|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:46:06 GMT 3
I.Bölüm
Bir anda yıllar geçmişti. O bir anda, görüntün; onlarca yıl yaşama sebebimin anlamını, sonunda fısıldamıştı. Seni kurtarmalı, kendimi kurtarmalıydım. Değer verilen cesaret, asalet, bilgelik veya herhangi yüce bir meziyet dışında bir duygu ile o anda büyülenmiştim. Kurtulmamız gerekiyordu, tek gerçek buydu.
Evet, sanırım bu, ümidin oldukça az olduğu yolculuktu. Ancak o ümit var olduğu sürece, yine de varlığını hissettirip büyülü hayallere kapılmama sebep olacak bir sona kavuşabilirdi. İşte yolculuk böyle başlamıştı ve hayaller ile doluydu.
Kendimi tanıttığımda, kendinden birine rastladığı için olsa gerek, hissettiğini, sönmek üzere olan titreyen bir ışık misali bir sarılış ile gösteren sevgili elf hanımı: Artık sondaki ışık için çabalama sebebim olacaktın.
Evet, ben unutulmuş, çevresi düşman ırklarla kuşatılmış bir yerde denizden gelen bir hazine bulmuştum. Neler yapabileceğimi kestirmeye çalıştığımı, düşüncelerimi, boynuma sarıldığın o anda hissetmiş olmalıydın. Bu bizim; elf topraklarına ulaşmak için amansız mücadelemiz ve belki sevgimiz. Bu bir hikâye ki kitaplarda yazılıp anlatılamayacak kadar hayal dünyamıza ait…
-Elwin ve Shaera’nın, “Heroes of Might and Magic IV” daki hikâyesinden esinlenerek bir şeyler karalama isteği…
-Müzik: Paul Anthony Romero
www.youtube.com/watch?v=XbJ1oxPvZrY
---------------------------------
İmkânsızı istiyorlar
Belki de umut olmak için, önce kendim inanmam gerekiyordu. Tüm benliğim ile bir çıkış yolu bulabileceğime inanmam ki bunun için sebeplerim inanılmayacak kadar çok artmıştı. Bu elf hanımı Shaera, göreni büyülese de beni en çok etkileyen güzelliği değildi o an için; evet, onun biz elflere her şeyden daha çok sarılması, yaşamı bizimle yaşamak isteği…
Başka türlü olamazdı, onu koruyacağıma söz verdiğim saniyede, artık inancım yaşama yönelmişti. Yaşamalıydım ve bu görevi başarıp kralın ve saray halkının hakkımda nasıl yanıldığını gösterecektim. Bu, beni bir daha ölüm görevine göndermelerinin önüne geçecekti, politikayı acımasızca yapan Lord Harke için bir uyarı olacaktı.
Tüm bunları düşünmeden önce Shaera gözyaşları içinde, hiç kimseye aldırmadan konuştu. Ellerini boynumdan yeni çekmişti ve ona böylesi acı verenin ne olduğunu anlattı.
-Sizinle burada, bu bilinmezde karşılaşmam bir mucize ve bu mucizenin bir parçasını babam Lord Gramin için saklamayı isterdim.
-Ve bu da sizin ne kadar yüce gönüllü olduğunuzu gösterir, sizi sonuna kadar korumaya kararlıyız ve belki bu bilinmeyen topraklarda ona ulaşabiliriz.
Bu sözler ile ne kadar büyük bir sorumluluk aldığımı kabul etmiş, az önce bahsettiğim söz ile inancımın yönünü mühürlemiştim.
-Siz, sizi tanıyorum.
-Bendeniz Elwin, saray çevrelerinde pek dikkat çektim mi bilemem ancak beni bu göreve gönderirken sizin için olduğunu söyleseler emin olun ölümcül görevi hiç düşünme süresi almadan kabul ederdim.
Elf hanımı, bunun gibi iltifatları o saray çevresinde alsa aldırmazdı belki, ama işte şimdi elf yurdunu anımsatan her söze muhtaç gibiydi.
-Ölümcül görev dediniz. -Evet, imkânsızı istiyorlar, leydi Shaera.
O anda zarif vücudu daha fazla dayanamadı, düşmeden son bir çaba ile bana tutundu.
-Ne aptalım sizin halinizi düşünmeden yakınıyorum.
Bu son söylediğimi duyduğundan bile şüpheliydim. Gözlerini üstümüzde hissettiğim düşmanlarımızdan korunmalıydık. Nefes alabileceğimizi umduğum bu orman açıklığında, kamp kuracaktık.
İmkânsızı istiyorlardı ki sonuna kadar savaşacağımdan habersizdiler. Onlara gerekeni verecektim, krallıklarını kurtaracak ittifakı; imkânsızı.
www.youtube.com/watch?v=c9-PsHkDbVY&feature=relmfu
------------------------------------------ Dünya’nın unuttukları
Bir dakikalığına Dünya bizi unutmuş olabilir mi? Bir dakikalığına bizimle olan hesabını unutabilmiş olabilir mi diye düşünmek istedim. Oysa hazırlık yapıyorduk işte. İşte yine korunmak için ateş yakılmış, büyüler yapılmış, nöbetçiler bırakılmıştı.
Shaera’ya ertesi gün sahilin kumlarında, saldırıdan kurtulan başkaları olup olmadığını kontrol edeceğimizi söylemiştim. O anda rüyalar gibi güzel gri gözlerini kapatmış, bitkinlikten uykuya teslim olmuş, güvenin nasıl bir şey olduğunu bana bir kez daha hatırlatmıştı.
Gece hızla yerini alırken, uzun yol boyunca benimle çarpışıp, buralara kadar hayatta kalanlara planımı anlatacaktım. Yanan ateşlerin yansımalarını gözlerde gördüğümde, bağlılıklarını bir daha sorgulamak için gözlere bakmam gerekmeyeceğini hissedebiliyordum. Oysa; her gece azalan sayımızda ateşlerde ruhlarımızın penceresine bakmaya devam edecektik.
Aranorn topraklarının bilinmeyenlerinde, kaybolmuş bizleri dünyanın unutmuş olması ihtimali sadece bir dakikalığına bir düşünceydi. Shaera’nın anlattığı korsanlar babasını sağ koymuş olabilir miydi? Gramin önemli bir komutandı, belki fidye için ellerinde tutarlardı, belki de Dünya O'nu unutmuştu, tıpkı Shaera gibi, tıpkı bizim gibi kayıplarda, yaban ellerinde dolaşmaktaydı. Dünya kimseyi unutmazdı, bir iz mutlaka bulunurdu. Ertesi sabah bunun için ormanın kıyısından sahile adım atacaktık…
------------------------------------
Elwin, Elwin
Karanlıklarda, gizlenen yaratıkları düşünmeden edemiyordum. Benimle konuşmayan bu düşmanlarla pazarlık yapmak, asıl amacımı açıklamak için bir, biricik fırsatım bile olamamıştı. Oysa onların fısıltılarını duyabiliyordum, adımı söylediklerine emindim.
-Elwin -Elwin -Bu benim adım evet, artık konuşacak mısınız?
Sessizlik… Sonra, her zamanki gibi, büyülerimizi aşmak için mırıldanmalar… Ve yine adım:
-Elwin -Elwin
Çok sabırlı düşmanlarım vardı. Kesin olan buydu. Bir ork patırtısı değildi bunlar, kayıplarımızın hiçbiri tek kelime edecek kadar uzun yaşayamamıştı, geriye kalanlar ise küçük bir takımdı. Adeta görünmeyen ancak maddesel dünyada var olan yaratıkları ikna etmeliydim.
-Durun size önerimi dinleyin… -Biz kimseyi dinlemeyiz, bizi sonsuz acılara sürükledin.
İşte bir ipucu konuşmaya başlamışlardı. Konuşmak için ısrar edeceğim sırada, korkunç bir büyü etrafımızı çevreleyen koruma büyüsüne saldırmıştı.
-Durun, durun, yaptığımızı onaralım, acılarınız… -Acılarımız, acılarımız… Elwin, Elwin…
Ve tekrar sessizlik... Büyüleri kalkanı aşamamıştı, yanımızdaki büyü işleri ile ilgilenenler takdiri hak ediyordu. Ama acaba ben ne zaman buna layık olup soruna çözüm getirebilecektim. Grubumda, elf konseyinin merhametli üyelerinin yanıma kattığı, bir druid bulunuyordu. O konuşmalar üzerine hemen ona yönelecektim. Shaera ile ilgilenmekte olan kadına sordum:
-Duydun mu? - Yani şunu mu: Elwin, Elwin… -O da var ama sonsuz acılar dediler. - Hesaplaşma günlerinde, kayıp geçitleri ararken bir paladin tanımıştım. Kutsal topraklarda, yolumuzu bulmamızı sağlamıştı. Sence o paladin gibi sana yol gösterebilir miyim, merak ettiğin bu öyle değil mi? -Geçit aramıyoruz ancak… -Ve bu kutsallık da bir paladin’in anladığı cinsten değil. Doğru kişiye geldin Elwin. Bu doğanın büyüsü, ilk seviyelerdekilerden değil...
Şimdi daha bir düşünceli şekilde can alıcı soruyu sormak için az önceki saldırının etkisinden sıyrılmaya çalışıyordum:
-Bu doğanın koruyucuları, bölgelerini savunan bir bilinmezler ile bir mücadele mi demek istiyorsun. -Henüz şekillerini bilmesem de, bu büyük bir ittifak ve evet kutsal doğalarında onları rahatsız ettik.
Duyduklarıma inanmakta zorlansam da olanlardan sonra tüm fikirlere açıktım:
-Üstünde çalışmanı hızlandırmalısın, büyülerimiz onları daha ne kadar durdurur, avlanılmaktan ne zaman yoruluruz bilemiyorum. -Elwin, Elwin sanırım onlarla konuşmaya çalışmaya devam etmelisin…
Shaera, tüm bunları dinlemekle yetinmiş, ümitsizliği hissetmişti, bunu üzgün ifadesinden anlamak mümkündü. Ona umut vadeden akşamki elf, şimdi ne diyeceğini bilemiyordu. Bu arada grubumdaki herkes etrafımıza toplanmıştı bile. Elf hanımından bakışlarımı ayırmadan sözümü söyledim.
-Gerekirse kalkanın dışına çıkacağım, ancak ne soracağımı kesin kararlaştırdıktan sonra.
Uğultu kopmuştu, herkes olmaz öyle şey anlamında bir şeyler söylüyordu. Sonunda:
-Tek yol bu olacak, önümüzdeki günlerde bunu yapacağım.
Tam herkes konuşmaya başlayacaktı ki, etrafımızda yine adımın yankılandığını duyduk:
-Elwin -Elwin
----------------------------------------------- Bu doğa elementleri ile konuşmak neredeyse imkânsız bir şeydi. Gerçi kendi acılardan bahseden bu yaratıkların, bize verdikleri acı az mıydı? Günlerdir verdiğimiz kayıplar. Yine de içimden bir ses, bu işin onların işi değil demekteydi. Bunun kesinlikle onların marifeti olduğunu düşünen grubumdaki nerede ise tüm elflere, bu hissi dillendirmek için erkendi. Druid ile özel konuşmalıydım. İlk fırsatta bu konuşmayı yapacaktım.
Tüm bu sorunların içinde elf hanımı Shaera, her geçen dakika bana bir umut olmaya çalışacaktı. Doğa elementleri tüm gece adımı ormana yazmakta kararlıydı, ancak elf hanımı buna aldırmadan yanıma geldi, tam da aklımdan geçeni dile getirdi:
- Bu yaratıklar kızgın ama bizleri öldürüp, kendilerini lanetlemek istemezler. - Shaera, bunun arkasında başka birileri var öyle değil mi? - Kesinlikle. Ölümler bu elementlerin elinden olamaz. - Druid ile konuşacağım, ama bir sorun daha var; bu düşman her kim ise bizi birbirimize düşürmekte kararlı. - O zaman Elwin, ben de seninle kalkanın dışına çıkacağım, seni yalnız bırakmayacağım. - Yoo, Shaera hayır bu ölüm ile bitebilir. - Umudu arttırmak için bunu yapmalıyım, seninle birlikte.
Onun, ne kadar ince bir ruha sahip olduğunu zaten anlamıştım. Ve şimdi cesaretini toplayan bir sevgiyi bana aktarıyordu. O sevgi gerçekti, sadece gücünün farkına varmam için bu konuşma yeterli olacaktı.
-Yarın, sizi bulduğumuz sahile tekrar gideceğiz, şimdi dinlenmelisiniz.
Sonunda, kullandığım bu resmi dil, onu tehlikeye atmak istemediğimi belirtmek içindi. Son sözü O söyledi.
-Sizi bu göreve gönderenler, daha önce de bu yolla başkalarını göndermişti. Sanırım birileri geri döndüğümüzde hesap vermeli Elwin. Bunun için elimden geleni yapacağım, sizleri bu duruma sokan her ne ise bulacağız.
O anda kararlı, güçlü biri ile konuşuyordum. Umudu olan biri ile…
----------------------------------------
Ağlarken
Shaera’ya verdiği umut için ne kadar teşekkür ettiğimi anlatmam mümkün değil, sadece kalbimde hissettiklerimi söylemiştim işte. Ayrıldık… Saldırı sona ermiş, ismimi ormana kazıyan kızgınlar bizi şimdilik kendi halimize bırakmıştı. Aklımdan geçenler ne olursa olsun, bin bir olasılığı düşünmeye çalışsam da, gerçeğin yanına yaklaşmamın zor olduğunun farkında idim.
Druid ile konuşmanın zamanı geliyordu. Druid yol boyunca gizemli davranışlar sergilemişti. İsmini bildiğimden bile emin değildim. Caradkelvar takma adını kullanan bu kadına ne kadar bel bağlamalıydım. Elf konseyinin, ruh halini yansıtıyor gibiydi: Anlaşılmaz. Hep o koyu kırmızı pelerinin kapüşonu ile bir şeyleri kendinden uzak tutmanın, çabası içinde gibiydi. Gözlerindeki yeşil, orman ile derinden bağlı olduğunun kanıtı idi, canımıza herhangi bir kastı olamazdı. Sessizce olup biteni anlamaya çalışıyor gibiydi. Ancak olasılıklar demiştim, elf konseyinin ondan ne istediğinden emin değildim.
-Ormanı hissedemiyorum, bu büyü kapanında. -Oklarımın onlara etki etmeyeceğine eminim. -Elwin’e ve onun adıyla bize olan bu düşmanlık nedir? -Sence başaracak mıyız? - Aranorn’da kaybolmak, işte başımıza gelen bu.
Küçük grubumuzda, saldırı sonrası fısıltılar bunun gibi cümleleri kuranlardan yayılıyordu. Ama bir ses, tanıdık o içten gelen ses… O değerli, o kristalleri taşıyan ses. Rahatsız edemezdim, ancak o kırmızı renkten tanımıştım. Büyücülerin aydınlattığı kamp alanında renkleri seçebiliyordum. İşte druid bir köşede devrilmiş bir ağaca sırtını dayamış yerde oturuyordu. Yeşil göz bebeklerinin dünyasının derinliğini yansıttığı Caradkelvar…
Ooo her damla toprağa ulaştığında, bir sis tabakası ve bin bir renkte olduğuna yemin edebileceğim, gecenin içine doğan çiçekler. Böylesi bir yaratığın bize zarar verebileceği fikrine inanmak imkânsıza yakındı. Ancak en korkulası imkânsıza yakın olanlardı, bunu biliyordum. Dedim ya rahatsız edemezdim. Gözlerimi, onun üzerinden çekip büyücülerin yaptıkları ile ilgilenmeye çalışacaktım.
O kristallerin çıkarttığı sesin hatırası, asla kaybolmayacak bir iz bırakacaktı bende. Doğayı her düşündüğümde, o gece acı çeken druid’ten bir parça his, benimle yaşayacaktı.
------------------------------------------ Doğanın çocukları
Ben, Elwin; gece boyunca adı ormana kazınan elf. Evet, ben de bir druid sayılırdım, temel seviye doğa büyüleri benim elimden çıkıyordu. Bir an izleyen gözlerden hiçbiri benim üstümde değil iken ki bunu hissedebilecek durumdaydım, ne Caradkelvar ile tek kelime konuşmuşken, ne de Shaera’ya veda etmişken kendimi büyücülerin koruması dışına çıkarttım.
Bir çılgınlık gibiydi, ancak yolculuk zaten bir çılgınlıktı. Onca yitip giden adamımı düşünmeden geçen anlarım sadece Shaera’yı gördüğüm anlardı ve O da o sırada gözlerimden aklıma ulaşmadığı için yapmam gerekeni yerine getiriyordum.
Elimden geldiğince fısıltıları takip edecektim. Kamptakilerden sadece Caradkelvar’ın duyduğuna emin olduğum ve doğanın çocuklarından olan biz druid’lere gözyaşını anlatan fısıltıları…
-Elwin gelmiş. -Elwin, sonunda cesaretini toplamış. -Biz öldürmedik, biz değildik Elwin. Ama siz suyu ateşe kattınız dostumuzu yok ettiniz.
Cevap vermeden edemedim: -Yoo yanılıyorsunuz, bunu hissederdim, en azından Caradkelvar hissederdi…
Cevapladılar: -Başkası mı? Başkası mı Elwin?
Tüm gönlümle: -Sizlere tüm dostluğumu sunuyorum, sizden asla can almadık ve anladım ki siz de bizden almadınız.
Kendilerini gösterdiler. Konuşacaktık…
------------------------------------
Elementler
Bir druid’in rüyalarını süsleyen bir sahne ile karşılaşmıştım. Evet, doğanın en yalın hali sonunda kendini göstermişti. Sonsuz bir hareket, vücutlarının doğasını yansıtıyordu. Ateş, su, toprak ve hava elementleri… Tüm dikkatimle elementlerin söyleyeceklerini bekliyordum. Havada süzülüp öne çıkan ateş elementi oldu. Kırmızı, sarı, turuncunun tüm tonları bu elementte toplanmıştı. Dünyamız Axeoth’un derinliklerinden gelen, lavlar bile bu kadar etkileyici renkler sunamazdı.
-Öldürülenler, benim kardeşlerim idi. Şimdi ateşe elini değdirir misin? Gerçeği anlamamın tek yolu bu Elwin.
İçimde bir korku ile bir adım geri attım, sonsuz acılar içinde tuzağa düşürülerek ölebilirdim. Tekrar konuştu:
-Eğer suçsuz iseniz bunu anlayacağız.
Ve sonunda, kendimi toparladım, kendime kızdım:
-Çekinmemi anlamışsınızdır, ben ilk defa sizin gibi yaratıklarla karşılaşıyorum, işte…
Alevden elini sıktım, sonsuz acı bekleyen bedenim bir dost elinin o hafif sıcaklığını hissedecekti. Elementin eli beyaz ve turuncu karışımı alevler saçıyordu. Ve güvenini sağladığımı, sorgunun bittiğini anlamıştım.
-Elwin, suçsuz.
Diğerleri tüm hiddetlerini yitirmiş, Ateş elementi hala elimi sıkarken etrafımı sarıp:
-Elwin, bizi affet. -Elwin suçsuz. -Elwin, şimdi dostumuz.
Elimi sıkarken baktığım kırmızı gözlere, bir çift sözüm olacaktı:
-Kaybınız için üzgünüm. Bunu yapanlar eminim bize de aynını yapanlardı. Geri dönüp grubumdaki son adamlarım ile saygıdeğer elf leydisini şehrime götürmek artık amacım. Yarın son olarak sahile göz atacağız. Belki korsanların saldırısından kurtulanlar vardır, belki leydi Shaera’nın babasına ulaşabiliriz. Kim bilir belki bize yol gösterirsiniz?
