minas Ithil'i terk ediyordu. Kapılara yaklaştıkça beklemesi gerektiği uyarısı yapıldı bir grup asker tarafından. Ama o duymamıştı bile, devam etmeye çalışırken tam bir karışıklık yaratacağından habersiz ilerledi. Büyük bir grup piyadenin geçiş yaptığını bile görememişti. Zorlukla atı durdurdular, kimse yaralanmamıştı.
Kız kendine geldiğinde 'Neden, neden beni önlemeye çalışıyorsunuz' diyerek, gözlerini açtığı yerin neresi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Güneş batmıştı ve hala şehirde olduğuna inanmak istemiyordu. 'Haber verin' diyen, bir bilgeyi andıran adam Mirilya'nın başında bu sefer ona:'Atlattın' demekle yetindi. Mirilya kalbindeki parçalanmış hissini veren ağrıyı tekrar hissetti. Güzel haberi alan Estarian birkaç dakika içinde orada oldu. Aralarında konuştukları dili biliyordu, şifa büyülerinin dili. Estarian bu kez Mirilya'ya 'Kıpırdamak yok' derken endişesi hala yüzünden okunuyordu. Oysa Mirilya'nın bunu dinlemeden o gece ayrılacağı besbelli oluyordu. Estarian:'Kimse burayı terk etmeyecek' dedi o geceki görevlilere.
Mirilya ertesi sabahı beklemedi elbette. Şimdi sessiz şehirde adımlarını hızlandırıyordu. 'Ne çıkılmaz bir yermiş burası' diye söyleniyordu... Tekrar atını almaya gittiği ahırlarda şansı yaver gitmiş ve sonunda şehri terk etmeyi başaracağına emin kapılara gelmişti, Nöbetçilere şifa evlerinin mensubu olduğunu gösteren belgelerini gösterip o geç saatteki geçişi sağlamıştı. Yolundaki dostları böylece atlatmıştı. Hızla Kuzeye Gondor'un Yeşil Orman elfleri ile birleşip kurduğu Rohavanion garnizonlarına ulaşmaktı ilk amacı. Bunlar Mordor'un Kara Kapılarına yakın birlikler de bulunduruyordu. Babası o bölgede esir düşmüş olmalıydı. Estarian'ın odasında anlattığı her ipucunu dinlemişti aslında. Oraya ulaşmak sonra buradan gerekli bilgileri almak ilk hedefi idi.
'Yolumdaki dostlar sadece beni anlayın, o Kara Kapıları yıkmayacaksanız, bir yolunu bulmak benim amacım bundan sonra' diye atı ile konuşuyordu. Yolumdaki dostlar, yakınlarda yürüyüşte olan bir başka piyade grubunun seslerini duyarken, atını hızla sürerken söylediği tek şey buydu 'Yolumdaki dostlar'."
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 17, 2011 17:04:20 GMT 3
"Acıma duygularını yıllar önce yitiren Numenorean, kimsenin de kendisine acımayacağının farkındaydı. Efendisinin en nefret ettiği şey olan zayıf yakarışlarda bulunmasının faydası yoktu elbette. Giderek sonunun geleceğini hissettiği bu düşman topraklardan ayrılmalıydı. Hayatta kalmanın yolunu Gorgoroth Yaylasında bulamazdı, ancak efendisi ile henüz yeni konuşmuşken Mordor'u terk etmesi dikkatleri üstüne çekecekti.
Pek çoğunun yaptığı gibi casuslarını harekete geçirecekti. Kara kapıların ardından haber beklemekten başka çaresi kalmamış gibiydi. Acıyı kontrol edebiliyordu ve en küçük bir belli etme durumuna karşı hep tetikte duruyordu. İşte aradığım ipucu bulundu dediği anda doğrudan o bölgeye bir görev uydurup, Kara Kapılar’ın ardına geçecekti.
Sauron, KırmızıMücevher demişti bilenler olmalıydı, Noldo'nun marifeti demişti. Şimdi bunun kaynağının Yeşil Orman olduğunu düşünmeden edemiyordu. Rohavanion'un dört bir yanına gönderdiği casuslarına bu ismi fısıldadı: 'KırmızıMücevher' ve sonra karargahında nefret dolu bekleyişine başladı.
