Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 14:51:48 GMT 3
Kristal Masallar
Resim: browse.deviantart.com/digitalart/other/fantasy/#/art/Path-of-Petals-1346355 by enayla.deviantart.com/
Ayaklanan
Bir grup yenik çapulcu kralın şövalyelerinden kendini kurtarma çabasındaydı. Ülkenin en ileri gelen birkaç derebeyinin kalkışması korkunç bir meydan savaşı ile sonuçlanmıştı. Uzun mesafeli okçuların aldığı hayat sayısının haddi hesabı olmadığı gibi, şövalyelerin aşılamayan zırhlarının altında ezilen köylülerin kayıplarının ağlayanı yoktu şimdi. Ağlayan sadece kandı, sadece gözlerdeki kan. Ve işte sıra derebeylerine geldiğinde hepsi birer korkak gibi kralın önünden çekilecek, meydanda direnen birkaç şövalyeyi yalnız bırakıp krala haber göndereceklerdi.
-Demek bu kadarmış, şu köpekler geri çekilip af diliyor.
-Peki ya hala savaşanlar, kralım.
-Onlar değerli, beylerinin yaşayacağı aşağılanmayı görmemeliler. Hiçbirini sağ bırakmayın.
-İsyankâr vassallarınızı ne yapalım?
-Söyledim ya aşağılanacaklar, saraya getirtin.
İşte o anda savaşın bittiğinin farkına varacaktık. Geri çekilme borularını bile çalmadan sinsice gideceklerdi: Uğruna savaştığımız derebeyleri birer birer muhafız birlikleri ile çekilecekti. Silahtarım:
-Şövalyem bırakın artık bu saçmalık sona erdi, bu korkaklar için değmez artık…
Etrafıma bakındım onca ölümün arasında bana laf yetiştiren silahtarıma hayrandım doğrusu. Ben konuşmaya bile fırsat bulamazken. Bir fırsat oldu. Dostlarımdan bir başka şövalyeyi yere yıktıklarında başına üşüşen kralın adamları benden ilgillerini esirgemişti. Bir köylüyü katlettikten birkaç saniye sonra etrafım düşman adına kimse ile çevrili değildi. Silahtarıma cevap verdim
-Haorrhh! Peki dediğin olsun akıllı adam. Gidelim!
Silahtarım gerçekten olayın nispeten erken farkına varmıştı. Çekildik, İki şövalye idik, silahtarlarımız ve okçulardan oluşan gruba birkaç mızraklı köylü de katılmıştı. Korulukta izimizi kaybettirebildik. Kimse bizi izlemedi, yeterince meşgullerdi.
Günler boyunca az erzakımızla soğuk sonbahara direnip, ülkenin unutulmuş köşelerine, dağlara doğru savrulduk. Ne bir bey ne kral bizim için artık önemliydi, yoo aslında önemliydiler, bizim var olmamamız için ellerinden geleni yapacaklarını bildiğimizden, hiçbirinin, hiçbir adamlarının yüzünü görmemeliydik.
Ve karanlık umutsuz gecenin yağmurunda, şimşekler çakarken, görüp görebileceğimiz tek insan yapısının geceden karanlık görüntüsü ile yaşama dönecektik. Belki hiç görmemeyi isteyebilirdik bu yapıyı, ama çaresizdik ve o dağlarda sanki uçuruma yuvarlanacakmış gibi duran tapınağa yaklaştıkça başka yapılacak bir şey olmadığını çok iyi biliyorduk elbette. Yanımda, en sevdiğim dostlarımdan benden biraz daha tecrübesiz olan şövalyeye, elimle tapınağın duvarlarını işaret ederek, şunları fısıldadım:
-Bu, dostum, bizim krallığımız.
Ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzümün hatlarını seçemezdi elbette, ama durum ölesiye ciddiydi. Devam ettim.
-Haydi, yapılacak çok iş var.
Resim: niltrace.deviantart.com/art/The-Sanctuary-280535420 by niltrace.deviantart.com/
Karşılama
-Parsifal, Parsifal… Kendine gel, kılıcını yere saplamış, çılgınca yağmayı sürdüren yağmurun altında beni duymayan genç şövalyeye seslenişim…
-Parsifal, bitti artık, kendine gelen dostum bu sefer cevap verecekti:
-Biten nedir, Loyalty?
Şimdi meşalelerimizin aydınlattığı kadarı ile yüzlerimizi görebiliyorduk. Ondaki değişimi hissetmiştim. O, benim kadar mutlu değildi ve ne olduğunun farkında değildi. Kendi krallığımız dediğimde beni dinlemiyordu bile. Bunu anlamıştım. Anlamamı istediği şeyleri sıraladı. Sanki bana saldırmak ister gibiydi.