O anda toprak elementinin hareketlendiğini fark ettim, bir parşömeni bana uzatmıştı. Rulo halindeki parşömeni açtığımda, altın değerinde çizimler gözlerimin sevinçle parlamasını sağlamıştı. Bu Axeoth’un ayrıntılı bir haritası idi. Ve sanki her an yenileniyor gibiydi. Yine ateş elementi konuşacaktı:
-Keşfedilen ne varsa elementlerce bu haritada olacak Elwin, yarın ve gelecekte hep dostumuz olacaksın.
Bir adım geri çekildim, saygımı belirtmek için selamlarken ardımda birilerinin olduğundan habersizdim. Oysa tüm grup her şeyi göze almış ve hazırlık bile yapmadan, ne bir büyü ne bir silah kullanmayı düşünmeden peşimden gelmiş olmalıydı. Shaera, yakınıma kadar sokulmuştu. Ben ise acele ile elementlere veda ediyordum:
-Sağ olun, dostlarım. Şimdi kampa dönmeliyim, adamlarım çılgına dönmüştür şimdiden.
Shaera dayanamayıp söze girecekti:
-Evet haklısın Elwin, buradayız.
Ardıma baktığımda hepsinin bana sevgi ile baktığını görecektim. Nasıl buldunuz beni, siz orada güvende olmalıydınız… Bu benim…
Okçularımdan biri:
- Bu hepimizin işiydi Elwin. Caradkelvar yolu bulmakta zorlanmadı.
O anda hepimiz kahkahalarla güldük. Elementleri son bir kez görmek isteği ile dönüp baktığımızda sadece karanlığı görebildik. Tüm bunlara rağmen, dostlarımızı öldürenler bizimle hala uğraşabilirdi. Düşüncelere dalmak için sebeplerim vardı. İpucuna ihtiyacım vardı. Haritaya baktım. Bu sırada kulağıma fısıldanan doğanın sesini, Caradkelvar’ın tekrarlaması içimi ürpertmek için yeterli olacaktı.
-Nekross
Harita:http://mightandmagic.wikia.com/wiki/Axeoth
I.Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:47:09 GMT 3
II.Bölüm- Nekross Resim: browse.deviantart.com/#/d3hkrew by sandara.deviantart.com/Ben Diğer krallar nasılsa ben de farklı değilim. Bu düşünceden kendimi alamıyorum. Düşüncelerimde hep bu var. İyilik yapmak ya da acı vermek, kararlarım ile kaderlerini belirliyorum öyle ki elimdeki gücü ilahi bağlar ile desteklediğime inanıyorlar. Evet, onların üstünde baskıyı hissettiriyorum. -Sanırım acımasızlığımın sınırları yok. -Nekross’un ‘yaşayan’ ahalisi olarak size hep minnettarız kralım. -Hepsi adına konuşmaya cesaret edebiliyorsun yani. Bu sefer bakışlarını yere yönlendirmeyi unutmayan danışmanım, bu insana öfkelenmemem için ikna etmek istercesine söze karışma cüretini gösterecekti. -Efendim, bu bilinen bir şey Nekross’un temelini oluşturdunuz. Bu ikili yapı sizin de daha önce söylediğiniz gibi Arcan, Palaedra ve tüm diğerleri gittiğinde bile yerinde kalacaktır… Bu sözler üstüne, keyfim yerine gelecek diye düşünüyor olmalıydı sevgili danışmanım. Oysa bunu hissetmeyi unutalı uzun zaman olmuştu. -Demek sen de dediklerime kulak asıyorsun sevgili danışmanım. Peki, o zaman. Kemik ve metalden oluşan tahtımdan ayağa kalktığımda etrafımdaki her şeyin titrediğine yemin edebilirdim. Bu nasıl bir güçtü, bu nasıl temelleri güçlü olan bir ülke idi. Aslında sadece korku vermediğimi düşünmek istiyordum ki adam beni ikna etmekte inanılmaz bir cesaret gösterecekti. İnanılmazdı. Ancak bağlılığı ve koruyucuları olduğumu hissettirmek için çabası, hayret uyandıracak kadar etkileyici idi. -Nekross yaşayanlarında, farklı tek bir söz duymayacaksınız kralım -Çekilebilirsin. Hepimiz, taht odasını dolduran acılar içinde böylesi bir cevabı duymanın garip duygularını yaşıyorduk. Biz; Nekross’un ileri gelenleri ve ben kralları Gauldoth. --------------------------------- Ölülerin Düşünceleri Yaşayan varlıklar ve ölüler, taht odasına aldığım ileri gelenler… Mırıldanamayacak kadar sessizdiler. Bu yarısı ölü yarısı canlı adamın sanki her şeyden haberi olduğunu anlayamamışlardı. Yaşayanların canları için veya ölü olanların cansız bedenlerinin derinliklerindeki açlığı için hislerini bilmiyor muydum? Ve bu iki duygunun yan yana durmasının kanıtı vücudumu, aralarında dolaştırmaya başlayacaktım. Uzun zamandır emrimdekileri bu kadar kişisel olarak değerlendirmemiştim. Hangileri minnettardı. Az önce çekilen canlı mı sadece? Ya şu danışmanlar? Ölülerin düşünceleri vardı, olmalıydı. -Hepinizi dinleyeceğim, tek tek hepinizi… Ölülerin düşünceleri vardı, olmalıydı. -Hepinizin açlığını dinleyeceğim, tek tek hepinizi hissedeceğim… Ölülerin düşünceleri vardı, olmalıydı. -Onca sene sonra hepinizi dinleyeceğim… Ölülerin düşünceleri vardı, olmalıydı. -Öyle ki, sizleri bu an için yanımda tuttum. --------------------------- Ölümsüzler Kibirli, kadim ve içindeki acıyı kontrol etmede en başarılı olanların lordu konuşacaktı. Malvich. İşte vampirlerin lordu; karşımda cesaretini toplayan, vassallarım ve kullarımdan en önemlisi… Belki değerini belli etmek istiyordu öyle ki ona değerli hissettiren yine bendim. Beni şaşırtmadı, dedim ya hepsini tanıyordum, sadece bir süredir konuşmamıştım. Vampir buz gibi soğuk yüz ifadesi, çok az bir şekilde eğdiği başı ile saygısı ve ağırlığını hissettiren klasik tarzda giyimi ile heybetli görünümü ile özgüven taşıdığını sanki haykırıyordu. Çok uzun zamandır pek çok Axeoth krallıklarını dolaşmış olmalıydı. Ve şimdi benim hizmetimdeydi. Sanki evrenin boşluğundan gelen boğuk bir sesle: -Bizleri tanımlarken ölümsüzler demenizi hep isteriz ve sizin diğer yarınız da bir süre sonra zaten bize katılacaktır, Lordum. Ancak o zaman bile, yaşayanların değerini bileceksiniz eminim. Bizim için sonsuz yaşamımızın bir parçası onlar. Zaten ilk olarak Malvich’e gözüm takılmıştı, yaşayanlara önem verdiğini biliyordum. Onların tamamen yok olmasını istememesinin nedeni, benimle aynı duygulardan gelmiyordu elbette. Ancak aynı netice ile karşılaşıyorduk: -Elbette Malvich. Ancak yaşayanlarla ilgili sebeplerim daha ayrıntılı ve geniş… Benimle ilgili sözlerin olacakları tahmin, her şey olacağına varacak. Şimdi ölümsüzler sıfatını hak etme sırası kimde, hangi ölü bedende, kim konuşmaya cesaret edecek? Malvich, o buz gibi ifadesinde bir anlık gülümseme gördüğüme emindim. Diğerlerini dinlemek için hazırdım. ---------------------------------------- Konuştular Mardor uzun süre sağ kolum olan zavallı, Enric bir ara işime çok yarayan vampir sanki salondaydılar ve ben onların konuştuğunu duymanın imkânsızlığını yaşıyordum. Evet, onların ölümsüzlükleri artık anlamını yitirmişti, çoktan küllere karışan bu iki değersizin sesini nasıl olmuştu da duymuştum? Bu benim lanetlerimden biri olmalıydı. Malvich’in de onlara katılmış olması gerekiyordu. Herkes böyle olduğunu sanmıştı ancak onun değerini bildiğimden bir yanılsama yaratıp onu korumayı başarmıştım. Dönüp Malvich’e bir kez daha baktım, oradaydı. Diğerlerinin konuşmalarını dinlerken, konuşanların ölümsüzler olduğuna emindim. Tamamen bu dünyayı terk edenleri bile duyabiliyordum ki bu inanılmaz bir sorun olacak gibiydi. Onları aklımdan çıkarttım, sadece salondakilere odaklandım. Son konuşan, Kreegan azınlığının temsilcisi iblisti. Suraze’den sonra takip ettikleri kişi, acaba Suraze de benim için bir iki laf eder miydi, elimde ölümsüzlüğünün sonunu bulan iblis lordu… Tüm bu çokbilmiş konuşmacılar, sessizliğe gömüldüğünde aklımda bir kişi vardı. Ölümlü biri ve sonunu getirdiğim için hep pişmanlık duyduğum bir Yaşam Rahibi: Alana. Tüm konuşanların beni anlamadığı açıktı, bir zamanlar sadece Alana yaklaşmıştı buna ancak hastalıklı ölü yarımı bilemediğinden O da başarısız olmuştu. Bir kez daha benimle konuşur muydu, diğer sersemlerin seslerini duyarken benim için ses verir miydi? Bana bir şarkı olsun, bir mırıldanma olsun sesinden bir şeyler… Onun çoktan ölümüne sebep olmuştum. O’na yaptığımı kabul etmek mümkün değildi. Değersizliğin içinde debelenen doğamı korumak, saplantılı krallığımı sürdürmek ve efendim dediğim adını bile anmayacağım çılgını, kurtarmak için nasıl olup da Alana’yı feda etmiştim? Aklımdakileri anlatacağım, doğamın bana verdiklerini… Nekross için iyi olan ama hiçbir güzellik için doğru olmayanı… Konuşanları kovaladıktan sonra… Yıkım ve yaratma Salonu terk ettiler. Her biri… En son Malvich bir şeyler anlamak istercesine bir kez ardına bakacaktı. Boşuna uğraşmıyordu belki de. Belki de etrafımdakilere anlatmadığımı tahmin etmeye çalışıyordu. Boşuna… İşte düşüncem, işte Alana’yı bile tanımayan ölü yanım: Evrende yıkıcı ve yaratıcı güçlerin hiçbirinin kazanmaması gerekiyordu. Hep mücadele etmeliydiler ki bu bizim devam edebilmemizin tek yolu idi. Kendi özelimde yarı ölü, yarı canlı olan ben buna göre düşman belirlemekteydim. Nekross asla diğer krallıklar için açık bir tehdit olmamalıydı ve kolay lokma da olmamalıydı. Yaşayan ahalisi ile ölümsüzleri ile iğrenç düzeninde, yalnızca etrafımı saran bir zırh gibiydi. Ve varlığımızı sürdürmemiz evrene tehdit olmamamıza, onun da bize hükmetmeye gücünün yetmemesine bağlıydı. Ooo sevgili Alana, evrendeki iyilik olmasa kötülük var olamazdı derken yaklaşmıştın. Alana, senin sonun o kötülüğe hizmet etmişti, bir iyilik değil… İşte değersiz varlıklarımız için her şeyi kullanacaktık; yıkımı ve yaratmayı, her şeyi, istisnasız. Resim: illanthan.deviantart.com/art/Gauldoth-Half-Dead-258045326 by illanthan.deviantart.com/---------------------------------------------- Nekorrum Yaşadığına bir kanıt ver Bir şehir ki ölümsüzlerle Yaşadığını söyleyen Kanıt ver gücüne dair Nekorrum, öylesine karanlık Hastalıklı düşüncem gibi, Aklını kaçırmış bir evren parçası Evrene karşı evreni kullanan Kanıt ver devam edeceğine Nekorrum, öylesine karanlık Her an fikrini değiştiren, Yine de olduğu yerde yükselen Sancağı karanlık, ölümsüzlük rüyalarında Kanıt ver savaşı kazanacağına Nekorrum, öylesine karanlık Elimden gelse evrende, Kazanan kaybeden olmadığını Bilsem, ki düşmanların gülmeyeceğini Kanıt ver desem, seni yok edeyim Nekorrum, öylesine ben. www.youtube.com/watch?v=LAfz6TpDiQE------------------------------------------------------------ Alana rüyalarıma gel “Ne olurdu bir kez olsun yüzümdeki o korkunç, yarıyı görmesem. Ne olurdu seni koruyabilseydim. Evrenin o nefret dolu, yıkım yaratma savaşının parçası olmasaydık. Sana gereken değeri vermediğimi düşündükçe çılgınlığı daha iyi anlıyorum.” Kendime tekrarlayıp durduğum bu sözler Nekross’un yönetiminin ne olduğunun açıklaması gibiydi. Ve memnun olmayanlar olduğunu biliyordum. Her gün infazların ardı arkası kesilmiyordu. İşte infazdan kaçan bir grubun, kıyılarıma dadanan korsanlarla anlaştığı bile olmuştu. Önemsemeyecektim. Belki de hata yapmak istiyordum artık, yıkıma da şans tanırsam hata yapmış olur muydum? Tek bildiğim Alana’nın görmediğim yüzünün, rüyalarıma gelmesini istediğimdi. Ben de iflah olmaz bir acının ancak böyle biteceğine ikna olmuştum. “Alana rüyalarıma gel.” II.Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:47:58 GMT 3
III. Bölüm – Deniz Kimseye tek kelime etmemek ya da kendilerini daha iyi koruyabilmeleri için düşüncelerimi anlatmak. İşte o anda karar benimdi. Artık morali bir parça düzelmiş grubumdaki sadık dostlarıma, bunu borçluydum. Şüphelerimi tek kelime ile fısıldayan Caradkelvar yine her zamanki gibi geri çekildi. Evet, karar benim olacaktı. Resim: mynti.deviantart.com/art/Pettin-Da-Fish-108856748 by mynti.deviantart.com/-Doğanın elementleri bir süre ardımızı kollayacaktır, ancak bu nefretin kaynağını onlarla aynı anda anlamış oluyorum, dedim. Sonra gözlerinde yaşamı aradım, etrafımda bir yarım daire oluşturan bir avuç cesur elfe konuşuyordum ve devam ettim… -Artık bu görev sona ermiştir, sadece bulduğumuz dostlar ve düşmanlar sebebi ile. Asla yenilmedik. Evet, esas amacımız beyaz kaplanlara ulaşıp en zoru gerçekleştirmekti, yine de geri dönüp elf konseyine gerekenleri anlatmak için yaşamalıyız. Nekross bağlantılı bir bela ile karşı karşıyayız. Kendi aralarında en değer verdikleri büyücü söze girecekti. Cevap beklediğimi biliyorlardı, sadece bir dost olarak onlara sesleniyordum. -Elwin, seninle gelirken bunun geri dönüşü olmayabileceğini elbette biliyorduk. Buralara gelip henüz ışığı sönmeyen kim varsa aynı fikirde. Kayıplar kalbimizde, görev bitmedi ama dediğin gibi şehrimize dönme vaktidir. İşte Curunirbeleg her şeyi kabul ettiklerini bu sözlerle anlatmıştı. Yine geri planda kalacağını düşündüğüm Caradkelvar ise inanılmaz bir cümle edecekti: -Bu topraklar yani, Aranorn seni kral olarak görmek isteyecektir. Bu doğanın topraklarının sesini duyabiliyorsun, onun doğal müttefiki sensin. Aranorn Krallığı kurulduğunda ilk kralı sen olmalısın Elwin. Herkesin o anda bir hayret nidası atacağını düşünmeden edemiyordum öyle ki ben bile ağzımdan kaçıracak gibi olmuştum. Oysa kimse şaşırmamış gibi Caradkelvar’ı onaylayarak kendi arasında konuşmaya başlamıştı. Düşüncelerimiz benzerdi: Bir kral vardı şehrimizde, ancak bu şehir devletini çok az olan toprakları dışındaki tüm dünya ile ayrı tutardı. Ve Axeoth’un doğasından uzak mutsuz bir elf konseyinin bu görevleri icat etmesinin sebebi tam da bu olmalıydı. Kral her seferinde isteksizce uyardı konseyin kararına. Caradkelvar’ı onaylayan büyücünün sesi, diğerlerinden yüksek çıkacaktı: -İsteyenlerle birlikte Aranorn için mücadele edilmeli, bu krallığın adı Aranorn olacaktır ve bu elf konseyince kabul edilmek zorunda kalınacaktır. Onların içinden sızanları duymadık mı? Şehrin dışındaki topraklarla ilgili korkularını fısıldayanlar ve yeni şehirler hayal edenlerin mücadelesini… Bunların sonunu getirecek ancak Elwin olacaktır, kimse buralara ulaşamadı ve kimse elementler ile konuşmadı. Bugüne kadar, öyleyse geri dönüp konseye anlatalım, isteyenleri yanımıza katsınlar artık buralar bizim olmalı. -Ya düşman? diye sordu yanı başımdaki okçu. Hem Caradkelvar, hem Curunirbeleg hem de diğerlerine yanıt vermem gerekiyordu. Bizler için planları büyük olan bu değerli yol arkadaşlarıma, şunları söyledim, belirsiz gelecek için: -Her şeyi konseye anlatacağım ve evet artık o şehrin dışında umut arayanlar için yürümeyi kabul ediyorum. Barış sağlanmadan bir krala ihtiyacımız olmayacak. Nekross’un bu topraklardaki planları, beyaz kaplanlarla ittifak, hatta korsanlar… Bunlarla ilgilenmeden burası Aranorn olmayacak. Shaera’nın sessizce izlediği duygu dolu sarılmalar, el sıkmalar, haykırışlar sürerken ona doğru dönüp baktım. Evet, izlediği bir umuttu, elflerin yenidünyası idi. Ve O, buna inananları izlediğini biliyordu. Tek bildiğim onun da bizlerle artık kader birliği edecek kadar birkaç saat geçirdiği idi. Etrafımı saranlardan bir an kurtulduğumda yanındaydım. Gülümsedi: -Onlara gerçek bir lider olmuşsun. -Evet, sanırım. Ancak her şey belirsiz… Her şey sadece ümit... -Babama ulaşmamız gibi. -Lord Gramin için her şeyi yapacağım Shaera, ilk işimiz deniz… -Ya o korkunç Nekross’lu ölümsüzler, korsanlar? -Gücümüz yeterli, hala ayaktayız. Son cümlem ile artık sabah olmasını beklediğimi biliyordu. Herkes neşe ile kamp alanına doğru yürümeye başlamıştı bile… Onlara katıldık. Ertesi gün deniz ile uğraşmalıydık. -------------------------- Ay ile Güneşin Buluşması Bütün oyunların en güzeli Bugün için çok beklettin Gökyüzüne bakmamı isteyen Çok beklettin Geceyi temsil eden Ay Sevdiğim yüzünü gösterip Aranorn’da hayat olacağını Onun elf olacağını söylemek için Çok beklettin Kaybettiğimiz her dost için Gecenin gündüze karışacağı ana kadar Dost demekten çekinmeyeceğim Ay Elf dostu olduğunu bilmez miyim? Ama yine de bizleri Çok beklettin İşte zamanıdır, söylemek istediklerin için O güzel oyunu oynamadan önce Elf demek için, dost demek için Kampımızın üstünde ormanın açıklığında Gülümseyen Ay, sevgiyi Bin kere daha söylemeyi Çok beklettin İşte Gün geliyor, Soğuğu iliklerimizde hissedebiliyoruz Bizi sevdiğini söyleyen biri daha var Kıskanman için, elf demen için Güneş ile buluştuğun