|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:12:14 GMT 3
DarkFang: "Kimsin! Yüzünü göster."
"Sadece rüzgarım. Oradan oraya dolaşan tanrıların nefesi"
DarkFang: "Tanrıların benimle işi nedir? Uzun zaman önce beni terk etmediler mi?"
"Bilemem, sadece rüzgarım ben. Oradan oraya dolaşan tanrıların nefesi"
DarkFang:"Fazla konuşkan değilsin, tıpkı onlar gibi, bilmeceleri seviyorsun öyle değil mi?"
"Bilmece, bilmece; en sevdiğim... Kaderinde rüzgarın yeri, tanrıların görmeni istediği; bir parça unutsan, bir kez teslim olsan."
DarkFang:"Asla kaderimi bir rüzgar çizemez"
"Büyük konuşma DarkFang, DarkFang.... DarkFang... rüyada mısın rüyada mısın?"
DarkFang:"Kabus!"
"Sadece rüzgarım. Oradan oraya dolaşan tanrıların nefesi"
DarkFang: "Hay uğursuz!"
"Sadece rüzgarım........"
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:12:57 GMT 3
Bu kadar basit
"Kılıcı ikinci kez kullanmaya gerek yok. Zaten zaman da yok. Ölümle arandaki metalleri ne kadar hızlı ve etkin kullanırsan o kadar şansın olur..."
DarkFang şimdi rüzgarı dinlemez gibi yapmaktadır. Kendi kendine yarın neler söylemesi gerektiğini tekrarlamaktadır. Etrafına bakınır. Komik olduğunu bilse de devam eder
"Sen daha iyi bilirsin metallerin çarpışma sesini. Sertliğini,dayanma gücünü,ezilip biçimsizce şekil değiştirmesini..."
"Sen savaş görmüş çarpışmış birisisin, ama burada sayıca çok az dostun var ve şartlar... tuzaklar... Pusu... Sisli havada soğuk çelik sesi... Göreceksin"
Gecenin içinde rüzgarı duymamak için sözler yetmez muhafıza. Gözüne kestirdiği metale olanca gücüyle galvorn kılıcı ile darbeler indirmeye başlar. Arada söylenir:
"Bu kadar basit... Bu kadar... Ya dayanıp karşılık verirsin ya da bir başkasından medet umarak öylece ezilirsin. Günü kurtarmaya çalışan ..." İnanılmaz gürültü kopartan bir yeni darbe daha indirir: "...şu kalkan gibi şekil değiştirip işe yaramaz hale..." "...geliiirsiin."
Şimdi sakinleşmiştir. Sesler sınır boyunca esen rüzgarı susturmayacaktır tabii: "DarkFang, DarkFang... DarkFang rüyada mısın?"
Talim için kullandıkları alanda ezilmiş fazladan bir kalkan vardır artık. DarkFang oradan ayrılırken rüzgara:
"Bu kadar basit!"
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:14:01 GMT 3
Muile karanlıkta kayıp, kendisine anlatmaya devam eder. "Bu korkunç karanlık elf ileri gitmiş olabilir mi? Onu kızdıran rüzgâr bana dost olduğuna göre bu elfte bir şeyler gizli..." Talim alanını etrafında nöbetlerini tutan; karanlığı gözleyenler dışında yabancı oldukları her hallerinden belli olan iki insan ilgiyle DarkFang'ın gösterisini izlemişlerdi. Bunlar güneybatıdan çok uzun yoldan gelen iki tacirdi. UzakLiman'dan geliyorlardı. Yanlarında taşıdıklarını yerine ulaşana kadar gizlemişler sadece topraklarından geçtikleri ülkelerin en yetkili kişilerine birer mektup vererek buralara kadar ulaşmışlardı. Ellerinde bir mektup daha vardı ve büyük bir kervan tabii ki. Kampın komutanı yanlarındaydı şaşkınlık içindeki insanlara: "Bu Darkfang; rüzgârla arası pek iyi değildir. Aslında sizin de kampı dolaştığınız bugünde gördüğünüz gibi burada en tecrübeli ve elit gücümüz Yeşil Orman savunmasının temelini oluşturuyor." İki ortak komutanı dinlerken biraz rahatlamış ve yaşlı olan: "Sizinle güvende olduğumuza şüphemiz yok komutan." Komutan: "Bunu bildiğinize göre, yolculuğunuzun sonlarında rahat bir uyku uyuyabilirsiniz Gilber." "Bizde bir kural var saygıdeğer komutan; ya ortağım ya da ben ikimizden biri mutlaka uyanık olur, ne kadar güvende olsak da." Komutan biraz alınmış: "Sizin kuralınıza saygı duyuyorum. Mektubunuz umarım en kısa sürede kral Feanor'un eline ulaşacak ve zorlu yolculuğunuz başarıya ulaşacaktır." Genç ortak:"Gilber yıllardır ticaretle uğraşan bir eski topraktır. Bu kuralı ondan öğrendim ben de." Bu kez kahkahalar... Gilber komutana işaret parmağını uzatarak: "Yeşil Orman Muhafızları komutanlarının bizi düşünmesi ve dostça tavırları mutlaka meyvelerini verecektir..." Muile etrafında geçen geceki topluluğun olduğunu farkeder; hikâyenin devamını anlatırken onlar hala oradadırlar ve ateş yanmaktadır.