'Tark-Shakh', bu isimden nefret ediyordu, Valar'dan ve yaşayan her şeyden... Varlığını sürdürmesinin tek nedeni, diğerlerinin kendisinden fazla yaşayacakları düşüncesine katlanamamasıydı. Adaları yok olmuştu. Krallarının Valinor bozgunu ve sevdiğini düşündüğü tüm tanıdıkları adayla cezalandırılmıştı. Tek bir şey kalmamıştı ve hizmet ettiği Sauron'u bile etkileyebilecek nefreti sonunda elinde kırmızı ve acı ile sonunu getirecek gibiydi. Hak etmiş miydi bunu, öldürürken düşünmeyen, kendisi için düşündüğünde 'Evet, ama önce onlar!' diye haykırdı. Hizmetindekiler buna alışkındı, hiçbiri odasına girmeye cesaret edemezdi. Ve karanlık içinde daha karanlık olan birkaç noktadan, birkaç ruhtan biri işte böyle kırmızıya boyanıyordu, an ve an zaman ilerledikçe..."
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 17, 2011 21:04:09 GMT 3
“Haftalar sonra Yeşil Orman’ın güneyi ile Kara Kapılar arasında babasının kaybolduğu yerde Mirilya: ‘Adı Aldarion, şifacı benim gibi biliyor musunuz bildiğiniz bir şeyler olmalı’. Bölgenin komuta çadırında sorusunu sorarken çektiği acıyı hissedebiliyorlardı. Uzun yolu önce Yeşil Orman’ın kıyısına sınır muhafızlarına götürmüştü onu, kayıtlara göre tam olarak şu andaki birliğe destek vermişti. Bu hareketli garnizonlarda bile kayıtlar olabildiğince tutuluyordu.
Mirilya devam etti: ‘Bir ipucu bile yeterli, belki hala hayatta, hissedebiliyorum.’
Sonunda elflerden biri konuştu, komutada ikinci sıradaydı, Dunedain komutana da ara sıra bakarak; ’Bir ork saldırısında, ağır kayıplar verdiğimiz bir saldırıydı bu, kaçırılmış olduğunu biliyoruz. Bize büyük faydaları olduğundan çok iyi tanınırdı.’
Mirilya titreyen sesle bir karşı koyuş sergiledi:’Sanki ölmüş gibi konuşuyorsunuz’. Elf sözüne aynı ciddiyetle devam etti: ‘Hayır, elbette izler takip edildi… Bunu raporlarımıza eklemiştik, henüz sonuçlanmış olması rağmen gerekli yerlere bildirdik ve sonra bir haber geldi.’
Mirilya daha fazla dayanamadı : ‘Nerede?’ Bu sefer Dunedain komutan konuştu: ‘Mordor’da ancak yaşayıp yaşamadığını bilmiyoruz’.
Ümitlerinin sonuna geldiğini gözlerinde görmek istemeyen komutanlar onunla gizli, gerçekliği şüpheli haberi de paylaşmayı uygun gördüler. Bu onun umutlarını koruması içindi: ‘Elimizde Mordor’dan gelen bazı duyumlar var; büyük bir Dunedain grubunun tutsak olduğu ile ilgili. Çalışacağ…’
Genç kız sözün sonunu biliyor gibi: ‘Kara Kapıları yıkmaya gidelim, daha ne bekliyoruz, gücümüz yetmez mi, haykırışımız duyulmaz mı, dostlar yaylarını germez, baltalarını esirger mi?’.
Çadırdakiler uzun zaman sonra bunu düşünüp yapmamış olmanın ağırlığı altında birbirlerine ve sonunda komutana baktılar. Son söz söylendi: ‘Bak, beni anla ben basit bir askerim, krallar ve asıl komutadakiler dev bir ordu toplamadan bu mümkün mü, bize bak burada ayakta durmaya çalıştığımızı göremediğini biliyorum, benim yapamayacağım bir şey bu.’