anda O sözü fısıldayacaktın “Aranorn, artık elf diyarı” Emindik dostluğundan, ne iyi oldu bizi beklettin. -------------------------- Engin deniz bizleri bekle. Bizleri bekle Altın Deniz… www.youtube.com/watch?v=hkDXNSWJLuo-------------------------- İsimsiz duygular İşte tüm dünya, bir şeyler olacağından haberdardı. Beni ise ilgilendiren, dostlarımı şehrimize ulaştırmak olmalıydı. Uyku tutmamasının tek sebebi bu muydu? Yalan söyleyemezsin Elwin, o gri gözleri görebilmek için uyumak istemiyorsun. Belki Onu da uyku tutmaz diye bekliyorsun. İsimsiz duygular için gözlerini kapatmıyorsun. -Ahh, dünya ne kadar çok konuşuyor… Etrafımda kim var kontrol bile etmeden kamp sınırlarında dolaşıyordum. Bir anda gri gözleri, ay ışığında görme isteği her yanımı saracaktı. Uyumak mı? Uyunamazdı… -Şiirini duydum. Ardımdan gelen sesin sahibini tanımıştım. Ne kadar kendi dünyasında biriydim, geldiğini hissetmeliydim. Ama güvenden olsa gerek kamptaki herkese sırtımı dönebilirdim. Ki bu sesi ilk duyduğum andan beri sevmiştim. -Shaera, demek… -Harika sözler… Kelimesi kelimesine ezberledim, senin için şarkısını söyleyeceğim Elwin. O geceye düşen en güzel ses, şarkısına başlamadan önce elini bana uzatacaktı. Ellerimiz birbirinin iken şarkı, dünyamıza bir daha asla söylenemeyeceği gibi söylenecekti… … İşte Gün geliyor, Soğuğu iliklerimizde hissedebiliyoruz Bizi sevdiğini söyleyen biri daha var Kıskanman için, elf demen için Güneş ile buluştuğun anda O sözü fısıldayacaktın “Aranorn, artık elf diyarı” Emindik dostluğundan, ne iyi oldu bizi beklettin. Son mısraları beraber söyledik, elf hanımı ile. Öylesine rüya idi ve Shaera ile benim aşkımızın şarkısı idi… ----------------------------------------------- Uyumayanlar Bir zamanlar diye başlayan hikâyelerin kahramanları, ertesi güne hazır mıydılar? Elwin ve Shaera’nın yaşadığının anlamını bilen ve kendileri için çok öncelerinin hatırasını taşıyanlar… Druid, denizi araştırmak için onların şarkılarına kısık sesle eşlik ederken, içinde bu duygularla gecenin sonlarını yaşıyordu. O ne mükemmel bir hüzün, o ne mükemmel bir sevgi, sesleri dünyanın ihtiyacı… Druid’in dilindeki melodi, dünyanın her şeyi yaşatma sebebi… Onlar için denizle konuşmaya gidecekti, onlar şarkılarını söylerken, o melodi uyumayanların iken ve uyuyanların rüyaları iken. -Sakın uyumayın, Elwin ve Shaera dünyaya bir başka efsane daha oldular. Şimdi sadece yalnızlığınızı hissedin ya da sevdiğinize güzel bir laf edin. Uyuyanların rüyalarına girin ve siz de uyumadan önce bir şekilde şarkıyı mırıldanın. Druid’in Aranorn ormanlarına ve az sonra ulaşacağı Altın Deniz’le böyle konuşmaya devam edecekti. Zaten tüm orman, tüm deniz şarkıyı dinlerken kendine gülecekti: -Ve siz bunu zaten biliyorsunuz. --------------------------------------- Büyülü saatler geçip gider, denizle sohbetler biter, konuşulacaklar konuşulmuş, şarkılar söylenmiştir. Ay yakamoz oyunlarını bitirmiş, altın için çok uzaklardaki yerini almıştır. Altını verir güneş; Altın Deniz’e. -İşte leydi Shaera, sanırım bugün dünden güzel olacak. -Yanımda olduğunuz sürece. İçindeki korkuyu hissedebiliyordum. Korsanlar. Herkesi toplayıp tüm gücümüzle sahile doğru yürüyüşümüze geçecektik. Sadece Caradkelvar ortada görünmüyordu. Gideceğimiz yöndeki patikada bizi beklediğini fark edecektik. -Büyük bir savaş yaşanacak. -Yani onları gördün öyle mi? Sabırsızlanmakta ve dilinin altındakini aramaktaydım. Hep gizemliydi bu kadın, bazen gereğinden fazla. -Sizin yapacağınız bir şey yok sadece izleyeceksiniz. Gözcülerimden biri patikada belirip söze karışmak istiyordu, onun konuşmasına izin vermeden druid’ten duymak istiyordum. -Neden söz ediyorsun, ey Caradkelvar? Savaş olacaksa, yapacağımız bir şey nasıl olmaz -İşte, adamına sor, işte sesleri dinle Elimle gözcüye işaret ettim: -Neler oluyor? - Bir ötedeki koyda Büyük Arcan armadasından iki gemi, onları sıkıştırmış Elwin. -Demek erken kalkmışlar. Herkesin keyfi yerine gelmişti, ancak Shaera ölesiye korkuyordu. Ve hislerini anlamakta gecikmeyecektim. Shaera’nın elinden tutup hızla koşmaya başlayacaktım. Ve yapabileceğimiz tek şey, sahile varmaktı. Denize ulaştığımızda sol yanımızda kalan tepeye yöneldik, herkes tüm gücü ile koşuyordu. Tepelik alandan her şey gözcünün anlattığı gibiydi. Tam bir deniz savaşı… Adını bir türlü hatırlayamadığım okçumdan mesafeyi denemesini istedim. Çok uzaktı. Ancak savaşın ortasında Arcan’lı gemiden bizi fark edenler olmuştu, azımsanamayacak sayıdaydık. - Bir savaş ve bizim yapacağımız hiç bir şey yok. Bu sözlerimi söylerken Caradkelvar’ın kapüşonun altından gülümsemesini görüp, ne kadar doğru konuştuğuna ikna olmuştum. Shaera ise dehşeti hissediyordu ve o ne hissediyorsa kalbimde taşıyordum. Savaş acımasızdı,, Korsanlar teslim olmaktansa ölümü tercih ediyorlardı. Ve kaybediyorlardı. Denize düşen adamlar, kırılan direkler, çığlıklar, dehşet… Saatlerce orada çaresizce üç geminin insanlarının yaşadıklarını izledik. Arcan gemilerinin üstünlüğü kesinleştiğinde, rehineler ortaya çıkacaktı. -Kraliçe Emilia Nighthaven adına elinizdekileri bırakırsanız, lanetli vücutlarınızı bağışlayacağız. -Neden size güvenelim? -Kraliçenin adını kullandığım için sersem. Korsanlar sonlarının gelmesinin an meselesi olduğunun farkındaydı. Pek çoğu çoktan denizin dibindeydi bile. Kabul ettiler, istedikleri gibi filikaları verildi. Kıyıya tam altımızdaki sahile çıktılar. Okçularım o anda sakin olmasını söylemem ile ormanlık bölgeye geçmelerine izin verecekti. İçimden bir ses Nekross’lulara gideceklerini bağırıyordu, ancak bizim yolumuz ayrıydı. Bizim için artık deniz vardı. Öğle vakitlerinde Büyük Arcan gemilerinden bizler için filikalar gelecekti. Ve evet Shaera babası Lord Gramin’e kavuşacaktı. Anlaşma yapıldı deniz dünyası ile. Elf hanımının o mutluluğu, anlaşmanın içinde olduğu için ben de mutluydum.. Arcanlılar, bizi kendi başkentlerine götürebileceklerini, bunun dostluğumuz için bir görev olduğunu söyleyeceklerdi. Kayıplarını gömdüler, acılarını paylaştık ve deniz diyerek yolculuklarımızı birleştirdik. -Deniz. -Deniz. -Deniz. III. Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:49:28 GMT 3
IV. Bölüm (Düzen) Bahçe Gezintileri Resim: shadowness.com/phatpuppy/mystic-garden-2-Bunu benim için sağladılar. Elbette kendim ve dostlarım için sağladıklarımla. En sevdiğim bahçelerimde kabul ettiğim, her konuğuma bu cümleyi kurmadan edemiyordum. Belki, anlamını anlatmak isteyebilirim. Neden onca yıl geriye bakıp, sözlere dökeyim yeniden? Zaten hepsi yazılmadı mı? Yanımda ne soracaklarını düşünen bir grup elf. Aslında neyi merak ettiklerini tahmin edebiliyordum. Korkularını hissedebiliyor ve yanıtımı soruya göre hazır tutuyordum. Sorma biçimlerine göre cevaplayacaktım. Acaba çok kesin cevaplar mı bekliyorlardı? Ne isterlerse vermeye karar vermiştim. Hep güvendiğim ahaliden bunu esirgeyemezdim. -Kraliçe, bizi bu güzel günde, bu muhteşem bahçede konuk ettiniz. -Size kanım kaynadı, soğuk tek başına dengeleri sağlayamaz. İnsanlara, cücelere, buçukluklara ve diğerlerine vermeyi esirgemediğim sıcaklığı, sanırım siz konuklarıma da vermeliyim. İşte karşınızdayım. Eğer Emilia Nighthaven’dan duymak istedikleriniz varsa cevap vereceğim. İki elimi avuçları onlara doğru bakacak şekilde yana açmıştım. Her şeyimle, düzeni sağladığıma emindim. Tüm dengeler adalet içinde sağlanıyordu. En küçük şüphe araştırılıyor, yürekler rahatlayıncaya kadar büyücülerimiz gerekeni yapıyordu. Sadece bu topraklarda Büyük Arcan’da. Ve işte bu konuklara günün en sevdiğim saatlerinde ellerimi bu duygularla açıyordum. İçlerinden tecrübeli bir büyücü olduğunu bildiğim elf sözü alacaktı: -Kraliçem, sizi yıllar önce ilk tahta çıktığınızda tanımıştım ve aynı sıcaklığınızı hep hissederek ve affınıza sığınarak sorumuzu soracağız. Yüzümdeki gülümsemeyi, asla silmedim ve onları kendi halkımdan ayırmadım. Sorularını sordular ve yanıtı aldılar. Onlara şöyle dedim: -Ölümsüz Kral Gavin Magnus, güvenli bir yerde, ancak her şeyi unutmuş bir halde. Artık onunla ilgili kimse bir şey duymayacak. İşte size bu kadarını söylemek güven vermek için yeterli sanırım. Bu konuyu niye açmışlardı biliyordum. Onlar, elfler asla unutmazdı, içimde korku var mı diye soruşturuyorlardı. Ve ellerimi önümde birleştirdim. Yavaşça düzenin içinde yürümeye başladım. Düzenlenmiş bahçemde onları geride bırakacaktım ki gönlümden kopanı yaptım: Tam altı renkte gülün yan yana yetiştiği bölüme gelmiştim, hala ardımdan bakıyordu elfler. Tek tek altı elf için de bir renk seçmiştim. -------------------------------- Altı Renk Gül Bunlar altı elfti, yıllarca güvendiğim ahalinin temsilcileri… Sırtımı dayadığım güzel bir şehrin temsilcileri. Hesaplaşma gününden beri geçmişle bir bağ, bir zarafetin, bir aklın, bir gücün canlı örnekleri… Her birine giden renkler, şans eseriydi. Sadece Gümüş bilerek birine gidecekti. Yıllarca ziyaretlerde hep olan en son konuşan büyücü elçiye teşekkürdü o renk… İşte yanımdan koşarak geçen saray sakinlerinden çocuklara seslenecektim. Beni hala izleyen elfleri işaret edecektim. -Onlara mı? diyecekti çocuklar. -Evet, onlar hak ettiler, şimdi onları mutlu edin çocuklar, gülleri onlar gitmeden yetiştirin. Çocuklar neşe içinde elflere kadar koştular. Renkler dünyası onların ellerinden elflere ulaştı. Kırmızı, sarı, beyaz, mavi, pembe ve gümüş… Hepsinin gözleri, yürekleri sevgi ile bir kez daha bağlandı. Hepsini geride bıraktım ve geçmişi düşünmek için her zaman gittiğim yere yöneldim. ------------------------------------------- Kapılar İşte, bahçenin en özel yerlerinden birindeydim. Günün ışıkları henüz solmamış iken, doğayı ve geçmişi izleyebileceğim yerdeydim. Aklımdaki temel soruya dönmemi sağlamıştı az önceki soru. Ve ben de sorular soracaktım elbette kendime. Ihlamur ve erik ağaçlarının gölgesini sunduğu sekizgen geniş kamelya’da sorularımın sorulması gerekiyordu. Aklım ile konuşacaktım ve sonunda cümlemi kuracaktım. İşte, başlamıştı bile. Peki, özgür irade önemli ise düzen için niye çabalıyoruz? Gavin Magnus’un yolundan gidilmeme sebebi neydi? Pendulum kristali ile herkesi etkileyip kendi düzenini kabul ettirmesi kötü müydü? Düzen neye göre düzen olmalıydı? Nerede durmalıydı? Sağlam durmalıydım, düşüncelerimi toplamalı cevaplarımı tekrarlamalıydım. Öncelikle düzen… Kanunlarımız ile doğa ile uyumlu olan adaletli olan bir dünya için çaba göstermemizdir. Zaten doğanın işleyişine aykırı tüm aşırılıklar düzende sapmayı bize gösterecektir. Pendulum kristali doğaya ve düzenine aykırı bir lanetti, özgür irade olmadan dünyayı köleleştirmekti. Axeoth’taki tüm kalpleri kazanmak için, tümüyle düzeni sağlamak için o kristale muhtaç mıydık? Özgürlüğümüzün güzel rengini yok mu etmeliydik? Ve işte aradığım cevap soru şeklinde ortaya çıkmıştı: -Özgürlüğümüzün güzel rengini yok mu etmeliydik? Geçmiş, günümüz her şey o bahçede idi. Göçmen kuşların sesleri, gerçeğin renkleri ve hayallerin sebepleri. Hesaplaşma Günü’nden beri açılan tüm kapıların bir anlamı olmalıydı. Ancak bunu çözecek güçte değildim. Kendiminkini yorumlamaya çalışmıştım sadece. Ve gün ışıkları iyice çekilmeye başlarken, aklımda sorum bir dahaki ziyarete diyerek yüksek duvarlarla çevrili bahçeyi terk etmek üzere, geri dönüşüm… ----------------------------- Mektup www.youtube.com/watch?v=NrgQOinNgWIOkuma yapmayı sevdiğim sade mobilyalar ile donatılmış, küçük bir kütüphanesi olan odaya ulaştığımda her şey beklediğim gibiydi. İmzalanması gerekenler… Ve gece geldiğinde görevliler kapımı çalacaktı. -İmzaladıklarımı alın… -Saygıdeğer kraliçe, bir Nekross elçisinin yeni elimize ulaştırdığı… Cümlesini bitirmeden yaklaşmasını işaret ettim kadına: -Hmmm, her zamanki mühür, yarım bir kurukafa, tamam yanıtımı kendim kaleme alacağım. Görevli, sessizce odayı terk edecekti. İşte düzenime en büyük tehditlerden olan krallığın şu anki düşünceleri ellerimin arasındaydı. Mührü ortasından açtım, bunu her yapışımda krallarının yarı canlı yarı ölü biri olduğunu hatırlıyordum. Gauldoth’un imzası en alttaydı. Zamanında bizi tam bir yıkımdan esirgeyen kral Gauldoth, bu sefer ne istiyordu acaba? “Kraliçe Emilia Nighthaven, saygıdeğer varlığınızı selamlıyorum. Size hayranlığım ölümsüz Gavin Magnus’a karşı kazandığınız zaferle ilgili anlatılanlardan beri yıllarca giderek büyüdü. Bu zaferiniz dengenin korunması adına çok önemliydi. Evet, bu mektubumun amacı da dengenin sürdürülmesidir. Lodwar Kızıl cüceleri ve benim kuvvetlerime karşı gücünüzü korumanız beni sevindiriyor. Benim felsefem pek farklı değil, bunu anlatması zor. Neyse, asıl amacım denizlerde olup bitenle ilgili ittifak arayışıdır: Tawni Balfour isminde bir kadın Altın Deniz’de dehşet saçarak dengeyi çoktan bozma cüretini gösterdi. Ayrıca yanımdan kaçan hainlerle anlaştığına dair kanıtlarım var. Bu sorunu çözmeli ve ilerde düzen ve dengenin devamını sağlamalıyız. Yanıtınızı bekliyor olacağım… Gauldoth, yarı-ölü “ Yanıtımda her zamanki soğuk ifadelerimi kullanacaktım. O korsan ile ilgileneceğimi belirtecektim. Şimdi başkentim Arcania, sokaklarında halkımı dinlemek için dolaşmalıydım. Hep kılık değiştirirdim. Ve bu casusluk oyunu sayesinde, düzenin nasıl işlediğini anlamakla geçirirdim bazı geceleri. IV. Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:50:37 GMT 3