-Şimdi beni dinle çılgın adam; senin yüzünden krala karşı gelenlere destek olduk, zamanında Redheart klanından kimse ile konuşmamalıydık… O derebeyini hiç tanımamalıydık.
Bu sefer ikna etmem gereken biri vardı karşımda:
-Parsifal, sanıyor musun ki, sanıyor musun ki kral beni yaşatacaktı, biz bir grup şövalye zaten ölüydük. Sen genç adam, seni hepsinden korumalıydım, dakikalarca ona anlatacaktım herkes bizi bekler iken.
Parsifal anlattıklarımdan sonra şüphe ile beni süzen bir bakış atacaktı ki bu bardağı taşıran son damla olacaktı.
-İçindekileri dinle Parsifal dostum, beni değil.
Ve bu son sözüm ile grubu, tapınak duvarlarına doğru ilerletmeye başladım. İçeriye alınmak veya sonumuz olan dışarıda kalmak arasında idi adımlarımız. Ve sonunda karşılandık. Keşişlerden oluşan bir grup kapıların açılması ile avluya girmemizi izliyordu şimdi. Ve o anda şaşkınlığımızı gizleyemezdik, dış duvarların gizlediği o inanılmaz doğa ve insan harikası şehir. Bir şelale ve ardına gizlenmiş şehir hepsi dağa sırtını dayamış basit karanlık tapınağın arkasında yerini almıştı. Şaşkınlığımızı örten tek şey sefil bir halde oluşumuzdu. Sefildik ama bizi iyi karşılamışlardı. Sundurmanın yağmurdan korunan güvenliğinde en yaşlıları konuşacaktı:
-Kendinizi tanıtınız şövalye, dediği anda geriden bize katılan Parsifal, yüreğimi ısıtacaktı.
-Bu, Parsifal ve ben Loyalty, bizler…
-Evet, sizler? Soru açıktı.
-Bizler, kralın ve ona ait olanların, diğer derebeylerinin dışında bir yaşam isteyen şövalyeler ve bir grup savaşçıyız.
-Belli oluyor Loyalty şövalyem, sanırım konuşacağımız çok şey olacak, belki yaşamlarımıza çöken lanetli krallığın dışında olmamız gerektiği gibi, dostluk gibi…
Keşişin sözleri grupta bir sevinç dalgası yaratacak cinstendi. Silahtarım sevincini gizlememişti ve Parsifal’a baktığımda özür diler gibiydi. Bizler bir grup onurlu adamdık ve olması gereken ülkemizi buradan başlayarak kuracaktık. Ve zamanı geldiğinde sevdiğimiz, kaybettiklerimiz ne varsa anacak, kederlenecek ama ayakta kalmayı sürdürecektik. Parsifal sözünü söyleyecekti elbette:
-Bizi içinizde şüphe olmadan kabul ettiniz ve biz de size sadakat ve dostlukla bağlıyız bundan sonra, bir gün bizim için gelirlerse, gidecek başka bir yer olmayacak, bu bizim ülkemiz, bu bir grup insanın ülkesi.
Yağmur çoktan dinmişti ve yorgun adamlarım Parsifal’a coşku ile destek olmak için etrafında toplanmıştı bile. Her şeyi konuşacaktık karşılanmıştık ve olması gerektiği gibi yaşam tarafından karşılanmıştık.
Resim: niltrace.deviantart.com/art/Falls-323109685 by niltrace.deviantart.com/
SnowCrystal
Parsifal bizle yürüdüğünde, en mutlu olan elbette bendim. O, benim yurt dediğimden kalan saf bir iyilik olmalıydı. Keşişler konuşurken beni yurduma götürecekti, adamlarımızın coşkulu seslerini duyamayacağım birkaç saniye…
İşte rüyalarımda gördüğüm SnowCrystal, hala yaşıyor olmalıydı. Bilinmeyende kaybolan bizlerden habersiz... Rüyalarımda yaşayan SnowCrystal, Parsifal avluya girdiğinde senin yurduma ait olduğunu bilecektim. Bir gün geri alacağım seni, karlar içindeki yurdum. Kristallerin hanımı, şu şövalyeden gizlemediğin için, ne yüzünü, ne sevgiyi, geri döneceğim seni arayışlarımda topraklarıma.
-Ve Parsifal, asil görüntün ve adamlarımız için değerini, ne kadar önemli olduğunu anladın sanırım.