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:14:40 GMT 3
Deliliğin sınırı yok
Dehlizden kurtulmak için çok çabalamıştı. Ayağı kayıp aldığı yolu yeniden binbir zahmetle tekrar alması gerekmişti. İçinde olup bitenleri bilmeyenler onun sıradan bir muhafız, orman için gözünü kırpmadan savaşacak bir asker olduğunu düşünüyor olmalıydı. Onun hikâyesinin basit; bu kadar basit denebilecek kadar sıradan olduğunu düşünüyor olmalıydılar.
O dehliz içinde ışığı ararken pek çok tuzak sizi en karmaşık yaratık yapmaya yetecektir. Bir meşale ışığını gören siz; "o yöne mi gitmeliyim, ne kadar da umutsuzum" diye düşünürken, en ağır çatışmalara girmekten başka bir şey elinizden gelmeyecek. Tek umut kendiniz başka bir şey değil tek umut siz bu kadar basit.
Talim alanının etrafında nöbet tutan elf, DarkFang'ı dinlerken bunları düşünüyordu. O basit olan şeyin farkındaydı. Uzun zamandır içindeki; yağmur ve rüzgârdaki deliliği yenmeyi nasıl başarabileceğini bulmaya çalışıyordu. Kendini buna inandırmayı istese de deliliğin sınırı olmadığını her zaman karşısına dikileceğini anlıyordu, hissediyordu.
Rüzgâr yağmuru getirdi, su sesi sınır muhafızınınkine karıştı deliliğin, dehlizin içine çekti elfi. Yağmurla, sadece gözyaşı değerini yitirmedi; deliliğin sınırını silip attı; evet artık emindi haklıydı deliliğin sınırı yoktu.
Hüzün dört bir yanından ona eşlik ediyordu, deliliğini bir parça çekilir yapmak için üzülmesi gerekenleri ona göstermeye çalışıyordu. O kalkan gibi teslim olmamalıydı, bir defa daha ayağı kayıp o dehlizin en karanlığına düşmeden önce hüzünle olan buluşmasının keyfini çıkartmalıydı.
Talim alanına bakan gözlerden bir çifti böylesine bir muhafıza aitti. Güvendiğiniz muhafızlardan birine. Belki fazla düşünmediğiniz, unuttuğunuz, dehlizlerde bıraktığınız.
"Yok, önce kendin bir şeyler yapmalısın, hüzünle dost olmalısın yoksa deliliğin sınırı yok..."
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:15:14 GMT 3
Komutanın zırhında meşalelerin yansıması ve parlayan yağmur tanecikleri… Hızlanmaya başlar alevle buluşur, gecenin içinde gece. Gök gürültüsü. Şimşekte bir an görünen gölge...
Tacirler son kez kontrol eder atları. Oradan oraya koşturan adamları... Gök gürültüsü. Şimdi yağmurun sesi, toprak kokusu... Huzur bulmak kimi için kimi içinse gözyaşı. Gök gürültüsü.
Gilber şüphelenir, ortağına fısıldar. Öteki etrafını kontrol eder. Şimşek çaktığında oradan oraya koşturan gölgeler... Hançerde eller... Yağmur...