V.Bölüm (Korsan) Yelken açıyoruz Altına ulaşmıştım. Bizim çevremizde geçerli olan söze göre, hakkım olan benimdi. “Son ayakta kalan altını alır” biz korsanlar bu söz ile yaşardık. Altınım; Altın Deniz benimdi. Ve şimdi biraz eğlenebilirdim. Resim:http://browse.deviantart.com/#/d1u7rwi by jackieocean.deviantart.com/Bildiğim sözlerden birisi ise geçmişe karşı kimsenin savaşı kazanamayacağı idi. Yıllarca babamın Kara Balfour olduğu gerçeği ile yaşamıştım. Onun gölgesinden sonraki her gün kazandım. Gerçek kanım Sekiz-Parmak Oba’nın ki olsa da geçmişi değerlendirirken hata yapmamalıydım. Evet, sonuçta Kara Balfour gölgesinde yetişmiştim. Gerçekte babam oydu. -Hay lanet! Tüm düşüncelerimin arasında böyle bağırmayı seviyordum. Geçmiş dedin mi böyle anmayı seviyordum. Ve geleceğe baktığım gün batımında, neler yapacağımı düşünmenin zamanı geldiğini kendime haykırıyordum. Aslında hep bunu yapıyordum. Daha fazla altın için, mürettebatımı, filomu, emrimdeki diğer gemi kaptanlarını yöneteceksem yapmam gereken buydu ve en güzel sözü tekrarlayacaktım. -Hay Lanet! Yelken açıyoruz… Bekle denizin hazineleri, lanetleri Tawni Balfour sizleri ziyaret edecek. ------------------------------------------------------------------------- Emirleriniz Kaptan Rumport, şimdi gücümün merkezi olacaktı. Kayıplar Boğazı’nı, fırtınalar nasıl koruyorsa gemilerimi korumak için Rumport son noktaydı. Pete Girly haindi ki böyle olması gerekiyordu; ayakta kalanın kendisi olacağını sanıyordu. Ondan aldığım benim olandı ve geleceğe bakmanın zamanıydı yine sözümü söyledim: -Hay lanet! Birinci adamım soran ifadesini takınmıştı. -Kaptan? Yüzümdeki garip gülümsemeden çekindiğine emin bir halde, cevaplamıştım: -Nereye gideceğimizi soruyorsunuz öyle değil mi Bay Derring. - Kaptan hemen hazırlıkları tamamlarız, sadece… Rıhtımda, günün ışıkları sona kavuşur iken Rom fıçılarına sarılan adamları toplamak. İşte zor olanı hep yardımcı kaptanların yaptığı bir düzen… -… Sadece bayım, denizde katlettiklerimizin dışında deniz insanları var mı diye merak ediyorum. Bir denizkızı ile konuşup artık benim müttefikim olmalarını sağlamak istiyorum. Yok etmediğim her şey, geriye artan her şey benim yanımda yer almalı, anlaşıldı sanırım. Derring eliyle, biraz uzağımızda duran daha düşük rütbelilere işaret etti: - Gidin ve tavernadan çıkartın şu uyuşuk, rom fıçısı işe yaramazları. Kendimi tutamadım ve kahkahayı bastım: -İşte bu tanıma uyan, uymayan hepsi benim adamlarım, Hah! Derring keyfimin yerinde olduğuna bu sefer sevinmiş: -Efendim, altın kokusu aldılar mı romları ile gemiye dolacaklar. Üstünde yürüdüğüm tahta zeminin sesi, rıhtıma vuran dalgalarınkine, onlar da rüzgârın uğultusuna karıştığında sesimden duyacağı son cümle şu olacaktı: -Bay Derring; Altın Deniz bizim, ne istersek bizim ve şimdi bunun değişmeyeceğinden emin olacağım. Daha fazla emir vermekle uğraşmak istemediğimde yanlarından uzaklaşırdım ve beni takip etmemeleri gerektiğini bilirlerdi. -------------------------------------------------------------------- Kızıl Bulutlar Kaç kişinin canını alıp, yelkenlerim için nefes isteyecektim. Feral Vixen gemimin adı Altın Denize kırmızı ile yazılmıştı. Kanın kırmızısı ile… Sonsuz debelenmenin yıkamadığı direklerin üstünde açılmayı bekleyen yelkenleri, daha kaç can almak için nefes isteyecekti. Rıhtımda koşuşturan adamlara baktım. “Değersizler. Dünya bizleri unutacak. Denizin üstündeki kırmızı renk silinecek. Ve sonunda altın renk ile tekrar yıkanacak.” Düşüncelerimi söylesem bunun gibi cümleler etmem gerekirdi ki o anda sadece bayrak gemimin ihtiyaçlarını karşılayanların debelenmesini izlediğimin farkındaydım. İşte o korkunç düşünce; değersizlik hissi, geleceği adeta iz bırakmak için tırmalamaya çalışan birinin aklını meşgul etmeyecekti de kimin edecekti. Rom fıçısında boğulanların mı? Hainliği ile rütbesinin tadını çıkartanların mı? Yok efendim sadece beni ilgilendiriyordu Altın Deniz ile anılmak. Sonuçta çaresizdim, korsan ne olursan ol korsansın... Ve korsanlar döktüğü kanın miktarı ile anılırdı. Rumport’ta bana ulaşan haberlerden birini düşünecektim. Emilia Nighthaven, gemilerimize karşı koymaya başlamıştı. Daha geçen haftalarda elflerle birlikte gemilerimizden birini batırdığını biliyordum. Üstüne üstlük Elwin ismindeki elfin, Aranorn ormanlarındaki macerasını yazmış tehditlerini eksik etmemişti. Aynen şunu söylüyordu Nighthaven: “Şimdi Nekross’lu asilerle ittifak yaptıysan ikinci kez düşmanımsın. Bu dünya ikinci bir Nekross kaldıramaz. Yok haberim yoktu, diyorsan şimdi var Balfour!” Denizkızlarını aramak hepsinden eğlenceli idi, hepsinden: Nekross’lu asilerle anlaşmak mı? Hainlik işte bu kadar ileriydi, yüklü para aldığı belli kaptanımın. -Şimdi o ölülerle beraber harcar altınlarını. Hiçbir şey şaşırtamazdı Tawni Balfour’u. Yaşayanların, ölümsüzlerin ihanette ne derece ileri gidebileceklerini iyi biliyordum. Evet sırtımı dönsem on adım yakınımda kimse olmamalı idi. Rıhtımda yürüyüşe devam edecektim. İşte ardımdaki en yakın adam onlarca adım uzakta iken, böyle olması gerektiğini bilirlerdi, denizin ufukla buluştuğu yöne bakacaktım. Kızıl bulutlar ne kadar kadim bir oyun oynuyordu öyle. Kızıl bulutlar adlarımız gibi karanlığa gömülmeden önce günü anlatıyordu. Hep geleceği düşünen biri için günün, yaşadığı anın da önemli olduğunu hatırlatmanın bundan güzel bir yolu olamazdı. Konuştuklarını duydum: -İşte beni tanıyorsun -Kim konuştu? -İşte ben tanıyorsun, bir daha bu halimde var olmayacak olan. -Ne hali, ne varlığı? -Kızıl Bulutlar. -Ah evet siz, sonunda konuşma cesaretini gösterdiniz. -Evet Tawni, sen ne zaman konuşacaksın Konuşacak tek kişi bile yoktu. Artık geri dönemezdim. Lanetli dünyamın içine beni atan Balfour, nefretimin kaynağı şu kızıl bulutlar kadar olamadın. Deniz güzel bir rüzgâr gönder ne olur öyle ki şu kızıl bulutlar bir dağılsın. ----------------------------------------------- Hazırız www.youtube.com/watch?v=m8Yxt4KqfSs-Kaptan, kaptan. -Bay Derring - Tüm gücümüz ile hazırız kaptan. Ama denizkızı aramak? -Komik olmayın Bay Derring, Aranorn’a yelken açıyoruz. Kaybettiğimiz yerden başlayıp tekrar Rumport’a dönene kadar kaç Nighthaven gemisi görürsek batıracağız. Adam pis bir sırıtmayı yüzüne yerleştirmişti. O da biliyordu, hiçbir rakip kabul etmeyeceğimi, deniz benimdi. Derring ister istemez kılıcının kabzasını tutarak, kan kokusu almış bir halde yanımdan ayrılıp etrafa haberi ulaştıracaktı. -Sefere, sefer için hazırlanın. Büyük Arcan gemileri ile ilgileneceğiz. Bu sözlerle rıhtımda uğultular birden yayıldı, çığlıklar ve sevinç gösterisi bağırtılar koptu. Son yüklenen erzaklar ile kan dökmeye hazırdık. Onlarca gemi benim rıhtımda Feral Vixen’e doğru yönelmemi bekliyordu. Kızıl bulutlar karanlığa gömülmeye yüz tutmuştu. Sonra denize sözlerimi söyleyecektim: -İntikam saf bir duygudur, Eğer bıçağı nefretinin sırtına saplarsan, yaranı temizlemiş gibi olursun. Tekrar koşarak yaklaşan Derring’e işaret ettim: -Gidiyoruz. Demir alındı, sonlara doğru bayrak gemimde yerimi aldım. İntikam için gittiğimi herkes biliyordu ki saygı duyuyorlardı. -Açın yelkenleri, Altın Deniz’de kimin sözü geçer gösterelim! Sözlerim onlara güç katacaktı, tüm mürettebat günlerce bu cümle ile yetinebilirdi. Oradan oraya koşuşturdular. Denizde idik. V.Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:51:48 GMT 3
VI. Bölüm (Barbar) Bizim Çok uzun süredir, Hesaplaşma Günü’nden bile önceki zamanlardan söz ediyorum; bizim bir toplum oluşturacağımıza kimse inanmadı. Sadece birbirini kanlı çatışmalar ile yok etmeye çalışan klanlar vardı. Bunlar ise, bizim diyebileceğimiz bir düzensizliğin, cinayetin taçlanmış halinden başka bir şey değildi. Resim: browse.deviantart.com/?order=9&q=barbarian&offset=48#/d16ti6vby czarnystefan.deviantart.com/Onları birleştirecek gerçek bir düşünce olmalıydı. İşte Klan Toprakları (Tribal Lands) dediğimiz toprakların yaşaması için gerekli olan düşünce aklımda ve zamanı geldiğinde dilimde idi. Ben Waerjak, barbar. Bu yaşam biçiminin doğru yöne yönelmesini sağlayacaktım. Barbarlığımız bizim gücümüz olacak, bu güç diğerlerine de umut olacaktı. Planım basitti, bir barbar ile çılgına dönüp gözleri kör olmadan önce konuşmak pek çokları için zor olabilirdi. Hele yıllardır düşman olduğu bir klandan iseniz. İşte her şeyi kendim halledecektim. Haberciler veya aracılar bana göre değildi. İlk başta çevremdeki klanları sınırlarımızdaki tehditler konusunda uyaracak, artık birlikte hareket etmemizin zamanı olduğunu anlatacaktım. Sonra ikna olmayanlarla bizim ilgilenmemiz gerekecekti. Onlarla içkilerini paylaştım, acı içindeki dünyamızın daha korkunç olan nesi var ise anlattım. İtiraf etmeliyim Nekross olmasa bu kadar kolay olmazdı. Doğu’daki birlik bu korkutucu krallık sayesinde sağlandı. Elimde Batı’daki Lodwar’ın Kızıl Cüceleri vardı. Onların oluşturduğu tehdidi de anladılar ve bana katıldılar. Sadece Kuzeydeki birkaç klan ve savaş lordu sorun çıkartacaktı. Vogel Backbreaker ve Hundric icabına baktığımız, eskinin son kalıntıları olacaktı. İşte şimdi bizim olan salonlarımızın birinde, şehrimize ait olan ne varsa güvenle konuşabilirdik. Biralarımız sular gibi fıçılardan akarken, kahkahalar birbirine karışır iken, her şey bizim iken. --------------------------------------------------------------------- Sıcak Bir oyun oynuyorlardı ki bin yıldır değişmemişti. Bütün barbarlar bilirdi. Adam baltayı eline almış, çılgınca bağrışmalar ve gürültü içinde oyunu oynayacaktı. Diğer elindeki bardağın dibini görünceye kadar kafaya bir kerede d**en bu çılgın adamdan diğerleri daha az çılgın değildi elbette. -Haydi, Farlong, bir tane daha içersen sonu kötü olacak. -Bırak içsin, bir tane iki tane daha içse bile sonuç aynı, değişmeyecek. -Hey kapatın çenenizi, bu önünü bile göremiyor farkında değil misiniz? Farlong, birasını bitirmiş, hedefine doğru baltasıyla nişan alıyordu. Sakallarına dökülen köpükleri temizleyecek ve baltasını atmak için hamle yapacaktı ki, sarhoşun hiç şansı yoktu. Ya da hedefinin şansı yoktu demeliydim. İşte adamı kenarı itip işi yapmak bana kalacaktı. -Çekil şuradan, tek gözünü açacak halin yok… -Haha haha haaaaa... -Hahaa haklı Farlong şimdi kenara çekil de Waerjak gerekeni yapsın… Kahkahalar ve kahkahalar… İtişip, duran adamlar, sahneyi kaçırmamak için yer açmaya çalışanlar… Ancak sonunda hepsi oldukları yerde donup kalacaklardı elbette. Adamı itip baltayı elime aldım ki bu gürültüyü iki katına çıkartmıştı. Hedef örgü yapılmış saçlardı. Yuvarlak tahtanın ortasında bir kadının boynundan itibaren başı vardı. Tahtaya bağlanmış haldeki kadının üç parça örgüsü üç yana tutturulmuştu. En küçük hatada ölüm… Baltayı, önüme doğru uzatıp, kendimi denedim, çok içmemiş olmalıydım. Sessizlik olduğunda beklemeden ilk baltayı gönderdim. Sevinç gürültüsü bir anda koptu. Sağ taraftaki örgüye gitmişti ilk balta. İkincisi de pek farklı olmayacaktı. Ancak daha zor olan üstteki örgüde, Farlong elime baltamı almadan olay çıkartacaktı, tutarsız konuşmaları ile etraftakilerin eğlencesi olacaktı: -Sen, evet sen yaptıklarının cezası sonun olacak. Söyle Waerjak, sence suçlu mu? Hımm tanrılar ne demekte, büyücü cadı nerelerde? -Çekil şuradan adam, şimdi anlarız Kahkahalar… Ve son balta… Her zamankinde farklı tutmak zorundaydım. Tak! Balta saç örgüsünü kesip tahtada sesini çıkartacaktı. Bir sevinç gümbürtüsü, bir curcuna, sonrasında… Kadını çözmeleri ile Farlong’un onu kollarına alması bir olacaktı. -Demek suçsuzmuşsun, demek aldatmadın… Kahkahalar… Sıcak, şimdi güzeldi, biranın tadı başka… Kahkahaların hakkını vermek işte ancak böylesi bir sıcakta mümkündü. Dünya’nın tüm dertleri o sıcakta eriyip gitmekte, içeri soğuk rüzgâr bile girmeye cesaret edememekte… Sıcak barbar dünyamızın bize hissettirdiği buydu. (Bu sahne 1958 yapımı The Vikings isimli filmden alıntı alınmış sayılabilir, oradaki öğeler kullanılıp, yeniden kurgulanmıştır) -------------------------------------------------- Hayatın Keyfi Ertesi sabah uyandığımda, dünkü gürültü ve şamatanın yerini oraya buraya yığılmış olan adamlarım almıştı. Dışarıya çıkmadan önce akıl edip kürklü ceketimi alacaktım. Burası dağlarda küçük bir yerleşimdi. Sık sık dolaşır böyle yerlere uğrardım. Beni tanırlar, gerekli saygıyı gösterirlerdi. Dışarıda buzların kapladığı dağların görüntüsü, gün ışığında bana bir şeyler hatırlatacaktı. Evet, amacıma şimdilik ulaşmıştım, dağları birleştirmiş, topraklara insanların adını yazmıştım. Sadece barbarların dünyası değil tüm Palaedranlılar, elfler ve diğerleri için. Herkesin umuduydum. Bırakıp gidilemezdi. O dağlar hep bizim gibi adamlarca korunmalıydı. Hayatın keyfi işte böyle bir şeydi. Kendi aramızda didişeceğimize, şimdi büyük krallıkların umudu olup çıkmıştık. İşte elimde Nighthaven’ın mektubu, sabah ışıkları ile elimde: “Barbar dünyasının kralı Waerjak, Nekross’tan garip haberler geliyor. Ayrıca korsanlarla ilgilenmem gerekecek. Gauldoth’un dediğine göre Nekross Krallığı’na başkaldıran bir grup korsanlarla anlaşmış. Ve şimdi burada Elwin isimli elf beyinin söylediğine bakılırsa Aranorn’da Nekross’lular var. Bilirim uzun konuşmayı sevmezsiniz. O yüzden istediğimi hemen yazacağım: Nekross sınırına daha çok güç gönderin. Bu hepimiz için bir güvence olacaktır. Emilia Nighthaven “ Mektubu okurken, yüzümden gülümsemeyi eksik etmedim. Çoktan hazırlıkları başlatmıştım bile. Bu mektuptan günler önce casuslarım Nekross’taki huzursuzluğu bildirmişlerdi. Güçlüydüm ve hayatın keyfi damarlarımda dolaşıyordu. Kimse cesaretini toplayıp karşıma çıkamazdı. Çıkan olursa da gereken cevabı alırdı. Esmeye başlayan soğuk rüzgârla birlikte, elimdeki kâğıt uçuşmaya başlamıştı. Kâğıdı sarıp ceketimin yan cebine yerleştirdim. Kürk yakalarını düzeltip iyice sarındım cekete. Dünkü sıcaktan sonra hayatın keyfi biraz da soğuk olmalıydı. ----------------------------------------- Lodwar -Getir çocuk, bugün kemiklerinin kırılmasını isteyen cüceler var mı? -Efendim, elbette var. -Şakayı seviyorsun, kimse olmadığına eminim Haberci bu sefer saygı ile başını eğip, elindeki ruloyu uzatacak ve yanımdan uzaklaşacaktı. Kızıl Cücelerin nefret dolu bir mektubu daha elimdeydi işte. Onlar, dünyadan soyutladıkları topraklarında rahat dururlar diye düşünenler tamamen yanılırdı. Nekross söylentileri hemen kulaklarına gitmişti bile. Bunu lehlerine kullanmanın yollarını arıyorlardı: “ Barbar Waerjak, Bu yazıyı yazacağıma hemen sana saldırmayı tercih etmeme sebebim, senden çekinmem değil. Öncelikle bunu bil. En az kayıp için… Sen de biliyorsun Nekross ile ittifakım sen yok olduğunda sona erecek ve sonra onlarla kapışmam gerekecek. Şimdi seni Nekross ile baş başa bırakıyorum. Kötü şanslar. “ İmza bile koymaya tenezzül etmeyen şu cüceler rahat durmayacaktı belliydi. Tekrar kapıya yönelip içeri göz atacaktım. Dün gece nasıldı şimdi nasıl… -Hey hiçbir şey keyfimi kaçıramaz. Hepinizle ilgilenebilirim. ---------------------------------------------- www.youtube.com/watch?v=PzCxqtT7TvY&list=PLB1DA969E8C03AD7B&index=11&feature=plpp_videoMüzik: Might Town Theme Music İçeriden balta ve kalkanları getirmelerini istedim. Ve uyanık halde üç kişinin karşıma çıkmasını… Kaslarımızı, güç ve atikliğimizi ara sıra denemeliydik. -Bizleri yenebilirsen sana güvenebiliriz Waerjak Konuşan bir savaşçı kadındı. İki yanında erkek kardeşleri olduğunu bildiğim, uzun zamandır karşılaşmak istediğim adamlar duruyordu. Üçü ile de baş edecektim. Kalkanlar parçalandı. Kemikler ses verdi. Kimse ölmedi. En sonda kardeşlerden dişi olan ayakta idi, baltamın ağırlığından faydalandım, elindeki baltayı kaybetmesi ile yere yığılması bir olacaktı. Ancak yine de ayağa kalktı. İnanılmaz inatçı ve boyun eğmeyen biriydi. Ondaki ruha hayran kalacaktım. -İşte dünyayı bu savaşçılar ile koruyorum, sağ olun. Baltayı yere bıraktım ve sırtımı dönüp tepeden aşağıya doğru onlardan uzaklaştım… VI. Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:52:56 GMT 3