-Konuştuklarını düşündüm, artık biliyorum sen Loyalty, bize umut oldun.
-Ve dostum, yeterince ıslandığımızı söyleyebilirim.
-Aklındaki kimdi, duraksayıp gözlerinin donmasına sebep olan?
-Sana söyleyeceğim, adını bilmiyorum, ama onu tanıyorum. Değerlilerin değerlisi SnowCrystal.
-Ve bu her şeyi açıklıyor Loyalty, istediğin ülkeyi.
-SnowCrystal, böyle dostlara sahip olduğum için hep benimle.
Şimdi tapınakta toparlanıp, şehre kabul edilecektik, keşişler Parsifal ile beni tüm dikkatleri ile izliyordu ki, konuşmamız, şehrin bulunmasını kutlayan silahtarımın sevinçle onları oyalaması, gürültü kopartan diğerlerinin sesleri arasında, birkaç saniyelik bir anda gerçekleşecekti.
SnowCrystal, sen gerçek olmalısın seni bulacağım ve rüyalarda, buz gibi gecelerde benim olan zamanın, benim olan her şeyin adı SnowCrystal… Seni aradığımı biliyor olmalısın, tüm rüyalarda, tüm hayallerde, kar tanelerinde, Kristal şehirlerde… Ve Parsifal… Duygularımı anladığı için gerçek bir dosttu. Biz bunlardık bir grup hayal kurabilen ve bunun için yaşayan, sevgi diyen, yurt diyen. SnowCrystal diyebilen.
Resim: www.meadowhaven.net/
Yıllar ya da Fallen
Yıllar önce yerleşmişti o tapınağa, o karanlık köşesine yıllarca sığınmıştı. Kimsenin bilmediği karanlık köşesine, karanlıkların karanlığı, gözlerin ulaşamadığı perdelerin içinde düşünüp duracaktı. Yıllar nasıl da geçip gidecekti ki düşünecekti.
“Ooo sevgili karanlık, o nefretten öte bilincin yeşerdiği karanlık…” diye konuşan biri duyulduğunda gecenin içinde bilirlerdi. Bilirlerdi vicdanları, en zayıf olanlarını bile öylesine kavrardı. Elinde tutmasını iyi bilirdi, hep buraydım derdi, yılların karanlığı.
Yıllar, yılların karanlığını yaşattığında tapınakta, keşişler buna izin verecekti. O, onları ayakta tutan haberciydi, O dünya işleriydi, tanrılarının olmasına izin verdiği, bir adamın sırtına yüklediği idi. Yıllar, acımasız katillerden daha acımasız olanlar, onlar yıllar. Acımasızca adamın sırtında kalmasından başka bir yol olmadığına kanaat getirenlerin yılları.
“Onu rahat bırakın, O ancak öyle huzur…”
“Evet, huzuru ancak kendi içinde arayarak…”
“Ve yıllar Ona iyi…”
Sözleri ile tapınağın keşişleri…
“Kimsesiz karanlığın kimsesi, şimdi sevgili demeli…” dediğinde, yine keşişlerin kulak kabarttığı tapınağın lordu dedikleri… Dediğinde karanlıktaki sevgilisinin kim olduğunu merak etmedi mi hiçbiri?
“Ooo yıllar, sevgili yüzü şu iki şövalyenin armalarında mı gizli, yoksa yine karanlıkları mı seçmeli.” Sonunda keşişlerin ardından avluya açılan ana kapıda belirecekti Tapınak Lordu, ve ikisine seslenecekti:
“Loyalty, Parsifal bir ara beni tapınakta ziyaret etmelisiniz. Yıllar boyunca bekleyemem, dost bildiklerimin solup gitmesini bekleyemez, sabırsızlanırım.”
Şimdi en karanlıkta sevgiliyi arayan kim, meşalelerin kör olduğu o tapınak köşesinde bekleyen, yıllardan söz eden adam… O adam, akıllarımızın en derinliklerindekileri arayan, bulduğu kar tanelerinin peşinden koşan. Kendi SnowCrystal’ını bulmaktan, söz eden, bir anıt, bir öğreti, bir sevgi ve nihayetinde onuru için yaşayanların yıllarının adını taşıyan.
Şimdi herkes susmuş, vicdanının karanlıklarının bağırışlarını dinlemeye bir kere olsun cesaret edip Ona bakarken, O; “Yıllar sizi buraya getirdi” demekte ve gözler karanlık ile parıldamakta ve kollarını onlara açmakta.