Yılların oynadığı, elflerin eşlik ettiği orman oyunu, ağaçların gizlediği... Korku, korku öyle ki elinde tutabildiğin sadece korku... Belki en güvenlisi komutanın yanı, gururu kırıp yanına mı varmalı. İki tacir adamlarını toplamış kendini güvene almış... Gök gürültüsü...
Peki seni koruyan ne sınır muhafızı?
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:16:14 GMT 3
Gölgeler Canlı
"Silahlar kontrol edildi, gözler en değerli olan saniyeler için açıldı; Gölgelere saldırı..." Mandolin çılgınca çalınıyordu şimdi Muile söze devam etti... "Fazla seçenek yok bildiğin numaraları gösterme zamanı. Elfler oklarını kullanmaya başladı: Sanki boğazlanan bin bir yaratık vardı. Uzak temas bitti çelik ve et sesi şimdi daha iyi duyuluyordu. DarkFang yanı başında, düşmanın olmadığı için şansı hissediyorsun. Önünde onun yıktığı bir düşman, can çekişiyor diğerlerinin cesaretini kırmaya yetecek mi? Sıra sende, sıra sende… Sıra sende. Dehlizde çırpınmak, meşalenin etrafında savaşma sırası sende. Kılıcını savuruyorsun olamaz, hayır olamaz gölge hala ayakta, kolunda inanılmaz bir ağrı..."
Dinleyenler dehşet içinde...
"Hayır, olmadı, birinci darbede yıkamadın onu. Çelik çelikle çarpışmıştı. Uruk-Hai'nin kalkanı, umudun sonu mu? Hızlıca kendini geri çekiyor bu sefer saldırıyı bekliyorsun: Fazla gecikmiyor derinden gelen o nefretle bağıran düşmanın hamlesi. Şanslısın iyi eğitildin ve hızlısın, gerektiği şekilde ağrıyan kolunu kaldırıp hayatta kalıyorsun. Tam o sırada nefesini hissettiğin Uruk-Hai boğazlananlara katılıyor. Bir çift söz karanlıkta, meşale hala görünüyor dehlizinde ' Bu kadar basit' diye bir söz söylüyor dostun. "
Dinleyen: "Bu DarkFang"
Muile: "Tabii ki... Bir kez daha senin maceraya devam edeceğini müjdeliyor. Dehlizde olsan bile..."
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:17:01 GMT 3
Savaşta binlerce hikaye
Çığlıkta son bir acıklı hikaye. Seni anlatan son haykırış. Acı, inanılmaz bir nefret. Krallardan Theoden'in söylediği gibi "İnsan bunca nefrete karşı ne yapsın?". Savaşacaksın; bir hikaye binlercesine karışacak. Savaşlar yazılacak seninle Yeşil Orman'ın sınır muhafızı.
Geri çekiliyorlar... Karanlıklar içine... Şimdi yağmur sesi... Birkaç meydan okuma... acı çekenlerin sesleri ile, beyninde ölüm korkusu. Kazandın kazandın; biraz daha zaman ormandakiler için.
Savaşta düşmanını gördün, nefret kuyularından suyu içtin. Onlar sana asla acımayacak, anladın.
Birkaç saat sonra gün ışığı, yağmur kısa bir aralık verse de yine devam ediyor. Perişan tacirler, savaşa o eski kuleden katılan sevgililer, kamp komutanı, karanlık elf, dostların ve sen binlerce hikayeyi yazdınız. Savaşta.