VII. Bölüm (Biz) Denizde geçen günler ikimiz için de büyülü gibiydi. Yolumuzda bize engel olan kimse olmayacaktı, hatta dost gemiler bile bize katılacaktı. Savaş gerilerdeydi, o günler için. Ve her gün batımında elim Shaera’nın ellerindeydi. Birbirimize olan sevgimizi Lord Gramin önce anlamakta zorlanmıştı, ancak bir gerçek vardı birbirimize diğer her şeyden daha fazla bir sevgi ile bağlanmıştık. Bu bizdik: Elwin ve Shaera. Resim: browse.deviantart.com/?order=9&q=cello&offset=216#/d3nu36cby allad8.deviantart.com/Elbette elf şehrinde, beni ve Shaera’yı düşündüren Lord Harke olacaktı. Shaera’ya olan tutkusu bilinirdi. Bunun üstesinden gelebilirdim. Her şeyi yenebilirdim, bir tek bizim için. O gün batımlarında ve yıldızların altında uzun uzun konuştuk. Ve bir gün sırt üstü yıldızlara bakarken, kayan yıldızları sayarken ve O kollarımda iken sordum: -Aranorn’da yaşamak istediğine emin misin Shaera? Sence başarabilir miyiz? -Bundan sonra amacın benimkilerle beraber… Senden yaşamam için gerekli bir şeyi sorsam geri çevirir miydin? İşte ben de senin yaşaman için gerekli olanı geri çevirmem. Sen orada yaşayabilirsin. -Ama istersen bilinmeyen… -Hayır Elwin, senin için orası var şimdi. Kayan bir yıldız daha… Beni ikna etmişti elf hanımı, istekten öte, bu bizdik. Aranorn’lu Elwin ve Shaera. ------------------------------------------------ Denizde son gün Büyü elbette bozulamazdı. Ne deniz, ne Axeoth, ne de herhangi bir ayrılık. Büyü bozulamazdı öyle ki biz isimlerimizi çoktan bağlamıştık. -Aranorn’lu Elwin ve Shaera, dediğimde bir öpücük daha kazanmıştım. O gün Büyük Arcan’ın liman kentlerine yakın yerlerden geçmekteydik. Başkente en yakın limana kadar sadece birkaç saatimiz kaldığını öğrendiğimizde bu cümleyi söylemiştim. Son gün denizde, denizden gelen Shaera ile denize vedaımız. Denizciler oradan oraya koşturuyor, her zamanki gibi uygun rüzgar için çabalıyor. Ben de her gün bana daha çok bağlanan adamlarıma, minnet duygularımı devamlı olarak bir ödevmiş gibi dillendirmekten geri kalmıyordum: -Evet, dostlarım, liman şehrinden sonra ilk gideceğim yer şehrimiz Watersmeet olmayacak. Sizleri şaşırtmak istemem, ilk olarak Arcania’ya gideceğim. Bu ve diğer konularda ayrı düşünenleri yolundan çeviremem. Hepsi güvertede bir uğultu oluşturacak şekilde bir ağızdan konuşmaya başlayacaktı ki son noktayı Caradkelvar koyacaktı, yine. -Senin için çıkan bu uğultu, senin yanında olduğumuzun kanıtı Elwin. Gerekli ise Arcania’ya geleceğiz. Kararımızı vermiştik. Nighthaven ile o deniz savaşından sonra yollarımız kesişmeliydi. Dünya’yı daha iyi anlayabilmek için onun başkentine gitmeliydik. Yine koşuşturan denizciler ve hep birlikte ismini öğreneceğimiz liman şehri… Denizde son gün… ------------------------------------- Ağıt Bitmişti. Gemiden inen son adamlar ve kadınlar ile umutları tükenen bir avuç insan. O yüzleri asla unutamazdım. Hepsi benim kaybettiğim adamlarımın yakınları gibiydiler. Arcan’lı aileler, deniz ile yaşayan ve denize kaybedenler. Sonra geminin kaptanını takip edeceklerdi, bilseler de resmen adlarının işlendiğini görmek isteyeceklerdi. O adlar sonsuza kadar denizle yaşayacaktı. Tüm dünya yok olmadan önce, biz yok olsak bile onlar denizin kollarında olacaklardı. İşte Shaera bu sahne karşısında, bizim kayıplarımızı düşünüyor olmalıydı ki: -Ya bizimkiler? -Hepsini yazdık Lord Gramin ile. -Çok acı veriyor. -Ve verecek, sadece yanımda ol Shaera Tüm bunlar olup bittikten sonra, sokaklarda bir miçonun çaldığı flüt, tekrar kaybettiğim adamlarımın yüzlerini gözümün önüne getirecekti. Ağıt ailelerindi, gözyaşı hepimizin. Müzik:Angels of Venice-Lover’s Requiem www.youtube.com/watch?v=ugx9IFwaLBc---------------------------------------- Tüm ışıklar söndü Axeoth’ta çabalayıp duran, ayakta kalmanın mücadelesini verenler için ne zaman rahat bir hayat mümkün olacaktı. Aranorn’u böylesine bir yer yapma konusunda artık kararım kesindi. Kimse cüret edemeyecekti ellerindeki kanlı hastalığı, topraklarımıza bulaştırmaya. Tüm ışıklar söndüğünde şehirde, tekrar gökyüzüne bakacaktım. Daha dün denizdeydik ve dünya bizi bir yerlere sürüklemek istese de sonunda Aranorn’da olacaktık. Gözüme uyku nedir girmeyecekti ve ertesi gün muhtemelen kraliçe Nighthaven ile görüşme fırsatı bulacaktık. Habercilerimiz Arcania yolunu yarılamış olmalıydı. Tüm ışıklar söndü. İçimizdeki ışık biz elfleri yaşatacak bir dünya için hala sönmedi. Evet, sadece kendimizi düşünemezdik. Sadece Watersmeet yetmezdi. Büyük Arcan’ın Batısı’nda Aranorn’u kuracaktık. Işığa ışık katmalıydık. -------------------------------------------- Ertesi Gün Şehrin sesi duyulmaya başladığında, Lord Gramin’in ki hepsini bastıracak gibi gürlemişti bile. -Ne demek, Watersmeet’e yola çıkmıyoruz demek, Shaera. Lord Harke… -Ne düşündüğü umurumda olmayan bir adam O. -Ya ben ne düşünmeliyim? -Sevgi ve Saygıyı hak eden biri için yaşadığımı. -Elbette. Bu inanılmaz, bu… -Nighthaven’ı tanımak istemez miydin baba? -Konu bu değil, bizim sürüklenmemiz. Kaldığımız hanın koridorlarında bu sesleri duymayan kalmamıştı: Son noktayı koydular: -O asil biri, Nighthaven onu kabul edecektir. -Peki, benim adımı da eklemişlerdir umarım. -Önce senin adın babacığım, önce Lord Gramin. Sonunda gülerek yemek yenilen kata indiğini duydum Shaera’nın. Lord Gramin’i koridorda saygı ile selamlayıp, alt kata inecektim. -Lordum, harika bir gün olacak. Planlarım büyük sizle paylaştığımız tüm düşüncelerin arkasındayım. -Elwin, cesaretin bizi buralara kadar getirdi. Ya planın işlemezse? -Denemek zorundayım Lordum. Peki der gibi sıkıntılı bakacaktı, ancak sevgi belirtisi gözlerindeydi, inmeme izin verecekti. Haber gecikmeyecekti, biz atıştırırken Nighthaven’ın özel ulağı davet mektubunu ulaştıracaktı bile. Başkente gidecektik. Bu başka bir gündü ve yaşam vardı bu günde. Heyecan her yanımızı sarıyordu. Ve ertesi günde güzel bir şeyler oluyordu. Yol boyunca şarkılar eksik olmayacaktı. Bir elfi bile büyüleyecek ustalıkta çalan kraliyet müzisyenlerinin eşliğinde, şehre doğru yol alacaktık Müzik:Angels of Venice-Crystal Tears www.youtube.com/watch?v=2JNdGYTSe5IVII. Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:53:48 GMT 3
VIII. Bölüm (Palaedra) Geçmişi her an oluştururken, savaşmaktan başka çaremiz yoktu. Bu savaşı kazanmanın tek yolu ise gerçeklerin ne olduğunun ortaya çıkmasını sağlayacak sözlerdi. Worton’u bu şekilde alt etmiştik. Bu geçmiş, Axeoth’taki kısa yaşamımıza aitti. Hey kim bilir Erathia’dan ne kadar çok hikâye taşınmıştı. Hiç konuşulmayan… Resim: browse.deviantart.com/?qh=§ion=&global=1&q=knight#/d2m29m2 by virginval.deviantart.com/Hikâyemi anlatan Milton; bir zamanlar silahtarım ve şimdi başkentim Paledon’un yöneticisi günlerin güzellerini yaşadığımızı size söylemiş miydi? Elbette isteklerimizde seçimler yapmıştık. Milton, mutluydu artık yerleşmiş ve Porsha ile yaşamlarını birleştirme ümidini yaşatırken... Lord Kentaine ve Leydi Desette ülkeleri için doğru olanın yapıldığını bilerek, yaşayan tek oğulları Worton’u durdurmanın gereğini yapmış, onur içinde… Rahip Adamus ve Proetho gerçeğin ortaya çıkması ile Palaedra için doğru olanın bulunmasında, rollerini yerine getirmenin huzurunu yaşarken… Asil olan ve asil olmayan hatalarını onarırken… Saf ve sadık olanların bir kısmı, bu dünyayı erkenden terk etmiş iken… Ben, Lysander, Palaedra’nın krallığını taşımanın yaşamımdaki tek seçenek olduğunun bilincinde, görevi yerine getirmeyi seçmiş olan iken, hepimiz seçimlerimizi yapmış, istediğimizi almıştık. Biliyordum ki Palaedra iç savaşı bittiğinde, eski dünyamız krallarının yaşadığı yıkımı yaşamamak için dört bir yana barış mesajları göndermeliydim. Ve yaptım, Gryphonheart kılıcı elimde kınından çekilmiş halde iken elçilere verdiğim mektuplarla yaptım. Artık Axeoth’un kaderinde bizim de sözümüz olduğunu ve barışı yaşatma isteğimizi, herkes bilecekti. ---------------------------------------- Sevginin sokakları Paledon’un sokaklarında kimliğim belli iken veya değilken dolaşıyorum. Her seferinde birilerine aynı soruyu sormak veya sormamak konusunda, içimde fırtınalar kopuyor. Sadece Milton bir kez yanımda bulunurken, kendi kendime: -Onlardan biri olabilir mi? Hiç tanımadığım kardeşlerimden biri? -Lordum, nasıl bilebiliriz? Milton’un sorularıma soru ile cevap vermesi yerinde idi. Gerçekten bilmediğimiz bu olabilirdi. Herkesin, Gryphonheart kılıcını denemesini isteyemezdim ki! Ve Milton bir kez daha sözü alacaktı: -Ya şu kâhin? Şafağın kâhini cevap verebilir. - Sen de biliyorsun Milton, tek soru hakkımı kullandım. Onun daha fazlasını söylemeyeceğine eminim. - Nasıl belki… Belki fikri değişmiştir Lordum. -Bunu bilirdim. Bu yol tamamen kapalıydı. Bunu anlamasını sağladım. Ve şimdi uzun yürüyüşlerime devam edecektim. Belki ben de Milton gibi şanslı olabilirdim. Biri karşıma çıkıp ihtiyacım olan sevgi ve aşkı bana verirdi. O zaman kardeşlerimi unutur muydum? Sevginin her bir kişi için hissedileni ayrı bir değerli, anlamlı… Bunu bilecek kadar yaşamıştım. ------------------------------------------------- Sorunlar, hedefler Uzun süre ayrı kaldığım kırsal bölgelere, zaman zaman keşif gezileri yapmaya karar vermiştim. Krallık şehrin taş sokakları ile sınırlı değildi. İnsanlarım mutlu muydu, sadece raporlar ve ikinci ağızlardan dinlemek yetersizdi. Kendi gözlerimle görmeli toprağın kokusunu hissetmeliydim. Lysander’ı bilen bilirdi. Hep kendime bir hedef, hep üstünde çalışacağım bir amaç arardım. İşte bulmuştum, halkın arasında günler geçirmek. Kimliğimi gizlesem de zaman zaman tanıyanlar çıkardı. Sonunda o bölgeden uzaklaştığımda, fısıltılar ile konuştuklarını değerlendirirdim: En büyük korkularını keşfetmiştim. -Ya Nekross saldırırsa! -Ya vampirler, iskelet ve ölüler topraklarımıza girerse? -Kral Lysander asla izin vermez. -Büyük savaş olacak bir gün. -Lysander ile güçlüyüz. İlgilenmem gereken bir sorun daha vardı. Elbette Altın Deniz... Tawni Balfour’un kendi denizi ilan ettiği denizimiz. Savaş tek çıkar yoldu. Ve limanlarıma yakın tutuğum donanmam, yeterince güçlenmediği sürece karşısına çıkamazdım. Ve sorunlar, hep hedefleri olan Lysander’a göre idi. ------------------------------------- Sorular Kapısını aşındırdığım kişi rahip Adamus olacaktı. Günlerdir Nekross’tan gelen haberlerden ve bu krallıkta neler olduğunu anlamaya çalışmakla zaman geçirmekten sıkılmıştım. Yarı ölü Gauldoth’un korsanlarla ittifak yaptığından şüpheleniyordum. Ancak O, mektuplarında hep asilerden söz ediyor güven vermeye çalışıyordu. Büyük Arcan ve Klan Topraklarındaki Waerjak ile yazışmalar ve hepsinde Elwin isimli elfin gördüklerinden bahisler. Dünyanın kaynadığı ortada idi. İşte danışmak istediğim bu idi. -Tamam, tamam geliyorum. Bu sabırsız da kim ise bir çift sözüm olacak, diye söylenen sesi duyduğumda gülmekten kendimi alamadım -Haydi yaşlı dostum, aç artık kapıyı. -Ben şimdi… Lysander, sen… Lordum hoş geldiniz, içeri buyurun. -Adamus, Lysander olduğuma çok seviniyorum, başkası olsaydım kapıyı yüzüme kapatman kesin gibiydi. -Evet ve bunun için nedenlerim var. -Ne gibi nedenler? Benimle paylaşmak istersen dinlerim, dedikten sonra kendi sorumu ertelemiş olduğumu anımsayacaktım. -Hep herkesin dilinde Nekross, Gauldoth. İşte oraya giderken aklımda olan soru. Bu da gösteriyordu ki halkımın kaygılarını iyi anlamıştım, biliyordum kalplerindeki korkuyu. -Yoksa sen de? Ahh Lysander Lordum. Görüşüm açık. -Olacak mı? Savaş yakın mı? -Belki Gauldoth değil ancak başka sebepler ile doğaya aykırı bu krallık sorun olacak, hep hazır olmalıyız Lysander -Ve hep öyle olacağım. Son bir soru: Elwin adını duymuş muydun? -Hayır, ilk kez sizden duydum, derken meraklı bir ifade takındı rahip. -Bir elf, Aranorn’da krallığını kuracağı söyleniyor. Nekrosslu Gauldoth’un iddia ettiği asileri de görmüş olduğunu, Nighthaven mektuplarında sıklıkla yazıyor. Onun da korkusu Waerjak ile aynı Nekross içten içe kaynıyor. -Yine tekrarlayacağım kralım, hazır olun. Geçmişten de konuştuk, Erathia günlerinden. Tıpkı onların son günlerine benzememesi için elimden geleni yapmak artık hedefimdi. Geçmişin kazanmasına imkân vermeyecektim. Gerçeği öğrenmek için daha fazla çabalayacaktım. Ve hatta ikinci soru hakkım olmayan Şafak Kahini’ne bile gitmeye karar vermiştim. Bu ilk sorum gibi olacaktı ona. Çünkü bu Palaedra için olacaktı, önceden olduğu gibi. Asla kendim için değil. ----------------------------------------- Kâhin Palaedra sınırlarının dışına çıkarken, geride Milton’ı bırakmanın rahatlığını yaşıyordum. O, Paledon ve geri kalan her karış toprak için bir güvence idi. İliklerimde hissettiğim Nekross derdini soruşturmak için kâhine gidecektim. Müzik:Blackmore’s Night- Ivory Tower www.youtube.com/watch?v=PKOzlRFDiJ8O kuleyi görmeyeli sanki asırlar olmuştu. Ve inanılmaz olan sanki aradan gerçekten asırlar geçmişçesine, sarmaşık ve ağaçlarla sarılmış, eski bir harabeye bakıyordum. İşin ilginç ve korkunç yanı, o kuleyi, yanımdaki herkes yepyeni gördüğünü söylerken benim bu şekilde görmem idi. Kimseye söylemedim. Ve kapılardan yalnız gireceğimi söyledim: -Yalnız ben. -Ama kralım ya bir tehlike… -Bu kılıç Gryphonheart’ın kılıcı değil mi, derken hepsi saygı ile eğilmişti. -Evet Lordum. Ne olursa olsun, isterse yıllar geçsin sizi burada bekleyeceğiz. -Biliyorum, sadık dostlarım. Son sözüm ile karanlıklara karışmam bir oldu. Labirent gibi gelen karanlık koridorlarda bulacaktım kendimi. Belki yıllarca kaybolacağım bir büyünün ortasında… Ve bağırarak, Palaedra için bir şeyler isterken… -Kâhin yüzünü göster. VIII. Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:54:56 GMT 3
IX. Bölüm (Alana) Akşamüstü Yapmaları gereken, acı dolu dünyaya en az zararı vermek, sınırlarının bir adım dışına taşmamaktı. Bu onlara açıkça öğretilmişti. Fırsatını bulsalar, üstlerinden elimi kaldırsam neler yaparlardı. Resim: wusk.deviantart.com/art/Beach-Sunset-56192772 by wusk.deviantart.com/Taht odasının kanayıp duran tavanlarına bakarken buldum kendimi, az önce düşündüğüm Alana idi ve bu düşünce beni dünyadan kopartmaya yeterli idi. Oysa işte tavandan aşağılara uzanan kan seli görüyordum. İşte hepsi; süslü sütunlardan, duvarlardan, heykellerden yollarını bulup ayaklarımın dibine erişiyorlardı. Attığım her adım kırmızının içinde idi. Elbiseme bulaşanlar ıslaklığı, sıcaklığı ve yaşayan yarımın derisinde hissettirdiği soğukluğu ile bana adeta işkence ediyorlardı. Hep korkuyordum, hep nefretin içinde debelenen ölümsüzlerin dünyasının, ölülerin dünyasının soğukluğundan, duygusuzluğundan. Beni anlamamaları çok doğaldı. Her şeyi şu anda olduğu gibi dondurup daha fazla zarar vermemeyi seçebilseydim bile, tek bir isteğim daha olurdu. Evet, söylemiştim; Alana rüyaları. Kanların arasından, duyguların işkencesinde taht odasının terasa açılan bölüme yürümeye başladım. Akşamüstüydü. Balkondan Nekorrum’un ötelerini görebildiğimi hayal ederdim, bunun için büyü kullandığım zamanlar olmuştu elbette ancak şimdi içinde bulunduğum dünyada ne yapacaktım bilmeliydim. Akşamüstü güneşe ait her şey sığınacak bir yer ararken, ben Gauldoth dört nala adeta uçan bir Unicorn ile Alana’nın dünyasına gitmeyi dileyecektim. ----------------------------------------------- Oysa O Oysa O artık ulaşılamazdı. Hiçbir zaman ulaşılamazdı. -Bu gece hangi yıldız olarak karşıma çıkacaksın Alana -Tüm dünya için. -Alana bu sen misin? Ardımdan duyduğum bu kadın sesi, tıpkı onunki idi. Heyhat O değildi. Etrafımda dönüp O’nu aradım. Yine konuştu: -Sen niye varsın Gauldoth? -Bu sesi kullanmanı yasaklıyorum. Hemen, derhal sesini değiştireceksin. -Seninle istediğim gibi konuşurum, yarı-ölü. Beni kullarından biri mi sanıyorsun, derken karşımdaki, adeta çılgına dönmüştüm. Elime geçeni, seslerin geldiğini düşündüğüm yerlere, güneş oyunu gölgelere fırlatıyor, acımı bastırmayı umuyordum. -Lanetlerin habercisi kadın, o temiz sesi derhal bırakacaksın. -Asla, asla Gauldoth, yarı-ölü. -Seninle ilgileneceğim, hepinizle, benimle alay etmenin cezasını çekeceksiniz. -Beni tanıyor musun ki? Bu sefer seste merak tonunu hissetmiştim, Alana’nın sesini kullansa da o olmadığını bildiğim o lanetli merakı biliyordum. Onu tanıdığımı bilmesini istedim, bana daha fazla acı veremeyeceğini bilmesini… -Seni tanıyorum cadı, her şeyi bildiğini sanan. -Kimim ben? -Çocukça şakalar peşinde değilsin iyi bilirim, amacın bilgi öyle değil mi? O anda yanı başımda beliren tanıdık görüntüsündeki iblisi şaşırtmayı başarmış olacaktım ki, ısrarla soracaktı: -Bu görüntümü tanıyor musun, hangi kelimelerimden beni tanıdın? -Büyü denilen bir şey var cadı. O terastan, boş bakmadığımı bilmeliydin. Aslında hanginiz olduğunu önce anlayamamıştım, ancak Şafağın Kâhini olduğunu anladım, nasıl olduğunu asla söylemeyeceğim. -Öyle olsun. Acı çekmeni istesem de bilmek istediğimi vermeni sağlayacağım. -Bir daha o kızın sesini kullanmayacaksın. -İstediğim… Sözünü kesip, kahini uzaklaştırmak istedim. Dilimden büyülü sözler döküldü. -Akşamüstü ey akşamın güneşi, şafağınkini defet, zamanını bilmeyeni sustur. -Görüşec… Gaauuldootthhhh… Giderek uzaklaşan ses ve kaybolan görüntüsünün ardından bildiğim tüm lanetleri göndermek üzere idim ki, aklıma Alana geldi. Oysa O ne kadar sakin ve iyi yürekli idi. Biz bu dünya üstünde yürüyüp birbirimizi yerken, o ne kadar sevecendi. Oysa O yaşamalı idi. Yere diz çöküp, kırık cam parçaları ve mermerlere aldırmadan akşam