Resim: forkysanime.deviantart.com/art/Fallen-252948112 by forkysanime.deviantart.com/
Sadece Soğuk
Konuştuk, dakikalarca… Ve tüm dehşeti gerilerde kaldığında savaşın, açlığın ve kaybolmuşluğun, yaşamak için geçerli sebeplerimiz olduğunu tekrar anlamıştık. Şehri dolaştık, büyü ile dolu bir yerdi, mavi kristaller her tarafta şehre bir şeyler veriyor gibi duruyordu. Bunu anlamak için zamanımız olacaktı.
Karanlık tapınakta bizi bekleyen şövalye, zamanında krallıktan sürülen ilk kişilerdendi. O gün hala aklımdaydı. Ayrılırken, unutulup gideceğini düşünenler yanılmıştı. İşte şimdi buradaydık.
Ayaklanmak mı, sonsuza kadar beklemek mi? Ne yapmalıydık?
“Sonuna kadar savaşacağım, bu olmazsa, yaşamadığıma emin olabilirsin Loyalty.”
Sabah olmuştu işte. Tapınaktaki labirent gibi bir yerde, karanlık koridora, birkaç pencereden gün ışığı sızarken Parsifal’ın önünü kesip “Ne yapmalı?” diye sorduğum soruya cevabı.
Boyum uzunluğundaki pencerelerden birinin duvarla birleştiği yere dayanıp nasıl sorusunu soracaktım. Gerçekçi olmak gerekiyordu. Dün ben Parsifal’a olması gerekeni anlatırken sıra onda olmalıydı.
Giderek soğuyan gün, ışık oyunları ile gülümsememe sebep olacaktı yine de. Parsifal’ın planlarını dinlerken elim hala soğuk taştan duvarda, dünyaya bakıyordum aslında. Onca dost yüzü gözlerimden soğuk olarak geçecekti. Hepsi sorumluluğumu hatırlatır gibiydi.
Ve soğuk olan zamanlarda yaşayan güzelliklerin verdiği tüm üstün duygular gibi, yaşama devam ettiğimiz sürece sözlerimizi unutmayacaktık.
“Parsifal bugün dünden daha soğuk. Ve dostum bir yolu olacak, soğuk gibi keskin olacak, sadece soğuk olacak.”
Resim: elenadudina.deviantart.com/art/Escalones-115063131 by elenadudina.deviantart.com/
www.youtube.com/watch?v=BcK2w0YhrBc
--------------------------------------------------
Demir olan
Kralın adını anan kaç kişi vardı ki! Yapılan anlaşmalarda ya da kusmak istediğiniz kutlamalarda… Adı işte sadece oralarda olmalıydı. Unutmadan korkak beylerin soluk kalıntılarında, kalelerinin karanlık köşelerinde bu isim sonsuzluğa ulaşamayan, öyle bir isim işte.
Şimdi demircinin çekicine giden güçte; Kuzey’in barbar kralının ve kraliçesinin adı vardı. Artık onların adı her yerdeydi. Tahtını demirden, kemikten ve elbette gözyaşından yaptıran Kuzey ülkesinin kralı ile de baş edebilir miydi Splendor? A evet adı bir de burada anıldı, Kuzey’in felaketi ile yan yana.
İsyanın son günü, Kuzey’lileri mutlu etmiş olmalıydı. Tanrıları ile şaraplarını içip dağlardan aşağılara şöyle bir kahkaha atarak: “Splendor, gerçekten yapabileceğinin en iyisini… En iyisini Splendor…”
Şimdi dünya sakinken, demircinin çekicine giden güçte; Kuzey vardı. Her şeyde olduğu gibi, karar verecek olan, maddenin çekiç ile buluşmasını sağlayan güçtü. Demir olan güçten emir alacaktı. Güzelliğe isim koyacak, çeliğe dönüşecek, nefret, acı ve her şey olacaktı.
Splendor’un bu konuda yapabileceği bir şey yoktu. O, demircilerini susturmaktan başka bir işe yaramıyordu. Kuzey’inkiler her gün dünyayı sesler ile doldurur iken kaybedenin kim olduğunu yazıyorlardı demire.
“Ne yapmalı cevap verin sersemler!” kuştüyü uykularından her uyandığında kâbusları böyle bitiyordu kralın. Kuzey’i daha ne kadar oyalayabilirdi. Küçük zaferi, Ona ihtişam getirmiş miydi ki!
Demir olan ne olacağına karar verirken güce bakacaktı. Şekil değiştirirken, aklı demircinin elindeki çekiçte, zamanın değerinin farkında… Demir olan güzelliğe isim koyacak, acı ve her şey olacak.
“Loyalty! Loyalty! Beni dinliyor musun?”