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:17:59 GMT 3
Karanlık komutan "Bu seferki saldırı ince planlanmış ve bir hedefi var gibiydi..." Kamp komutanları durum değerlendirmesi yapıyordu. Kayıp sayısının bekledikleri kadar çok değildi ancak düşmanlarının kampı zorlaması kararlı olduklarını gösteriyordu. "Onu gördünüz öyle değil mi? Bildiğimiz düşmanları sanki daha organize hale getirmiş. Önlem almalıyız. Gözcüler arttırılsın ve şu casusları dinlemek istiyorum en kısa zamanda." Emirler yerine getirilir... Bazı Haradlı insanları casusluk konusunda ikna etmişlerdi. İyi ödenen gelire hayır dememişlerdi. Orklar arasından da açgözlülükleri sayesinde zaman zaman bilgi alabiliyorlardı. Bu seferki saldırı hakkında verilen bilgiler endişeyi arttıracak türdendi. "O mu? Evet artık biliyorlar sizin ormanınıza girdiğini, o tacirlerle... Hehe hee adını mı merak ediyorsunuzzz?". Komutan bir el işareti ile kesenin ork'a teslimini sağlar. Keseyi veren, yüzünde iğrenme ifadesi ile "Konuş" der. "Adını daha öğrenmem mümkün olmadı, çok yeni, uyanık, bilmediğimiz karanlık büyü sanatları olan bir dişi insan... Ona karanlık komutan dediklerini duydum." "Ne istiyor, bizi alt etmesi mümkün değil ki?" "Amacını onlar daha iyi bilir" Ork çadırın dışına yönelir, diğerleri onu takip eder, işaret eder. Gösterdiği tacirlerin kaldığı çadırdan başkası değildir. Komutan orka bakar ve "İyi iş!". Casus ayrılır. Diğerleri sessizce çekilir. Komutan düşünmeye başlar. Kraldan gelecek haberi beklemeli midir? İsmi sürekli tekrarlar "Karanlık komutan, karanlık komutan....karanlık...karanlık" Muile bir an duraksar: "Valinor'un iki ağacının ışığını görmeyen elflerle, görenlerin karanlıktan anladığı ne olabilir? Noldo komutanla, DarkFang'ın anladığı karanlık aynı mı? O komutan, Valinor'dan iki hatıra olan güneş ve ayı her gördüğünde düşündüğü Valinor değil mi? Ya o iki ışıktan öncesini bilen karanlığın elfi DarkFang ışık denince yıldızları düşünmez mi? Buradaki karanlık yüreklerin karanlığı olsa gerek. O karanlık komutan,karanlık." Dinleyenlerden:"Onu tanıyor muyuz?" Muile:"Sadece hikayelerden genç dostum."
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:18:32 GMT 3
Bir parça nefret
"İhtiyacınız olan sadece bu!". Karanlığın komutanı yakalanan iki casustan birini, adamlarının önünde katlederken bu cümleyi kurmuştu. Devam etti elinde birincisinin kanı hala ılık iken.
"Yeterince açık olabildim mi? İhtiyacınız olan benden korkmanız..." Diğerine gülümsedi ve kamasını boynunda gezdirip diğerinin kanını onun üstüne sürdükten sonra serbest bırakılmasını emretti. "Sen casusluğa devam edebilirsin iki taraflı olduğunu biliyorum. Getirdiğin bilgilere ihtiyacım olabilir... Bırakın"
Tutuklu olanlar sadece casuslar değildi. Geceki saldırıda korkaklıkları görünen birkaç orkun da aynı anda idamını sağladı. Acımasızdı... Sanki hiçbir zaman zayıflığa tahammül edemeyen karanlıkların efendisi Morgoth'un bir suretiydi.
Kahkahalar atarak karargahının bulunduğu alana doğru yöneldi. Gün idamlarla başlamıştı, onun için bundan güzel tek bir şey olamaz gibiydi...
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:19:12 GMT 3
Nefretin fazlası
Bölgedeki orkların başındaki uzun yıllardır böylesine tehlikede hissetmemişti kendisini. Hatta o sabah idam edileceklerin arasında kendisinin bile olabileceğinden korkuyordu. Korktuğu olmasa da nefreti tatmanın kıyısına geldiğini hissedebiliyordu. Hayır biliyordu. O büyücünün casusu öldürürken bir anlığına kendine bir bakış attığını görmüştü. İşte korku böyle birşey olmalı dediği anlar bunlardı. Kesinlikle bu kadının elinden kurtulmanın bir yolunu bulmalıydı. "Ama nasıl?" Beynini kurcalayan soru buydu.
"Önce içeridekiler temizlendi, sıra elf pisliklerinde. Aslında onlardan kendi adamlarımdan iğrendiğim kadar iğrenmiyorum. Yetenekli yaratıklar, ama ukala oluyorlar, fazla bilip nefret duygularımı kabartıyorlar." Bu konuşmayı yapan Karanlık komutan, dinleyen ise uzun zamandır tutsak olan birkaç sınır muhafızı idi. Karargahın yakınındaki zindanda tutuluyorlardı.
"Artık zamanı geldi bir parça daha nefret verelim, herkes içsin, herkes payını alsın. Duygular keskinleşsin... Söylediğim gibi yapın."
Zindandan çıkartılıp az önceki meydana getirildiler. Hepsi büyük acının sona ereceğini anlamıştı. Elfçe son vedalarını ettiler.