güneşine yüzümü döndüm. Tüm salonu ışık oyunları sarmıştı şimdi. Alana’yı görmeyi umduğum anlar, onlar idi. Hızla dağılan, saçları geriye attım. Güneşe iki elimi uzatıp: -Alana bu sefer gel, demekten başka bir şey yapamazdım. Oysa O yine gelmeyecekti. Zaman ilerledi, güneş salondaki yansımaları terk etti. Tıpkı Alana’nın gelme umutlarının, bu kez de, bu akşamüstü de beni terk edişi gibi. ------------------------------------ Yıldızlardan önce Uzun zamandır, Şafağın Kahini’nin neden benimle uğraştığını biliyordum. Palaedra’lıların merakını, krallıklarını korumanın yolunu aradıklarını da biliyordum. Lysander’a her defasında güvence versem de, kendim de sözlerimin hiçbir önem taşımayacağının bilincindeydim. Bir kral olsam da bu Nekross krallığı idi. Ölülerin, ölümsüz diye çağrılanların krallığı. Korkunçtuk. Yıldızlar çıkmadan önce kendimi toparlamalıydım. Alana’nın bir sureti olacak yıldız göz kırpmaya başlamadan önce ayağa kalktım, nöbetçileri çağırdım ve salonu terk ettim. -İşte Malvich, Şafağın Kahini’nin bulunduğu kulenin yeri. Lysander’ı uyarmak sana kalıyor. Kendim giderdim ama bu hayattan beklentim farklı, yani yarım hayatımdan, Malvich’e Lysander’a yazılmış mektubumu verirken sözlerim… Çalışma odamın mum ışığında mührüm yarı-kurukafayı mektuba bastığımda Malvich sorularını sıralayacaktı: -Lysander’ın o cadıya güveneceğine emin misin? -Geçmişte Palaedra için iyi şeyler yapmıştı kâhin. Tekrar gidecek olan Lysander kötü bir son ile karşılaşabilir. Ve ben Palaedra’da karışıklık istemiyorum. Bize inanmasa da uyarımız kâhine daha fazla dikkat etmesini sağlayacaktır. -Anlamıyorum, kralım. Palaedra veya başka bir yer bize ne verecek ki? -Her şeyi Malvich, her şeyi. Vampir Lordu odayı terk ederken, görevin sıkıntısı gözlerinden okunuyordu. Yıldızlardan önce her şey böyle idi. Diğer kral ve kraliçelere de mektuplar yazmalıydım. Niye uğraşıyordum ki. Nekross’un karışıklık içinde olmadığını mı anlatmaya? Ne sebeple önemsiyordum diğerlerinin yaşamlarını? Cevap basitti, yaşam rahibi bir kız tanımıştım. Tek sebep değerini anladığım o kız ve yaşam idi. Yıldızlardan önce mektupları yazacaktım. Ve terasın yolunu elimde mektuplarla tuttum. -------------------------------------------------- Teras ve Yıldızlar Acı dolu akşamüstü ve sonrasını geride bırakmıştım. Rulolar halindeki mektupları habercilere vermeden önce sanki birine göstermek istiyor gibiydim. Onları tek tek okudum, içimden… Alana’nın yıldızına. İşte oradaydı değer verdiğimi artık biliyor olmalıydı. Yaşama, yıkım kadar değer veriyordum. Asla gerekmedikçe, düşmanlık görmedikçe yaşam almıyordum. İşte beni düşman gören ve haklı olanlara yaşam vaat ediyordum. Hepsini okudum Alana’nın o geceki yıldızına, içimden. Ve mühürledim, yola çıkması için. Biraz daha parlak, biraz daha temiz, biraz daha duru göründü yıldızı her mektupta. Belki beni affederdi. Çılgınlığın bir parçası olan ben, bizzat onu durdurmuştum. Çok mu geçti? Terasta, bulduğum koltuğa yorgun bir halde oturacaktım. Yıldızlar birbiriyle konuşurken, Alana’ya soracaklar mıydı? -Bu kim Alana? Yaşamımı alan mı diyecekti onlara? Yoksa yaptıklarını affettirmeye çalışan bir tanıdık mı derdi? -Alana onlarla konuşmadan önce bilmelisin, bu mektuplar gerçek ve Nekross var olduğu sürece anına saygımın mektupları olacak. Yanıma yaklaşmasına izin verdiğim ulak, diğerlerine vereceği mektupları alırken adeta titriyordu. Gözümü ondan ayırdım. Yıldızların titremesini seyretmek daha önemli idi. Ve öyle yaptım. -Kralım. -Götür, sözümü yayın. ------------------------------------------------- Şafak Tekrar o kahin’in beni ziyaret edeceğinden şüpheleniyordum. Kim bilir Lysander’a ne yalanlar söyleyecek bunları desteklemek için gerçekleri kullanacaktı. Bilgiye aç bu kadını kendimden uzak tuttuğum için çok mutluydum. Beni kandırmak için Alana’nın sesini kullanması ise çok pis bir numara idi. Bedelini ödeyecekti. Yıldızlar son göz kırpışlarını sanki tek kişinin yönlendirmesi ile yaparken inanılmaz bir şey olacaktı: -Bu akşamüstü, taht salonunun terasında ol -Alana, sen misin, Alanaaaaa! Tüm Nekross’ta bu sözleri duyabilen sadece ben olmalıydım. Belki de tüm evren susmuş Alana konuşmuştu. Yine de yıldızlar gitti. Şafak vakti gelmekteydi. Doğuya bakmamayı tercih edecektim. Ardımdan doğan gün ile içeriye girmem bir oldu. Şimdi sabırsızlıkla, bitmesine yakın saatlerin gelmesinin, bekleneceği koca bir gün vardı önümde. ---------------------------------------------------- Güneşin Yıkadığı Akşam vakitlerini nasıl getirdiğimi hatırlamıyorum bile. Tek bildiğim Alana ile konuşma şansım olduğunu düşünmek idi. Verdiğim acı için, ihanetim için… Ve akşamüstü güneşi, o gün öylesine ılıktı, sevecen, yansıdığı her yerde mucizeler yaratan… -Bu sen olmalısın. -Beni tanıdın. -Elbette Alana bu günbatımı sensin. -Bana bir şey söylemek istiyorsun. -Çılgınlıktı ve bitirmeyi başardım Alana, herkesin iyiliği için. Ama senin için çok geç kaldım. -Şu dünyada çılgınlık asla bitmez Gauldoth, unutma. Seni affettiğim açık değil mi? -Alana. Sevgi ile söylenen bir addı bu. Güneşin yıkadığı değersiz her şey, Alana’nın sevgisi ile değerliydi şimdi. Ve Güneş gibi, sessizlikle çekip gitti. IX. Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:55:48 GMT 3
X. Bölüm (Güç) Benden Sonrası Vücudumdaki yaraları hissetmemek, belki gerektiğinde yaşadığım bir zorunluluktu. Savaş meydanında aldığım yaşamlar ne kadar ölü ise yaralarım da o kadar ölü olmalıydı. Güç, yaşamamın anahtarıydı öyle ki emrimdeki herkese bunu öğretmiştim, ilk öğrendiğimi. Resim:http://browse.deviantart.com/?qh=§ion=&global=1&q=bazaar#/d1tista by lost-content.deviantart.com/Gün gelir de güçsüzlüğümü anlarsam, geri çekilmeden yok olmayı tercih edecektim. Elimde kılıcım ile terk etmezsem dünyayı, Waerjak adını lanetleyecekti, barbar klanları. En zayıf anımda bile savaşmayı bilecek, aman beklemeyecektim. O sabah, ardımda bıraktığım üç kardeşi düşünüyordum: -Gerçekten, onlara öğretebilmişim. Hah, tam bana layık savaşçılar. Etrafıma baktığımda, atlarından inmiş süvarilerin benimle yürüdüğünün farkına varacaktım. Sözüme cevap verme isteğinde olanın, konuşmasına yüz mimiklerimle izin verdiğimi, hatta cevabını merak ettiğimi belli edecektim. -Kralım, her an yaşamda nasıl ayakta kalınacağını anlatır gibisiniz, dedi ve minnettarlığını belirtir ses tonunu hissettirdi süvari. -Evet, sanırım en önem verdiğim, benden sonrası için ne yapacağınızı bilmeniz. -Niye öyle dediniz kralım, daha uzun yıllar… Sözünü kesip konuşmayı sonlandıracaktım: -Etrafına şöyle bak, her sabah canlı kalanların hangisinin kanlarında güç dolaşıyor. Kim ölüyor; kim yanan kayıklara yelken açıyor. O yüzden elimde kılıcım var iken o kayıklardan biri ile yola çıktığımda, alevli oku gönderecek güçlü adamlar istiyorum ardımda. Adımlarımı hızlandırdım, bana ayak uydurmaları gerekecekti. -------------------------------------------------- Neredeyiz Günlerce yürüyüşüm sürse de bunu yapacaktım. Amacımı herkes biliyordu aslında; irademi yansıtmak. Yaşadığımı göstermenin en güzel yolu bu olsa gerekti. Gittiğim kasabalarda, insanlar çılgınlar gibi etrafımı sarıyor, sevgiyi hissettiriyorlardı. İşte; bir şehrin kenarında, daha önceden de gittiğim, bildiğim bir kasabanın pazaryeri… Günün en hareketli saatleri yaşanıyor. Etrafımdaki kalabalığı sürükleyerek ortalığı daha da karıştırıyorum. Öyle ki tezgâhının devrileceğinden korkan bir tacir can havli ile feryat ediyor: -Çekilin! Uzak dur! Şimdi kızdıracaksınız beni! Onca sesin içinde o taciri duyduğuma inanmanızı beklemiyorsam da onu duymamın sebebi açıktı ve komikti: Daha önce ondan alışveriş yapmıştım. Hemen sağ tarafımdaki tezgâha doğru dönecektim etrafımdakiler, ani hareketimle adeta savrulacak ve hatta birkaç tanesi yerde bulacaktı kendisini. Yerde olanlar, ayaktakiler ve ben hep beraber güldük. Tacire gülen yüzle soracaktım: -İşlerin iyi gidiyor mu Gilber? Haber var mı? -Saygıdeğer Kralımız, geçen gün Büyük Arcan’dan olduğunu söyleyen bir büyücü adayına sattığımın parşömenler vardı. Özelliği ise, içlerinde hiçbir yazı olmamasına rağmen bu büyücü adayının sevinçle satın alması idi. -Büyülü parşömenler demek? Soran ifademi anlayan tacir söze devam etti: -Diğer bölümleri de satın alacağını, elime ulaştıkça satmamı istedi. İsterseniz… -İsteğim, Gilber, sadece merakım: Parşömenler gelince haberdar olmak, dedikten sonra elimde tuttuğum sembolik bir altın parayı tacire verecektim. Herkes susmuş şaşkınlıkla bize bakıyordu. Büyü bu topraklarda en korkulan şeylerdendi. Burası Büyük Arcan sınırlarına yakın, ülkemizin tam güneyindeki bir yerdi. Resim: browse.deviantart.com/?order=9&q=merchant&offset=24#/d2f2r82 by mancomb-seepwood.deviantart.com/----------------------------------------------------- Tanrıların Kulaklarında O anda tanrıların bizi izlediğini düşünmeden edemedim. Büyü ile ilgili olanları ancak onlar anlayabilirdi. Ve bunu onların kendi arasında konuştuklarına emindim ve bunlar zamanın birbirine karıştığı, zamanın hiçbir öneminin kalmadığı konuşmalar olmalıydı. Tanrıların kulaklarında, bir genç büyücü adayının sözleri: Pazaryeri, savaşa ait ya da yaşama ait ne varsa burada idi. Bin bir ırktan Axeoth’lu, tezgâhlara adeta hücum ediyordu. Gürültünün, haddi hesabı olmayan pazarlıkların içinde kendime uygun bir şey bulabilir miyim diye şaşkın halde dolaşıyordum. Ve işte yarım bir kitap, satıcıya soruyorum: -Ne kadar fiyatı? -… -Hmm ama bu eksik, bu kadar etmez! -… Diğer bölümleri için bana söz veriyor ve alışverişi tamamlıyoruz. Benim yarım bir kitabım, onun ise parası ellerimizi ısıtıyordu artık. Tam satıcının tezgâhından uzaklaşmaya başlamıştım ki gömleğimin kolundan, çekildiğimi hissedecektim. -Kim? -… -A sen çocuk, ne oldu para eksik mi? -... -Demek bir bölüm daha elinizdeydi. -… -Ne bunun için para istemez mi? -… -Teşekkür ederim. Şimdi okunacak daha çok şey vardı.Altı bölümü hızla okuyup yedincisini nereye koyduğumu hatırlamaya çalışıyordum. Rulolar halinde olanlar, ciltlenmişlerin arasında kaybolmadan önce hatırlayabilmiştim. 7. bölüm (Biz) duygular içindi. Tam satın aldığım altı bölümün arasına cilde sıkıştıracaktım ki hepsini kapsayan deri koruyucunun gizli bir bölmesi olduğunu fark ettim. İşte sekizinci Bölüm Bir Hatıra’da Palaedra… Gerçekten sevindiğim bir sürprizdi. Lysander hep hayran olunan krallığını nasıl yönetiyordu. Merakla sayfaların içine gömüldüm. Mum ışığı sönmeye yüz tutmuştu, yeni mumları yerleştirdiğimde rahat koltuğa yerleşmiştim. Sekiz bölümü, deri korumasına özenle yerleştirdim. Sabahın ilk ışıkları ile yardımcı büyücü olduğum, doğa büyüleri kulesine gidecektim. Elimdekileri, tarihi kurgu romanların bulunduğu bölüme eklemeye karar verdik. Şimdi bir kopyasını kendim için çıkartacak, diğer bölümlerin pazaryerine gelmesini bekleyecektim. Resim: fineartamerica.com/featured/wizards-study-mary-williams.htmlGenç büyücünün sözleri böyle idi, zamanın uzak bir köşesinden, Tanrıların kulaklarında… ---------------------------------------------------- Zaman Gilber, altın parayı alırken, büyük bir korkuya kapılmıştı. Acaba nasıl bir dert getireceğini düşündüğüne emindim. Onu rahatlatmak için sözümü esirgemedim. -Eğer Gilber, o parşömenler eline geçmese de senden alışveriş yaparım, ayrılırken gülümsemem giderek kahkahalara dönüşecekti. Herkes, korkuyu bir anda kenara itip bana katılacaktı. Büyücülerle ilgili atıp tutmalar, pazaryerinin o günkü konusu olacaktı. Bundan hiç sıkılmayacaktım, aksine eğlenceliydi. Zamanı geçirmenin, güzel bir yolu da buydu. Bilmediğin konularda, yalan yanlış da olsa halkın inanışlarını dinlemek hep önemli idi. Zamana güldük hep beraber, güçlü idik zaman bizimle idi ve büyüler bizi etkileyemezdi. Güldüğümüz sürece barbar dünyamız bize gerekenleri sunduğu sürece. Belki bazen merak ederdik, bir kral olarak göz atmak isterdik o parşömenlere ama zaman bizimdi, güçlü olduğumuz sürece. Diğer tezgâhlara bakarken zamanımı değerlendiriyordum. -Hey şu, gün ışığında parıldayan taşlardan birkaç tane istiyorum. -Elbette Kralım. -İşte al, taşlar için altın. -Teşekkürler efendim. -------------------------------------------- Ülkemin Gücü Dolaştıkça daha çok söylenti, daha çok eğlence… Akşamı edecektim, boş işler olmadan olmazdı. Tabii sonunda adamlarım beni bulacaktı. Gece kalacağım han, adeta kraliyetin merkezi olacaktı. -Eh dostlar, gücümüz yerinde. Nekross’un iddia ettiği gibi, Aranorn’da Nekross’lu asiler yeni bir arayışta ise, burada tutunmalarına izin vermeyeceğim. -Kralım, gideceklerin listesini hemen hazırlayalım. -İstediğim buydu. Ertesi gün, Büyük Arcan üstünden elf şehrine gidecek olan oradan da Aranorn’a ulaşmasını hedeflediğim birliğimin, harekete geçme emrini verecektim. Ulakları Nighthaven’a gönderdim. Birliğime gücüme, kendi güçlerini katmak isterse diye. Bu Gauldoth’un dışında idi, yarı-ölü’nün emriyle gitmediklerini düşünüyordum. Ancak daha önce de söyledim, hala Nekross sınırlarında gereğinden fazla güç bulunduracaktım. Gauldoth sonsuza kadar orada olacak mıydı? Ya da düşünceleri hep aynı kalacak mıydı? Gücüme güvenmeliydim, başkasına değil. Ülkemin gücü berrak akıldaydı, sadece kolayca kandırılan saflar değildik. Bizler barbar dünyamızda yeterince şey öğrenmiştik. Saygı duyduğumuz baltanın gücü ancak o zaman değerli idi. Gereken yere, gerektiği kadar önem vermekte. Gereken insanlara, gerektiği kadar güvenmekte… Ve Nighthaven’a güvenim yüksekti. İşte gidiyor birliğim, Aranorn’da dünyamız Axeoth’ta acıya sebep olanlara engel olmak için. X.Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:56:38 GMT 3