Mirilya farkında olmanın ağır yükünü taşıyarak tek kelime etmedi, yakut kalbindeki ufalanan parçalar giderek arttı. Çadırı terk ettiğinde yeni bir dünyaya bakıyordu Kül Dağları’nı o gri, siyah kasveti kalbine işliyordu, çalışıp duran bir düşmanlık ile nasıl baş edebilirdi kim şimdiye kadar o topraklardan canlı dönebilmişti ki. Kralların bile bir araya gelip yapamadığını nasıl başarabilirdi ki! Düşüncelerini o karanlığa doğru çevirdiği günden beri nefes alamıyor gibiydi. Üstüne çöken nefret dalgasından kurtulmak ne mümkündü, sadece yaşamak, sadece iyileştirmek için çarptığını sandığı kalbi artık en ağır yükle çırpınıyordu. Dağlara daldı gözleri, gün batarken elinden gelen sadece bu idi. Kalbine götürmekten korkarken elini, işitmeyi istediği sadece o iki sözcük idi: ‘Yakut Kalplim’
Orada harcayacağı günler içinde herkes artık onu tanıyor ve üzüntüsünü anlıyor, çaresizlik ile desteklemeye çalışıyordu. Yaralarını iyileştirdi. Ellerinde babasının hüneriyle , Kül Dağları’nı izlerken, yüreği Mordor’a gitmişken, bir haber beklerken… Bağlantı sağlanacaktı. Esirlerin bir kısmının yaşadıklarını söyleyen ve tek bir istekle, birinin dilinden yayılan Batının dili ile tek bir kelime ile ‘KırmızıMücevher’. ”
Muile, kırmızı mürekkebi bir kenara itmişti bu paragraflarda; zaten hiç sevmediği yazı rengini en çok mecbur olduğunda kullanmanın bilinciyle siyah ve maviye dönmüştü yine.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 18, 2011 1:22:46 GMT 3
Şarkının adı Yeşil Orman "Rohavanion'un her yerindeki ilgili kişilerin dilinde bu kelime vardı şimdi KırmızıMücevher. İlk duyanlardan biri de Mirilya idi elbette. Bunun ne anlama geldiği tam olarak belli olmamakla birlikte bir pazarlık isteyen yanı vardı. Mirilya Yeşil Orman'a gidecekti, ümidi bilgelerde saklı olmalıydı, umudunun şarkısını söyledi: En karanlık anımda yanımdasın, Biliyorum cevaplar sende gizli çünkü yanımdasın Hissetmiyor değilim, tüm sevgin ile Bu çocuğu kabul et, sen... Sen elf diyarı, kadim orman Yolum seni seçti, orman Kalbimin sığınağı orman, Mücevherini esirgemezsin, bilirsin kalp... Kalp, kalbim daha değerli, Ooo elf yurdu, orman Kalbim senin mücevherin artık, Sensiz atmayacak bundan sonra Ooo güzel elf yurdu, Kalbimi kabul et Sürekli bu şarkıya benzeyen sözler dökülüyordu dilinden. Umut dolu yolculuğu yanı başındaki yeşil dünyaya iken, ardına bile bakmadı. Bu büyük bir antlaşma idi. Mücevheri verdiği andan itibaren ömrünü geçirmek isteyeceği tek yer orası idi. Şarkıya yeniden yeni baştan başladı. ... Ooo güzel elf yurdu Kalbimi kabul et " Kağıtları bir araya toplayan Muile, notaları ile bir araya getirip yazdıklarını ve ciltlerin arasına yerleştirdi. Şimdi Yeşil Orman'ın değerini kendi kendine bir kez daha anlatmanın yürek hafifliğini yaşamak için tek ışık kaynağını söndürdü. Pencereden görebildiği yıldızlara anlatır gibi konuştu bu sefer. "Bu gece ve diğerlerinde kıymetini bileceğim sevgili orman"
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 24, 2011 0:23:13 GMT 3
Yakut Kalpli III. Bölüm Muile gündüz yazmanın zevkini çıkarmaya karar vermişti, belki sadece bu günlük: “Gil-galad’ın salonları Forlindon’a girdiği andan itibaren hissedebiliyordu Oropher’in habercisi. Bu bölgeye ilk gelişi idi. Lindon topraklarında yürümenin nasıl bir duygu olacağını düşünüp durmuştu yolculuğu boyunca. O ve yanındakiler Rivendell’e ve Arnor Krallığı’na gidenlerden ayrıldıklarında bunun giderek ağırlaşan bir yürüyüş olduğunu anlamışlardı. Ve Forlindon… Noldor’un ihtişamlı dünyasından küçük bir toprak parçası. O ihtişamın içinde hüzün gizli. O ihtişamın içinde krallar gizli ve tabii Valinor’un geri çağıran sesi gizli. Onlar henüz geri dönmediler, Sauron ve elfler arasındaki ikinci çağ savaşlarında hep var oldular. Şarkılar söylediler kaybettiklerinin ardından