Karanlık komutanın mesajı okundu. "Onlar az önce ölenlerden şerefli yaratıklar, türünüzün onlar gibi savaşçılara sahip olup olmadığını görmek gerekecek."
İkisi dışında hepsi idam edildi. Temizin kanı kirliye karıştı. Biraz daha nefret verdi. Fazlası ve daha fazlası. İki sınır muhafızı gönderildi. Nefreti anlatmaları için.
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:19:46 GMT 3
Yağmur
Yıka sil ellerdeki kanı, deliliğin sınırlarını sildiğin gibi... "Bu acımasız dünyada şerefli bir yaşam ve ölüm tek istediğim.". Gözyaşları kurumuş iki muhafız Yeşil Orman kampına girdiğinde dudaklarından bu söz döküldü, deliliğin sınırlarını aşan elften. Onları görünce dün yaşadıklarının hiçbir şey olmadığını anlamıştı.
Hemen yaralıların olduğu bölüme taşıdılar onları. Bu iki muhafızı izleyenler en korkunç duyguları içinde yeşertiyordu. Giderek ağırlaşan yükü.
Elvenil bir an bağıran adama bakamadı, IronFist "Mertçe bir savaş değil bu..." diyebildi.
Yağmur devam etti. Binlerce yılı yıkayan yağmur hala çabalıyordu. Elfler çabalıyordu, bu düşmandan kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Yağmur akıllara girdi, gözyaşı olarak çıktı ve onları da sildi...
Elvenil şimdi ağlıyordu. "Öldüklerini sanıyorduk oysa ki, daha önce tutsak düşenlerin hiçbiri dönmemişti. Korkunç durumdalar IronFist." IronFist'in omzuna yaslanmıştı. IronFist onu uzaklaştırırken "Gel sevgili, bunun için buradayım şimdi daha iyi anlıyorum."
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:20:52 GMT 3
"Demek bilmediklerimiz bu kadar çok, komutanlar gizlemiş olmalı." "...Moraliniz bozulmasın diye..." IronFist'in Elvenil'e cevabı.
"Neden şimdi, neden bıraktılar onları?" "...Casusların söyledikleri doğru olmalı. Yeni gelen moralimizle de oynamaya başladı..." komutanın yardımcılarından birine cevabı.
"Bu pis numarayı kullanması, gerçekten bizden istediği birşeyler olduğunu gösteriyor." "Zafer, itibar... Olabilir mi?" DarkFang'ın sesli düşündüğü bir anda genç muhafızlardan birinin fikri ve sorusu.
"Burası hiç güvenli değilmiş. Yolculuğun bu kısmı en zor olanmış. Kendi adamlarımız olmasa belki de..." "...Ölmüştük." Gilber'in cümlesini tamamlayan genç ortağı.
"Haaayırrr... Aahhh" "Tamam, artık bitti..." Yaraların acısıyla haykıran, işkence çekmiş elflerden birine verilen bir söz, şifacı tarafından.
Kampta huzursuzluk. Kısa konuşmalar... Yağmur dinmemişti. Gün ilerlemeye başlamıştı.
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:21:45 GMT 3
Kendi dünyamdan
Şimdi içinde bir korku. Ya onlar kadar cesur olamazsam. Suçlanır mıyım? Affedebilir miyim bir daha? Acı denilen, beynimin oyunu; rahat bırak bizleri...
Aslında onca şımarıklıkta hep güvendeymişim? Kendime çok dalmışım. Dehliz belki de sığınağım. Nasıl olsa kimse sevmez, kimse orası için mücadele etmez.
Şimdi daha ağır yükler; dehlizin dışındaki ışık gerektiğinden parlak. Hüzün yanımda gelmeyecekse, yeni dostlar mı bulmalıyım... Hislerin bana en büyük dostu; hüzün olmazsa, ben yine ben olmam evet eminim.
O zaman çıkamayacaksın...Bulman mümkün değil yeni dostları...Sen kendi dünyana hapis kalacaksın. Her seferinde deneyecek ve elinden tutan dostları karanlıkta kaybedeceksin. Gidenin ardından karanlığa dalıp kendi dünyanda arayacaksın. Hep bulmak istediğin yerde, kendi dehlizinde kalmasını beklediğin, kimse orada uzun süre kalmayacak.