XI. Bölüm (Ziyaret) Önce her şey Yol boyunca gördüklerimizi anlatmanın bir yolunu bulacağım. Dilim döndüğünce sizlere Nighthaven’ın başkentini, salonlarını, bahçelerini, halkını tanıtmak niyetim. Bu ziyaret, biz Elwin ve Shaera’nın onur yolculuğu, bir dostluk ve gelecek arayışı, Büyük Arcan’da kraliçenin kurduğu düzende... Resim: browse.deviantart.com/?qh=§ion=&q=genie+and+fairy#/d2s0hut by nxlam1801.deviantart.com/Önce her şey yabancıydı: Yürüdüğümüz yol, binalar, bitki örtüsü, müzik ve ahali. Gökyüzüne yükselen büyü sonucu olduğuna emin olduğum, o yüksek şiddette sesler. Müzik, her yerde gibiydi ve öyle bir büyü idi ki bu hepsi harmoni içinde devam ediyordu. Daha önce söylediğim gibi Kraliyet müzisyenleri bizim için çalıyordu, ancak çalmasalar bile yol boyunca müziğin dünyasındaydık. Önce her şey anlaşılmazdı: Gördüğümüz, duyduğumuz ne varsa büyüden geliyor gibiydi. Düzenli idi, herkesin rolü belliydi ve istedikleri gibiydi. Mutlu bir ülkeydi; her şey anlaşılmazdı. ----------------------------------------------------- Belki ben Belki sana, bazı şeyleri açıklamada yardımcı olabilirim. Ben Shaera, Elwin biraz dinler misin? Evet, tam olarak istediğim bu. Evet, dostlar, en az Elwin kadar iyi anlatmaya çalışacağım. Öncelikle biz mutluyduk Elwin. Bunun yanı sıra işgal korkusu olmayan bir ahali’nin arasındaydık. Kimsenin saldırsa bile başarılı olamayacağını akıllarının bir yerinde tutup, dünyalarını zenginleştiriyorlardı. Axeoth daha yıkım yaşamaya çok uzaktı. Ülkedeki düzeni anlatma işini şimdi sana bırakmadan önce sözlerime eklemek istediklerim var elbette. Bizimki gibi aşkı yaşayanları gördüğümde anlardım. Ve orada bunu yaşayan çok kişi vardı. Hayretler içinde, düzenin ne kadar güzel olduğunu gördük. Büyünün, gerektiğinde nasıl kolayca konuştuğuna şahit olduk. İşte, söz yine sende Elwin. ------------------------------------------------- Mimari Peki Shaera, sözlerime büyü ile devam edeceğim. Öncelikle üstünde yürüdüğümüz yollar adamlarımı da hayrete, korkuya sürükleyecek biçimde, gerektiğinde gökyüzünde yürüdüğünüz yollardı. Evet, yanılıyor olamazdım, öyle ki aşağıya bakmaya korkanlar, büyünü böylesinin olabileceğine inanmakta zorlananlar, aklımda kalan konuşmalar bunun kanıtı idi. Yürüyorduk ancak sanki hiç yorulmuyor gibiydik. Sonradan öğrenme fırsatım olacaktı: Kuleler gerektiğinde bunu sağlamak için görevli büyücü adayları ile doluydu. Kullandıkları kristaller, bu acemi büyücülerin bile büyülerini böyle güçlü, böyle hatasız hale getiriyordu. Yol boyunca dinlenmeyeceğimizi düşünüyordum ki buna gerek duyan yoktu. Yine de merakımız dolayısı ile kuleleri ziyaret ettiğimiz oluyordu. Hobbit köylerinin o sevimli kovuklarının yakınında yükselen, zarif ağaç gövdesini andıran yapıların tepelerinde, yuvarlak kubbelerinin altında büyücülere ziyaretler yapacaktık. İlk kuleyi gördüğümüzde bize eşlik edenlerin iznini alacaktık: -Elwin, bunu görmeliyiz. -Elbette Shaera, Lord Gramin de… Shaera bizi bekler misin? -Tabii ki Elwin kulenin merdivenlerini hızlı çıkmalısın, derken benim de merak ettiğim kulenin yakınındaki köyün halkından gördüklerimize selam vermekle mi uğraşmalıyım, yoksa Shaera’nın hızına yetişmek için çaba mı göstermeliydim emin olamıyordum. Shaera’yı yavaşlatabilmek için kurabildiğim tek cümle, tek kelime şuydu: -Hobbitler. -Biliyorum, diye yanıtladı ki bu hızını kesmeye yetmeyecekti. Kulede olanları anlatacağım. Başkentin her köşesinde bu ince yapılı kulelerin, kat kat terasları, devasa kubbeleri olanları da harika bir mimarinin, inceliğin, düzenin eserini bize sunacaktı. Başkentte, sarayın duvarlarının yükseldiği tepe Arcania’nın, bir peri ülkesinin izleneceği en iyi yer olacaktı. Bazı binaların yer ile bağlantısı yok gibiydi ki bunu hava elementlerinin sağladığını öğrenecektim… Sebebini sorsam da düzen büyüleri hakkında bilgisizliğim, anlatılanları anlamamı önlediğinden, sizi yanıltmamak için sadece bunları söylüyorum. Başkentin en ilgi çeken yapılarından birisi ise büyü akademisi idi. Elbette saray kadar yüksekte olmasa da şehre hâkim bir noktada idi. Her yerinden müzik, ses ve ışık yayan balkonlar, sıra sıra salonların pencereleri incecik işlenmiş heykel ve taş, mermer süslemeleri insanı hayretlere düşürüyordu. Geriye ilk gördüğümüz kuleye dönersek. Yine birileri ile tanışmanın memnuniyetini belirtmemiz gerekecekti. Genç büyücü adayı çoktan Shaera ile sohbeti koyulaştırmıştı, oraya ulaştığımda: -Evet, yolları destekleyen bizleriz. -Sizin için yorucu değil mi? Shaera’nın sorusuna yanıt veren büyücü eli ile işaret ettiği mavi kristalden söz edecekti: -Hayır, harcadığımız mana’nın yüzlerce katını bu kristaller yansıtıyor ve her an harcamamız gerekmiyor. O sırada kütüphane’de işlerimizle ilgilenebiliyor, hatta kuleyi terk edip köyde dolaşabiliyoruz. -Peki ya müzik, hayranlığımı gizleyemeden edemedim. Nasıl bir uyum bu? -Evet, ilk eğitimlerden… Düzen içindeki her şey gibi bunu da düzenledik. Herkes devam eden müziği dinleyip istediği katkıyı veriyor. -Sizinle tanışmak harika, derken Shaera elimi tutup kulenin balkonuna yönlendiriyordu beni. Sözümü esirgemedim. -Doğanın düzeninde veya Arcan’ın düzeninde her yerde seni bulabilirim Shaera. Seni hissedebilirim. -Bunu söylediğin için gülümsüyorum bundan sonra Elwin. Yollardaki tüm köyler hobbit köyü değildi, inanılmaz peri ağaç evleri ve ahalisi, insan köyleri, yarı elflerin ağaç evleri ve bir garip ev sahibinin taş malikânesi… Hepsi hayranlık vericiydi. ------------------------------------------------ Solymr Büyücü adayına teşekkür etmiştik ve tekrar büyülü yollara koyulmuştuk. Her yerde, yemek için onlarla oturmamız konusunda ısrar eden birileri vardı. Hobbitlerle ikinci kahvaltı. Perilerden yemişler ve insanlarla öğle yemeği. Yarı elflerin ağaç evlerinde duygusal anlar ve şu malikâne… Bu, başkenti görmeden önce hayran kaldığımız yapı, bir o kadar anlaşılmazdı. Duvarların dışında sona ulaşmayan merdivenler. Süslemelerle bezenmiş bir yere çıkmayan kapılar… Ve tabii müzik… Ayrıca sürekli bir ses, kulağınızda tekrarlanan bir melodi gibi sizi kendine çekiyordu. Sonunda ev sahibi ortaya çıkacaktı. Bir anda, aniden… Yanımızda daha kıpırdayamadan yerini alacaktı. Lord Gramin ve adamlarım şaşkınlıkla kendilerini sakınmak için geri bir adım atacaktı. Ben ise sakindim, tıpkı Shaera gibi. Sanırım büyülenmiştik, birbirimizi büyülemiş olmalıydık. -Topraklarıma hoş geldiniz elfler. İşte merakla evimi izleyen sizler, acaba benden bir şey mi bekler? Ev sahibinin kim ya da ne olduğunu bilemiyorduk ki kraliyet görevlileri bizi tanıştırdı. Bu; yerden yüksekte, yarım bir vücudu ve yere uzanan bir ışık huzmesi yayan, bir cindi. -Bunlar, Lord Solymr, Watersmeet’ten Lord Gramin, Lord Elwin ve Leydi Shaera ve yol arkadaşları. Bizimle birlikte savaştılar ve Kraliçe Nighthaven’ı ziyarete gidiyorlar. Solymr, önce bizi o hiçbir yere çıkmayan kapılara yönlendirdi. Anlaşılması güç bir şeyler geveledi. Duvarlar dört bir yana açıldı ve salonları gözlerimizi kamaştırdı. Altının her rengi, kırmızı kristalin her bir tonu gökyüzünü boyamış gibiydi. Sonunda masanın etrafında konuşma fırsatımız olacaktı. Önemli biri olduğu belli olan Solymr sonunda dilimizi konuştu, elf lehçesi oldukça iyi idi. Bize amacımızın sadece ziyaret olup olmadığını soracaktı. -Tüm hikâyenizi bilmesem de istediğiniz bir şey olmalı yanılıyor muyum? -İstediğimiz herhangi somut bir şey yok Lord Solymr, sadece dostluk, minnet ve hikâyemizi paylaşmak, dedim. -Peki, bizler dostluğa önem veriyoruz. Sizin dostluğunuzu da görebiliyoruz. İşte, derken kadehler belirdi masada ve mavi renkteki içkileri içtik. Gücümüze güç katacaktı bu içki -Bu nedir Lord Solymr? Harikaydı, dedi Shaera, yanıtı verildiğinde, herkes hayret nidası atacaktı. -Mana. Akşam, saatleri gelmekteydi. Başkenti gündüz görmek ve bir kraliçeyi bekletmemek adına büyülü yola dönecektik. Bu grupta Arcania’yı veya yolu gören bir Watersmeet’li kimse yoktu. Elbette elçiler anlatırdı ama ayrıntılar bu kadar hayret verici olmazdı. Biz büyük bir grup olduğumuzdan ve ahali kendini göstermeyi seçtiğinden bunları anlatan ilk biz olacaktık. Burada hiçbir şey herkese aynı görünmemiştir. Ve ziyaret, Nighthaven sarayı sonunda karşımızdaydı. ----------------------------------------------- Ziyaretin getirdikleri -Demek öyküsü dilden dile dolaşan Aranorn’lu elfler sizlersiniz. Tekrar hoş geldiniz, derken Nighthaven sanki bizi yıllardır tanır gibiydi. Sanki çocukluğumuz onun ülkesinde geçmiş gibi bizi sevgi ile karşılayacaktı. Lord Gramin söze girecekti: -Kraliçem, gemileriniz ile korsanlara karşı kazandığınız zaferinizi kutlarım. Bizi tam zamanında kurtardınız. Minnettarım. Shaera kendini tutamayıp: -Ben de babamı kurtaranların hepsine şükran borçluyum. Nighthaven, sıcak bir dille: -Sizler için yapacağım daha çok şey olacağını umuyorum dostlarım. Ve Elwin, yanılmıyorsam Aranorn keşif görevindeydin? Birden tüm dikkat üstüme toplanmıştı. -Evet, Kraliçem ayrıntılı olarak anlatmak isterim. -Ve ben de dinlemek, yemek salonuna geçmeden gün batımını terastan izleyelim dostlar. Akşam yemeği ve ziyaretin getirdiklerini zaten tahmin ediyorsunuz. Nighthaven, Aranorn konusunu kendi davası haline getirecekti. Diğer krallıklara ortak olarak yazacağımız mektuplar olacaktı. Tüm bunları yapma yetkisi hala elimdeydi. Sonuçta bunlar Aranorn’u ilgilendiriyordu. Elf konseyinden gelen ve giden habercilere bir örnekleri zaten veriliyordu. Nighthaven düzeni sağlayandı ve bunun için sevilendi. Ziyaret, her şartta olması gerekendi ve olmuştu. XI. Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:58:41 GMT 3
XII. Bölüm ( Şafağın Kâhini) Tanışalım Beni anlamaları için değil, sadece anlaşılmamak için uğraşıyorum. Yaşanacakları bildiğimi düşünüyorlar. Acaba ihtimaller ile aram iyi olabilir mi? Sıradan bir dünya mı Axeoth, bir kâhini dahi kaldıramayacak kadar kesin mi sınırları? Ben Şafağın Kâhini tek soru hakkınız olduğunu unutmayın. Resim: roselyn.deviantart.com/art/MnMX-Oracle-of-Dawn-259056656 by roselyn.deviantart.com/-Görüyorum ki girişten kolay geçmişsiniz. -Evet, siz tıpkı tarif edildiğiniz gibisiniz. -Nasıl tarif etmişlerdi? -Tıpkı gözlerimin gördüğü gibi, yeşil gözler ve yeşil bir elbise, genç ve güçlü yüz hatları, etkileyici bir ışığın yansıdığı salonda bekleyen biri. -Öyle ise soru haklarını biliyor olmalısın? -Tek soru. -Sor. Bunun gibi konuşmalar, kehanete inananların soruları… Ve bilmece gibi cevaplarım… Tanıştığım pek çok kişi soru sormuştu, yine de sormayanlar da vardı. Soranların hakları ellerinde değildi artık. Diğerleri ise zaten benden hiç hoşlanmamıştı. --------------------------------------------------------- Kendim Kendim inanıyor muydum kehanetlere, yanılmamıştım ve bu devam ediyordu. Ancak bir sorun vardı. Kehanetlerde ne kadar başarılı olsam da ikinci soruları yanıtlamıyordum. Bu bir tür lanet gibiydi. Eğer ikinci soruyu yanıtlarsam, soru sahibine inanılmaz acılar verebiliyordum. Ve bunu istiyordum. Kendimden sakınmam bu yüzdendi. İnsanlardan bu yüzden uzak yaşamalıydım. Ve kendim için isteklerim, yıllar geçtikçe içimi kemiren arayışlar olacaktı. Kendim için bir şeyler, daha çok bilgi, dünyayı etkilemek… İşte Gauldoth’tan nefret etme sebebim: Dünyayı en çok etkileyebilecek kişi O mu olacaktı yoksa ben mi? O yarı-ölü mü sonsuza kadar hatırlanacaktı yoksa ben mi? -------------------------------------------------- Akşamüstü Hüsranı Hep bir hüsran akşamüstü Dünyanın sarı ile vedalaştığı, Umutlarımızı, diğer sarıya kadar Uykuya yatırdığımız zaman Unutma beni akşamüstü Sana sormadılar biliyorum. Sana sormadılar güneş oyununu Yapacaklarını yaptılar ve günü unuttular Hep bir hüsran akşamüstü Affedilmeyi bekleyenlerin son saatleri, Bir kayıp ülkenin, şehrin bulunmayı beklediği Harabelerin insanlıkla tanışma ümidinin ertelendiği Bulmalıyız gün bitmeden sevgiyi Öyle ki akşamüstü hüznü, Ilık bir dokunuş olsun. Kalbimiz, sevginin tadını seninle yaşasın. Hep bir hüsran akşamüstü Heyhat, bulamadık huzuru Sevgi olmadan yaşayanlar Suç sende değil ki akşamüstü --------------------------------------------------- Krallar Kralları tanımak, onlarla konuşmak belki en kestirme yol olabilirdi, sonsuza kadar hatırlanma isteklerimi gerçekleştirmede. Büyücülerin gücünden daha üstün, daha kadim güçleri kullanmalıydım. Beklenmeyeni yaşamalıydım. Hepsinin soylarını bilmeli, her birinin dünyalarını yaşamalıydım. Zaman yeter miydi buna? Elimdeki en büyük silah zamandan başkası değildi. Sanki benim için bir başka işlerdi zaman. Gördüğüm bir nesnenin kaynağını, insanın geçmişinde yaptıklarını adım adım görmem mümkün gibiydi. Ancak gelecek için hep bilgi gerekirdi. Ve Gauldoth bunu benden esirgemişti. Onunla hesaplaşmak adına yaşamları yok etmeyi seçecek miydim? Uygun bulmadım, Gauldoth’un sandığı kadar yıkım meraklısı değildim. İşte krallardan Lysander, kulemin kapılarında… Soru hakkı kalmamış ancak ülkesi için geldiğini söylüyor. Labirenti önüne koymak, gitmesini istemek, sebebini anlatmanın yolunu bulmak gerek. İşte Lysander, güçlü iradesi ile Palaedra için çabalıyor. Tek sorusunun devamı olarak gördüğü Palaedra’nın geleceğini soruyor. -Kâhin yüzünü göster. Asla cevap alamayacak. Ve sonunda krallığı için en iyi olanı o labirentte keşfedecek. Gauldoth’un yolladığı vampir Malvich ile konuşmuş, benim hakkımda uyarıları dinlemiş Lysander, sana tek kelime edemem, etsem soru soracaksın ki buna katlanamam. Yok olmanı izleyemem. Sessizliğimi korudum, günler birbirini kovalayacaktı. Ve sonunda Lysander kuleyi terk edecekti. Sadece insanların bildiği gibi yapması gerektiğini anlayacaktı. Bir kehanetten fazlası olamazdı. Fazlası hayatlarını yönetmek olurdu. Krallar bunu öğrenecekti. Palaedra’nın tüm kralları. Axeoth’un tüm insanları. Ve şafak ile yeni yüzler bekleyecektim, belki Gauldoth’u bile. Onun, nefretini hak etsem de. ------------------------------------------------- Şafak Vakti -Bir gün sizlere anlatacağım benim için şafak vaktinin önemini ama bugün değil. Sadece yorgunum. Tüm şafağın kâhinleri böyle mi bekletirdi insanları? Şimdilik bunlar. XII. Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 10:59:34 GMT 3
XIII. Bölüm ( Tawni) Kızıl bulutlar ile konuşmaya devam edecektim. Beni gören var mıydı? Her an uyanıktım ama gören varsa bile, konuşmaya kalkışmayacak kadar akıllı değilse köpekbalıkları ile tanışmak durumunda kalacaktı. Konuştuğum ise sadece, Tawni Balfour mu yoksa Emilla Nighthaven mı? Yanıtımı almak için tüm gücümle saldıracaktım. Resim: owll.deviantart.com/art/Sea-Battle-118958597 by owll.deviantart.com/Aklımı kaçırdığımı biliyor olmalıydılar. Altın Deniz’i kimse ile paylaşamazdım. İşte Farel Vixen’in güvertesinde topladığım tüm nefretimi, zamanımızın en güçlü hükümdarlarından birine yönlendirmenin yolunu arıyordum. Adeta burnumdan solurken, günlük işler nefretimi iki katına çıkartıyordu. Sürekli cezalandırmalar, çeşitli katliamlar, birkaç ticaret gemisinin yağmalanması… Bunların hepsi bizi görenlerin ortadan kaldırılması için gerekli idi. Yalnız biliyordum ki, Nighthaven tehlikeyi bilecekti. Ne kadar değerli bir rakip olduğunu göstermek için her önlemi alacaktı. -Haydi artık sersemler, yeterince eğlendiniz, tutsak almıyoruz unutmayın, dememle bir grup elfin sonunun getirilme emrini vermiştim. -Kaptan, söyleyecekleri olduğunu işaret ediyorlar, dediğinde birinci adamım yanıtlıyorum. -Bay Derring, Watersmeet’le ilgilidir boş verin, bitirin işlerini. -Beni dinle zalim, tüm dünya ile baş edemezsin, lanetli gemilerin de seni kurtaramayacak. İşte söyleyeceğim bundan ibaret, şimdi elinize biraz daha kan bulaştırın bakalım, aman dileyen tek kişiyi bulamayacaksınız, derken elf, Derring’in sırıtışına takıldı gözüm ve tek kelime etmeden işaretimi verdim. --------------------------------------------------- Derring’den Farel Vixen’e Bu adamdan nefret ediyordum. Aslında o bir ölü sayılırdı. Onu öldürmek için küçücük bir sebep arıyordum. Savaşta yapacağı en basit hata ile ölüm emrini verecektim. Aslında Derring sadece bir örnekti. Ruhunu kaybetmişlerin bir sureti, bir hayalet gibi gemimde dolaşanlardan biri… Farel Vixen’in güvertesine bir kez ayak basan herkes artık bir hayalet sayılırdı. Değil birinci adamı, basit bir tayfayı bile ele geçiren o hırs ve nefret burada, bu geminin içinde her gün bir haykırış bir çığlık gibi sıradandı. İşte yine kendi kendime konuşuyorum: -Derring’in çığlığını ne zaman duyacağız Etrafıma bakınıyorum, güvertenin dümen kısmındayım. Yakınımda sadece, dümenci var. O da ne? Dümenci… - Bay Derring, demek dümendesiniz, derken bir adım geriye atıp kılıcıma davranıyorum. Dümencinin sırıtan ifadesi… Sadece bu sebepten olmalıydı, onu Derring sanmıştım. Adam tekrar dümene doğru sırtını bana dönecekti. -Kimseye tek laf etmeyeceksin. -Kaptan. İşte Farel Vixen, benimle oynadığın oyundan sıkılmadın öyle değil mi? Lanetlilerin gemisi, işine yarayanları taşımakta kararlısın, anlıyorum seni. ------------------------------------------ Watersmeet Saçtığımız dehşet öyle noktalara gelmişti ki, denizde hiç canlı kalmadığını düşünecek kadar kan görmüştük. Oysa felaketimize gittiğimizi hissedebiliyordum. Kızıl Bulutlar sırada neler var. Watersmeet, bir zamanlar saygı duyduğum Lord Harke koruyor olmalıydı şehri. Habercilerin hepsini öldürtecektim. Bu son yolculuğum olmalıydı. Kızıl Bulutlar elf şehrini yakmamam için bir sebep verin. -Yok, hiçbir sebep yok. -Ne dersiniz kaptan saldıralım mı, diye sorduğunda Derring sadece limanı yakmalarını emredecektim. Beni önleyen tek şey tüm gücümle Nighthaven ile ilgilenmek isteğimdi. -Sadece liman Bay Derring! Lord Harke çılgına dönmüş olmalıydı, kimleri suçlayacağını bilmesini istedim. Nefreti yaymak için, sadece tek haberciyi canlı bırakacaktım. Tek cümlemi ona iletecekti: -Elwin’e sorsun Lord Harke Liman yakıldı, küçük direniş bizim için komikti ve bu gerçek savaş öncesi; Nighthaven öncesi bir gözdağından fazlası değildi. --------------------------------------------- Nighthaven, Gauldoth, Waerjak, Lysander Resim: pinterest.com/pin/118008452706831030/Karşıma çıkacakların kimler olduğunu biliyordum. Nekross’un nefreti üstümde olmalıydı. Ancak hala birbirlerinden uzak olduğunu düşündüğüm Büyük Arcan armadası ve Nekross’un ölüm gemilerini ayrı ayrı avlamayı planlıyordum. Hızlı gemilerimden birini gönderirken, Watersmeet’in limanı ile ilgileniyorduk. Günler sonra o bölgeden ayrılıp Büyük Arcan’a yönelirken haber gelecekti. Tüm Axeoth ayakta idi. Ve karşıma dikilecekler bir arada beklenmedik ittifaklar kurmuşlardı. Bir an birbirine güvenmeyenler tüm gemilerini birleştirmişti. -Kimler? - Nighthaven, Gauldoth, Waerjak, Lysander. -Demek değerimi anlamışlar. Çekilebilirsin, derken adamı kovaladığım her halimden belli idi. Derring söze girecekti, tam bir korkak gibi: -Kaptan, bu fazla tehlikeli… -Korktun, sonunda hatanı yaptın, tüm gücümle tayfaya, ikinci kaptanlarıma diğer gemi kaptanlarıma gözdağı verecektim. -Kaptan, ben… -Kes sesini, bu savaş için yaşadınız, basit birer katilden öte hepinizi kral yapacak olan savaş için. İşte, sizin için hazırladığım bu. Değersiz yaşamlarınız için. Derring canından korkarak geri çekildi ve çılgınlar gibi haykırdılar: -Arkandayız Kaptan Balfour! -Şunların işini bitirelim, kaptan! Gün ışığında ve geceler boyunca uzak çatışmalar yaşanacaktı. İki armadanın karşılaşmasını ise başkasından dinlersiniz artık, örneğin en iyi Kızıl Bulutlar anlatacaktır. XIII. Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 11:00:32 GMT 3