ve asla boyun eğmediler Karanlık Lord’a. Ve haberci bunların bilincinde elinde efendisi Oropher’in mektubu ile salonlara doğru adımlarını attı. Uzun yürüyüşünün en yüksek basamaklarını Gil-galad’ın yurdu ve salonlarının basamaklarını huşu duyguları ile aştı. Taht odasına gelinceye kadar gördüklerini ömrü boyunca anlatacaktı. Aştığı ilk basamaktan, koridorlara, birbiri ardına dizilmiş, geniş sanat eserleri ile el hünerleri ile dolu salonlara ve son olarak o toprakların kralını göreceği yeri nasıl olurda tarif edebilirdi ki. İnanan veya inanmayan sözlerine herkese hak verecekti haberci yıllar sonra buraları anlattığında. Böyle duygular ile girdiği son salon’u ise anlatmak her ozanın hayali olsa gerekti. Bu duyguları verebilmenin en güzel yolu en dikkat çekici olandan söz etmek olsa gerekti. Aiglos, hafif bir eğimle tahta dayalı, güneş ışınlarının aydınlığında “parlak yıldız”ın silahı… Nasıl olup da onca savaştan canlı çıktığının kanıtı gibi, Noldor gibi işte onu kavrayan sahibi gibi; ihtişamlı. Salonları vardı elflerin, salonları vardı Forlindon’da… Kralları bin yıllar boyunca tekrar ve tekrar o salonlarda yürümüştü. Adı Gil-galad'dı. Şarkısı ise ben ozan Muile’nin dilinde yıllar sonra O gittikten sonra, sadece başkalarından duyduğum bir şarkı olacaktı. “Gil-Galad bir Elf Kralı'ydı Ozanlar hüzünle söyler olanları Son kraldı o Dağ ve Deniz arasında Hükmederdi adil ve özgür bir krallığa Uzundu kılıcı Mızrağı sivri Uzaklardan seçilirdi parlayan miğferi Sayısız yıldız, göklerin tarlasında Görünürdü gümüş kalkanının aynasında Ama ayrıldı gitti uzun zaman önce Kimse bilmez şimdi nerede Çünkü düştü yıldızı karanlıklara Gölgelerin hükmettiği Mordora”* “ Muile notaları mırıldanırken, dışarıda mükemmel bir gün olduğunu biliyordu. Yeşil Orman’da dolaşmak için bundan daha iyi bir bahane olamazdı... -------------------------------------------------------------------------------- Okurken dinlemeli: www.youtube.com/watch?v=k8FYjyvsd00&feature=related *tr.wikipedia.org/wiki/Gil-Galad
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 25, 2011 22:36:14 GMT 3
Muile'den notlar
"Haberciler gelir, haberciler gider. Krallar, kraliçeler gelir ve gider. haberciler gelir haberciler gider. Ve yine gelir giderler. Moria'ya gider, Lothlorien'e , Rivendell'e, Arnor'a, Gondor'a, Yeşil Orman'a, Forlindon'a, Mithlond'a, Osgiliath'a ve oradan Minas Ithil, Minas Arnor'a ve nehirlerle,dağlardaki, tepeciklerde ve göllerdeki sihirli, sihirsiz, canlı veya bilinci olan her yere gider haberciler. Yüksek sesle dillendirip, mektubu verdiğinde haberci, zaten bildiğini söylememiş midir bir kez daha?
Casuslar gider ve gelir, gelir ve gider yollardan, geçitlerden, dilleriyle, atları ile... Bildikleri lisanlar ile ellerinde taşıdıkları ile, kan ile, kamaları ile yazdıkları sembollerle. Taşırlar Sauron ve Tark-Shakh'ın kırmızı elinden çıkanları, kan ile, taşırlar Mordor'un dışına Kara Kapılar'ın ardına en yakındaki birlikten en uzaktaki Limana. Oropher, Elrond, Gil-galad, Cirdan, Galadriel, Celeborn, Elendil, Isuldur, Anarion ya da IV. Durin'in kulağına fısıldarken casus, zaten bildiğini söylememiş midir bir kez daha?
Ordular kurulurken Mordor'da güneyde ve doğuda; Ordular toplanırken Kuzeyde ve Batıda komutanların toplanmasını istediği güçler, yıllar sonunda toplanmaya başladığında, komutadaki ikinci adam dememiş midir 'İyi gidiyor', ki bununla zaten bildiğini söylememiş midir bir kez daha?
Şifacılar ağır yaralıları yaşatırken ve büyünün gücünden de faydalanırken, bir üstat öğrencisine yaşamın değerini tekrar tekrar gösterirken ve sonra sırada onun olduğunu işaret ederken; Minas Ithil'de, Kara Kapılar'da, Yeşil Orman sınır boylarında, başaran öğrencisinin 'Evet oluyor!' sözünü duyduğunda, öğrencisi; zaten bildiğini söylememiş midir bir kez daha?