"Sus artık" "Beni kendi dünyamda hüzün ile bırak"
Karanlık öyle bir şey ki seni her şeyden kıskanacak, sarıp sarmaladığında seni, dünyan olacak.
"Ben de yeniden başlayacağım. En baştan bilmiyor gibi, unutmuş gibi. Tanımıyor gibi. Önce kendi dünyamdan. Önce karanlıktan"
-Hey oradaki sallanma nöbet zamanı.........
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:23:05 GMT 3
Binbir dert
Yeşil Ormanın sınırları boyunca bu tür kamplar kurmuştu muhafızlar. Bu kez komutan en güçlü oldukları yerden saldırıya uğramalarını, casusun söylediklerini düşünüyordu. Şu ulaklardan da dünden beri bir tek ses çıkmamıştı. Gidip o yabancılarla da konuşmayı hiç mi hiç istemiyordu. Ama eli mahkumdu. Kampı dolaşmak bahanesiyle kısa bir ziyaret yapacak belki bir açıklama isteyecekti.
Yaralıları bile ziyaret etmeden önce diğer kamplarla aralarındaki bağlantıları kontrol etti, gerekli emirler alınıp verildi, fikirler tartışıldı... Binbir dert... En küçük ihmale yer yoktu. İlk defa kendini büyük baskıda bulmuyordu elbette, ama içini bulandıran birşeyler vardı. İsmi tekrarladı "Karanlık komutan, gel de kozlarımızı paylaşalım." Aklından geçen ise sadece bu değildi. Savaşlarda gördüğü cinsten bir savaşçı-büyücü ile karşı karşıya olduğunu tedbirli olması gerektiğini biliyordu. Binbir derdin içinde Yeşil Orman Kütüphanesi'ne bilgelere bir ulak daha gönderdi. Onun gücünü tam olarak bilmeliydi... Binbir dert... "Karanlık komutan ha?İstediğin neyse alamayacaksın"
Gilber'in çadırı Gilber:"Binbir derdinizin arasında bizimle ilgilendiğiniz için teşekkür ederim....Şey..."
"Heldring. adımı soruyorsanız." Soğuk rüzgarlar estiği her halden belliydi. Komutan sorguya gelmiş gibi davranmamak için çok uğraşsa da belli oluyordu.
Gilber:"Komutan Heldring, beraber savaşmak gurur vericiydi, ancak bilirsiniz biz birer savaşçı değiliz daha güvende olabileceğimiz ormanda bir kaleye naklimiz mümkün mü?" adamın isterken pazarlık yapmaya çalışan bir ses tonu vardı bu sefer.
Heldring yanıtladı, net bir ifade ile:"Ormanın sınırlarından girmenize şu aşamada izin veremeyiz. Taşıdığınız her ne ise bize gösteremediğinize ve krala gönderdiğiniz mektup ile güvenirliliğinizi sağlamaya çalıştığınıza göre bekleyeceksiniz." O anda verdiği bir karardı. Sorumluluğu almıştı... Binbir dert...
Genç ortak söze karıştı: "Nasıl olsa bugün haber gelecektir Gilber." Heldring ayrılırken hafif bir selam verir: "Elbette." Sır vermeyeceklerini anlamıştır, bu tacirlerin. Onun için yaralıların yanına gitmeyi seçer...
|
|
|
Post by CursedFeanor on May 7, 2010 21:23:45 GMT 3
Biz üç ortağız
Altın, mücevher senin elindekini bana ver Benim elimdeki senin, güzel bir söz ediver Sıkarken elimi, iyi bir anlaşmada Yüzünde gülümseme, aklında neler var daha Bir, iki değil sıkacağın el Ellerimiz değerlidir, kıymet bil Biz dolaşırken Orta Dünya'da Gel sen de katıl alışverişe
Bir iki değil üç ortağız biz Tedbiri biliriz Tilkilerin kuyrukları dönerken Zihnimizde, Seni kandırmamızı istersen Elimizde Biz üç ortağız iki değil Bunu iyi bil
Muile'nin tekerlemesi şüpheli şüpheli bakan elf kızının hoşuna gitmiş olacak ki "Sır verir gibi, üçüncü ortak kim ki?" diye ekledi. Muile öyle sevinmişti ki sanki sonsuza kadar çalabilecek gibi: "Söylemeli, zamanı geldi".
|
|