XIV. Bölüm (Yıkım) Şimdiye kadar korumaya çalıştığımız şehrimiz, elf yurdu savaşta. Gerektiği gibi savunulmayacak mı? Elbette Tawni Balfour’un adını unutmayacağız. Ben Lord Harke, kimseye bir şey soracak değilim ve lanetli korsan sana bir elfin hayatını daha teslim etmeyeceğim. Resim: www.deviantart.com/morelikethis/artists/311393989#/defnue by crafaldar.deviantart.com/Kızıl Bulutlar Tüm dünyamızı yok etmeliydin, Oysa sen, sadece limanımızı seçtin Öyle ki, kalbimizde acı ile yaşamamızı, Derin derin nefes çekip, kederin bizi yok etmesini… Bizi yeterince iyi tanımadığın için nefretin. Bilmez misin keder ve hüzün bizden hiç ayrı olmadı? Ne bilirsin ki, adını limanımıza yazıp kan ile Ateş ile oynayan, Kızıl Bulutlar ile konuşan. Ellerindeki çizgilere bir bak, şöyle iyice bir bak. Kızıl Bulutları tuttuğunu, avucundaki Çizgiler olduğunu sanıyorsun. Kızıl Bulutların hep ellerinin arasından akıp giden Olduğunu göremiyor musun? Keder ve hüznü bize ver, nefretin senin olsun, Elinde hiçbir şey kalmadığında, Adın bile unutulup, dünyanın toprağına, suyuna, Kızıl Bulutlarına karıştığında… Liman, oradan oraya koşan çocuklarla yaşıyor olacak. -------------------------------- Adım İntikam Olsun Salonlarda buna benzeyen şarkılar söyleyenler vardı. Ama içimden geçen asla bunlar değildi. Sürekli olarak intikam duygusu ile yanıp tutuşuyordum. O korsanı üstümüze salan nefretin ne olduğunu biliyordum; tıpkı içimde uzun zamandır beslenen biri gibiydi. Nefrete nefretle karşı koymalıydım, basit ve olması gereken buydu. Süslü şarkıların, boş lafların zamanı değildi bu. Elf Konseyi’ne topyekûn karşılık vermemiz isteği ile gidecektim. Yine her zamanki salon… İki dev ağacın gövdesinin desteklediği, elf konseyinin tercih ettiği sade, doğanın bir parçası, aşağılardan çağlayanların hafif sesinin ulaştığı, ancak hiçbir sesin dışarıya yankılanmadığı salona tüm öfkemle girecektim. -Ah, Lord Harke, bu felaketin sonu… Elwin’i desteklediğini bildiğim, konsey üyelerinden elf hanımı Niire’ye tüm hiddetim ile yaklaştım. Öyle ki kılıcımı çekeceğimi bile düşünmüş olacaklardı ki herkes hep bir ağızdan: -Lord Harke! Ve o anda kendimi kaybettiğimi anlayacaktım. Kendimi durdurmayı başardığımda Niire hiçbir şey olmamış gibi sözüne devam edecekti: -Sonuçlarına katlanmak zorunda değiliz. Sizin herkesi güvene alıp şehri savunmanızı bekliyoruz, dedikten sonra bu seferki tepkimi beklemeye koyuldu. Söze, bu kadar pervasızca girdiği için Niire’ye olan öfkemi kendimce haklı görüyordum. Niire’ye ve konsey üyelerine sırtımı dönüp çıkmak istiyordum. Onların hiçbir değeri olmadığını, her şeyin benim çabamla hala ayakta kaldığını söylemek için bir ters söz daha bekliyordum. Tüm bunları unutup Konsey başkanının gözlerine bakarak yanıtladım: -Konsey’in tamamının isteğini dile getiren Lady Niire’nin gözünden kaçmamış. Şehri savunuyoruz. Ve bunu nasıl yapacağımı biliyorum. Konsey başkanı bu sefer söze girecekti: -Lord Harke, bu korsanları durdurabilir misiniz? Yanıt verirken fazla düşünmeme gerek yoktu: -Herkes tüm gönlü ile bana destek olursa elbette... Bu sefer söz kesme sırası Niire’nin olacaktı: -Ahh, evet limanı savunduğunuz gibi, Korsan Balfour’un kızını küçümseyip, ittifak arayışlarına karşı oluşunuza verilen destek gibi. Ya da Elwin… O adı duyduğumda, geçen gece tek hayatta kalan habercimin söyledikleri kulaklarımda yankılanacaktı: “Tawni Balfour size sadece şunu iletmemi istedi efendim; ‘Elwin’e sorsun Lord Harke’. Efendim, hepsini öldürttü, herkesi…” İşte tartışmanın anlamı yoktu, her şey ortadaydı. Tawni Balfour’un bize saldırmasının tek sebebi Aranorn’a giden keşif birlikleri olmalıydı. Bundan haberi olan korsanlar, Lord Gramin’e saldırmış olmalıydı, sonrası belliydi Büyük Arcan ile gereksiz bir ittifak için yanıp tutuşanların başımıza sardığı bela. Cevabımı verdim yine de: -Elwin veya sevgili Gramin, hepsinin sorumlusu siz ve onlarsınız. Bu toprakların dışındaki hiçbir şey bizi ilgilendirmemeliydi. İşte şimdi, başkalarının acılarını ölen halkım çekiyor. -Biz de acı çekiyoruz Lord Harke ve bilin ki Tawni Balfour veya başka birine boyun eğmeyeceğiz. Şimdi şehri savunun ve ittifaklarımıza saygı duyun, derken Niire gerçekten çok kızgın olacaktı ki kelimelerini söylerken masaya defalarca vuracaktı. -Limanlarda günlerdir savaşıp ölürken Nighthaven neredeydi, belki sadece aradan çekilmemizi bekliyordur? Elwin nerede, hani nerede güvendiğiniz diplomatlarınız? Sonunda konseyde bir uğultu kopacaktı. Herkes tartışmaya girecekti ki, işte sırtımı dönme işini o anda yapacaktım. Ardıma şöyle bir baktığımda beni gözleri ile takip eden sadece Niire’nin olduğunu görecektim. Aslında haksızdık, içten içe hissedebiliyordum birlikte çalışmalıydık ancak gerçekler acı veriyordu. Onları suçlamakta haklıydım. Salonu terk ederken son bir ses: -Şehri savun! -Adım intikam olsun! ------------------------------------------------ Liman Henüz tamamen elimizden çıkmamıştı Liman. Şehri savunurken, sonuna kadar savaşmamız gerekebileceğini hesaplıyordum elbette. Bu yüzden toplu bir geri çekilmeden daha çok bir oyalama taktiğine gidiyordum. Hızlı ve elit okçularımdan bazı adamlarımı gece saldırılarında kullanıyordum. Tawni’nin bana güldüğünü, duyabiliyordum. Elimde ne varsa tüketmemi bekliyor gibiydi. Bu acımasız düşmana tek bir haberci daha göndermeme konusunda kararlıydım. Ona gönderdiklerim sadece oklar, mızraklar, gerekirse çekilmiş kılıçlar, son nefesimi vereceğim intikamım olacaktı. Benim Elwin’i suçlayışıma güldüğünü de biliyordum. Tek kurtuluşun Nighthaven olduğunu konuşanlar olduğunu da. Ama bu Liman benimdi, Watersmeet’i inşa ederken Hesaplaşma Günü’nden kurtulan dostlarım ile el ele; her tahtasını, her halatını, her ışığını, her kulübesini, iskelelerini hazırlamıştık. Onlar benim dostlarımdı ve bizi düşmanla baş başa bırakanları, tanımıyordum. Nighthaven bir hikâyeden öte bir şey değildi. O Liman için ölenler onlar değildi. Işığı sönen kim varsa benim dostlarımdı. Liman savunuldu ve çekip gittiler: -Adım İntikam olsun. XIV. Bölüm Sonu
|
|
|
Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 11:01:48 GMT 3
XV. Bölüm (Savaş) Yıllarca kaçınıp durduğumuz, tüm Axeoth’un sonunu getirebilecek, getirmese de acı olan savaş… Belki sadece denizle sınırlı kalır, belki krallıkların kalıntıları tek bir çatışma ile yetinir. Kendimi kandıramazdım, Tawni Balfour’un verdiği barut ile beslenmezsem var olamazdım. Kızıl Bulutlardı adım, kabusların hikaye anlatıcısı. Resim: andypeppers.deviantart.com/art/Sea-Battle-325397323 by andypeppers.deviantart.com/Uzun yollar kat ettiler, kimisi altından toprağın alınmasından rahatsız, kimisi hissiz, kimisi sabırsız sonu için ve kimi deniz için yaratılmış ruhlu ve ruhsuz savaşçılardı. Tawni Balfour’un karşısına dikilenlerin içinde krallar da vardı değeri kılıcı ile ölçülenler de, ölüler de ölümsüzler de, imkansız olan da vardı. İşte yine benimle konuşuyor: -Kızıl Bulutlar? -Ne istiyorsun Tawni, Altın Deniz’ini mi? -Benimle konuşmayacaksın biliyorum, sadece artık sona geldiğimi hissedebiliyorum. -Seninle hep konuştum korsan, ama sen hiç dinlemedin. -Sona geldiğimi ima eden güneş ile işbirliği yapıyorsun? -Evet Tawni, senin için geldiler, tıpkı senin onlar için geldiğin gibi. Watersmeet’te yapılanlardan sonra kuzey doğu yönünde olduğunu bildiği düşmanına kavuşmak için sabırsızlanıyordu korsan, sabırsızdın hep çocuk, gözün kimseyi görmezdi ne bir yardım beklerdin, ne bir ittifak. Biliyordun, dostun olamazdı. Oysa Derring arkandan işler çevirip dururken sen beni dost yerine koydun, olmayacak bir dostluğun yerinde ben vardım. Kaç kere fısıldadım, ama beni duyamazdın işte. -------------------------------------------------- Entrikalar Herkesi altımda toplamanın yolunu nasıl mı bulmuştum? Keşke sadece bir şölen yemeğinde buluşsalardı demek isterdi bulutlar, yok efendim ben Kızıl Bulutlar: -Kan dökülecek Gauldoth’un mektupları, hani Alana’nın yıldızına okuduğu mektupları tek tek umutsuzca yollara koyulmuş, işlerini yapmak için yerlerine ulaşmışlardı. Lysander’ın ikna edilebilmesi için vampir lordu, Gauldoth’un sağ kolu Malvich vardı. Çıkarların dostluğu. Şafağın Kahini ile bir kez daha görüşme fırsatı için kendini tehlikeye atan Lysander’a gerçekleri göstermek artık pek zor değildi. Gauldoth Nekross tahtında kalmalıydı. Asilerin işbirliği yaptığı korsanlar öncelikli düşman seçilmeliydi. Günler sonra kahinin kulesinin labirentlerinden canlı çıkan Lysander karşısında göreceği kişi O’nu orada bekleyen Malvich’ten başkası olmayacaktı. Kararlılığını anlamış olacaktı ki: -Gauldoth beklediğimden daha inatçı olmalı. -Majeste Lord Lysander, o kulede neler yaşadınız bilmiyorum ama ben burada beklerken sizin düşünceler içinde geri geleceğinizden emindim, dediğinde vampir lordu sanki günler öncesinde ne ifade taşıyorsa yüzünde aynısı vardı; soğuk ama kesin bir ciddiyet. O yüzden bu ölümsüzlere devamlı olarak güvenmese de, mektubu da düşünerek, Gauldoth’a şans vermeye karar verecekti Lysander. -Ölüm gemilerini Altın Deniz’e soksun, Palaedra kıyılarını takip edip, benim gemilerim ile Kuzeybatı’da Büyük Arcan’a ulaşacağız. -Emilia Nighthaven kararınıza sevinecek Lordum. -Başka kim sevinecek Malvich? -Waerjak’in birliği ve bir grup elf, başlarında Elwin var. -Demek Büyük Arcan gemilerini hazırladı? -Siz düşünürken tüm Axeoth’da düşündü, derken Vampir yine de endişeli idi. -Konuş, sorun var öyle değil mi? -Var. Lodwar cüceleri, Nekross’un içindeki isyankarlar… -Gözüm hep üstünüzde Nekross’lular, gerektiği kadar adam dışında gemilere fazlasını koymayacağım, dedikten sonra Lysander emirlerinin başkenti Paledon’a ulaşması için çadırına yönelecekti. Konuşulanların hepsi kaleme alındı. Kimin gelip kimin kalacağı belirliydi, planları çoktan yapılmıştı. Lysander öylesine disiplinli çalışırdı, ne fazla acele eder ne ümitsiz durum olduğuna inanırdı. Gerekeni yapacaktı. Ve emirler yerlerine ulaşacaktı. Peki Tawni, karşında Lysander varken Altın Deniz senin olabilecek mi? İşte Şafak vakti, şafağın kahini bir kelime edecek mi Tawni, ona soracak bir sorun yok mu Balfour? Korsan. ------------------------------------------------------------- Son şafak Lord Harke’ın acı acı haykırışları hala elf limanında yankılanırken, elf kanı kızıla boyamışken bulutları, istenilen rüzgarı arkasına alıp Kuzeydoğu’ya yönelecekti korsan. Sanki günlük bir iş yapar gibi Axeoth’un görüp göreceği en büyük deniz savaşına yelken açacaktı: -Tawni Balfour, adını anmayacak kimse lanetli adın kimsenin dilinde olmayacak. Doğuda ise yeni gün geldiğinde uzak çatışmaların sonuna da gelinmişti. Yelkenler parçalanmak, direkler yerle bir olmak, toplar ateşlenmek, okçular, büyücüler, nekromancerlar can almak için aynı gün doğumunu beklemekteydi. Beni bu kadar özlediğini bilmiyordum Balfour, beni niye bu kadar önemli kıldın, niye? Kızıl Bulutlar olmadan Altın Deniz olmazdı mı diyeceksin. Ben bile nefret ederken kendimden, neden beni o güne şahitlik etmeye çağırdın? Önce ölüm gemileri saldıracaktı. Taşıdıkları iskelet askerler, ölüler… Ve ölümsüz vampirleri ile nekromancerları ile saldırmak için, korku vermek için... Ve oldukça da etkiliydiler. Korsanlar panik içinde baruta sığındılar. Ancak durduramadıkları her bordalama sonunda o korsan gemisi bir ölüm gemisi oluyordu. Yeni ölü askerler, dakikalar içinde savaşa Balfour’un aleyhine sokuluyordu. İşte Derring’e verdiği emir: -Ardımızda ve bizimle yakın olan tüm gemilere haber edilsin: Tüm toplar ölüm gemilerine ve önümüzdeki gemilerimize nişan alsın, emrimle ateşlenecek. Derring itiraz edecek halde değildi... Diğerleri sordu. -Ama kendi gemilerimiz var orada savaşıyorlar? -Öyleyse onları kaybetmişiz demektir. -Doğru, ölüm gemilerine bu kadar yaklaşanlar ölü demektir, kaptan doğru söylüyor. Ve gemiler battı, kırmızı siyah denizin lacivertine karıştı. Ölüler, ölüm gemileri ile denizde yerlerini aldılar. En karanlık diplerde, kimsenin bir daha görmeyeceği yerde. Malvich’te aralarındaydı elbette Hasar görmeyen gemi kalmadığında, ölüm gemileri aradan çekildiğinde öğle vakti yaklaşmıştı. Yorgun korsanlar Büyük Arcan’ın büyücüleri, Waerjak’in barbarları, iyi nişancı elfler ve Lysander’ın paladinleri ile baş edebilir miydi? Tawni konuşmalıydı artık. Kaybedeceği kesin gibiydi. -Son kez saldıracağız ondan sonra üstünüzdeki haklarımı bırakıyorum, Bu saldırıda ölmezsem kazanmışız demektir. -Yaşa Balfour, derler iken gözün yine bulutları arıyordu öyle değil mi Tawni? Büyücüler güçleri tükettiğinde, barut yetmediğinde, okçu kalkanı aşamadığında yine yıkılan direklerin güvertelerinde bordalamalar, İşte geliyorlar Tawni hepsi Waerjak’in barbarları, her şey bitti Tawni. Son şafak korsanların için, çığlıklar ve çığlıklar… Savaşanlar içinde elbette Elwin de vardı. Büyük Arcan’da ilk geldikleri Liman’da bıraktığı Shaera’dan ayrı, benim dünyamda idi. Kurtulacaktı, onlarca dostu yitip gitse de Caradkelvar’ın ölümü onu bir kat daha üzecekti. Hem de ona yol gösteren, bir dost olarak bağlı olduğu druid son nefesini verirken hala onu düşününce: -Aranorn senin gibi bir kralı olacağı için çok şanslı, Elw… Ve ertesi şafağı görmeyeceklere Derring de katılacaktı. Tawni’nin eliyle. -Korkaklığına daha fazla tahammül edemeyeceğim. Lysander savaş yaralarını alır iken, Tawni hayatının son anlarında, bir kez daha gün batımına dönecekti. Tüm gemileri yitip gitmiş iken, etrafta dumandan, çığlık ve vahşetten başka bir şey kalmamış iken yine benimle konuşmaya çalışacaktı. -Kızıl Bulutlar, sonunda bitti. XV. Bölüm Sonu
|
|