Bir ozan Yakut Kalpli'lerin, Beyaz Gözyaşı dökenlerin, Gerçek Hazine'lerin, üstatların, Aldarion, Melima Sevilen'in,Tark-Shakh ve isimli ile isimsizlerin dillerinden dökülenleri çalarken dinleyene;zaten bildiğini veya hiç bilmediğini öylece anlatmış ve çalmıştır. Ozan Muile'nin mandolini, flüt ve sesi ile, mürekkep, kırmızı, mavi, siyah ve kağıt ile tüy ile... Nota ile, ezgi ile, istekle ve isteksizce... "
"Notlar" diye Bölüm III'e ekler. Gezintidedir. Bir değerlendirmededir evet gezintidedir.
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jul 28, 2011 0:08:18 GMT 3
Konuştuğu Yapraklar
Muile'nin ormanın hayranlığında bahsedebileceği sınırlı idi. Bunu çok iyi biliyordu. Bildiği yeşil'i anlatmanın zamanı olduğu idi. Onun için seçtiği yeşilin tonlarındaki yaprakları kağıtların arasına koymayı seçmişti. Kağıtlarla çürümesi için henüz zaman vardı. Hala konuşabilirdi onlarla; yeşilken yapraklar, hala gün ışığı dost iken anlatacağı bölüm elf diyarlarıydı. Yere doğru eğilmiş bir dalından yaşlı ağacın, en parlak yeşilini seçti: "Sen Gil-galad olmalıydın, ya da ben saçmaladım. Haha haa, Peki devam ediyoruz mandolin"
Konuştuğu yapraklar vardı ozanın notalarının canlandırdığı, bin yıllar öncesinin ormanlarının ve elflerinin o yapraklar olduğuna emindi. Şimdi daha güvenle çalıyordu, geceye daha çok vardı. Ve bir de tabii umut belki gecesiz bir gün daha verirdi orman, hani bir kere anlatmıştı ya.
Yaprak sormuş gibi döküldü notalar, elbette sormuştu ya: "Gil-galad: 'Peki ne haberler getirdin ey kadim ormanın, Yeşil Orman'ın sadık elfi' ”. Yanıt verecek olan bir başka yaprak olmalıydı, sayısız yaprakların ormanlarında hangisi olduğunu nasıl bilebilirdi ki ozan. Susup dinlese tüm orman sussa, rüzgar bile esmese ya da... Vazgeçse ozan o anda söyleneni çalmaktan, önemi neydi ki bunun. Muile vazgeçmedi, onu bu sözü açığa vurmaktan vazgeçirmeyen kendini açığa vuran idi. Öyle ki yabani gülleri fark ettiğinde dirseğinde kanı hissedecekti, güllerin yaprakları konuştu bu sefer:
"Haberci: ' Bir süredir hazırlıklarımız devam ediyor, her şey yolunda gibi, ancak tek bir şey dışında yüce kral, duymuş olmalısınız; KırmızıMücevher. Bilgelerimiz onun hakkında tek bir şey biliyorlar, Kütüphane'nin gizli bölümlerde saklı bir cümle. Ve Mordor'dan gelen tek kelime KırmızıMücevher şimdilerde' . Haberci soluklanmıştı. "
Gil-galad olan yaprak ile yabani gülün yaprağı aynı anda bir ağızdan yüksek tonda: "İkisi birden: 'Carnimiere! Onu ölümcül yaptım ve Valinor'dan beri yanımdaydı, onu ölümcül yaptım, her türlü kirli el için, ondan acıma beklemeyin, onu ölümcül yaptım, ondan kurtuluş yok. Onu bu yüzden yaptım'. Haberci: 'Ama nasıl? Siz, nasıl bildiniz?' Gil-galad: 'Bir genç için bilmeceler. Sadece oyalamalarını kralına önerdiğimi bildir, asla bunu kimse duymamalı, diğer meselelerle bunu bir arada götürmemiz faydalı olabilir.'
Haberci, Noldor Kralı'nın huzurunda kaleme alınanları teslim alıp saygıyla eğildi ve adımlarını önce seyrek ve sonra sıklaştırarak atarak salonu terk etti. Yeşil Orman'ı bekleyen bir tehdit bu kadar büyük olabilir miydi, anlam veremedikleri bu sözler nasıl olur da Yüce Noldor Kralı'nın dilinden dökülürdü. Bilmiyordu. Yola çıkma hazırlıklarını hemen bitirmeliydiler. Kimseye güvenemezdi. Ertesi sabah yola koyulmak zorundaydı. Haberci o gece tek bir an bile uyuyamayacağından habersizdi"
İki yaprak aynı sözleri aynı anda söylemişti Muile’ye, tüm orman suskun iken, o anda her şey donmuş iken. Ve sonra elini oynatabildi Muile, rüzgar, kuş, su, canlı, cansız her şey kaldığı yerden devam ettiler günü yaşamaya, sanki hiçbir şey olmamış gibi.
|
|