“Kuzey’e bak Parsifal, fazla uzun sürmez, taş üstünde taş bırakmazlar.”
Son sözüm ile Parsifal’ın omzuna sağ elimi koyup ne yapmalı diye tekrar sorar gibi baktım:
“Parlak şeyler onları bir süre önler.”
“Ve biz de hazır oluruz, Onlar birbiriyle kapıştıklarında…”
“O zaman beraber at süreceğiz. İnsanlarımızı koruyacağız.” Son cümleyi kuran genç şövalye değildi, karanlıktaki sesi elbette tanımışlardı.
Demir olan güzelliğe isim koyacak, acı ve her şey olacaktı.
Resim: mjwilliam.deviantart.com/art/Artisans-Bladesmith-267800453 by mjwilliam.deviantart.com/
Ve iki şarkı
“Bana Fallen demenizi istiyorum. Beni burada bu isimle çağırdılar uzun yıllar.”
“Sevgili dostum. Yaşadığını bile bilmiyorduk.”
“Buradayım Loyalty, Parsifal, siz son gelenlersiniz.”
Karanlıktan pencerelerin ışığına çıktığında dün gecekinden farklı bir adam görecektik. Parsifal onun hikâyesini biliyordu. Ona ben anlatmıştım elbette. Tam planlarımızı yaparken, bu koridora evi hatırlatan bir ses hakim olacaktı işte.
O anda Fallen’ın dilinden tek kelime benimkinden ise Onun adı dökülecekti:
“Guinevere.”
“SnowCrystal.”
Parsifal müziğin ısıttığı yöne doğru yürümeye başlamıştı bile. Ben ve Fallen soğuğun tadını çıkarmakta kararlı, biraz daha olduğumuz yerde kalacaktık en azından iki şarkı boyunca.
Colin Rudd – Guinevere
www.youtube.com/watch?v=TQ8R31kBTNo
Bundan sonraki şarkı gerçekten söyleniyor muydu emin olamıyordum, sadece bir hayal olabilirdi. Ama Fallen hala beklediğine göre, benim duyduğumu duyduğuna inanabilirdim.
Blackmore's Night Ghost of a Rose
www.youtube.com/watch?v=qqjWv3cxmtw
İki şarkı çaldılar o günü geceye bağlayan saatte, iki yürek ve hepimiz için söylediler.
Resim: www.donatoart.com/gallery/lancelot.html
-----------------------------------------------
Son gelenler
Şarkılar sona erdiğinde, Lancelot hikâyelerini anlatmaya başlayacaktı. Arthur ile sürgün olduktan sonrasını. Onun ölümü ile geldiği bu yerde neler yaptığını. Dünyanın bu unutulmuş yerinde bana ne anlatmak istiyordu, adını bilseler de ona Fallen demelerinin sebebini anlatarak başlayacaktı.
“Arthur’un düşüşü ile bu ismi aldım dostum.”
Gözlerimiz bir an ayrıldığında, üzüntümü anlamıştı öyle ki bana işaret edecekti.
“İşte Parsifal ve sen son gelenlersiniz.”
Anlamakta zorlanıyordum, son gelen derken ne demeye çalışıyordu.
“Beni izle, Parsifal’a katılalım.”
Sıcak bir yere doğru gidiyor hissine kapılmam için onca sebep vardı, dost bir yere. Ve işte oradaydılar, On şövalyeden fazlası vardı, Arthur’un kılıcını tanıyacaktım elbette. Son gelenlere sevgi gösterdiler. Bir eksik daha vardı ortada yuvarlak masa yoktu. Belki uzun yıllardır yoktu. Bizler son gelenlerdik beklediğimiz ne olabilirdi ki?
Kral?
"Kral Arthur olmalıydı."
"Olmalıydı."
"Splendor yılanı değil."
"Loyalty, bu salonda eksik olanların anısına bu sözleri hepimiz paylaşıyoruz."
Şimdi fark edecektim salon tam bir daire idi, Şövalyelerin yarısını tanıyordum, çoğunluk Parsifal'ın yaşlarında idi. Hepsi saygılarını bildireceklerdi düşünceme. Sonunda dünyanın unuttuğu hiçbir şey yoktu.
Her şey bittiğinde, konuşulacaklar konuşulduğunda Parsifal ile aynı koridorda bulacaktık kendimizi. Lancelot şehirde kalmamızın sakıncası olmayacağını söylemişti. İşte, mavi kristallerin şehrindeydik...
Resim: browse.deviantart.com/digitalart/other/fantasy/#/art/Path-of-Petals-1346355 by enayla.deviantart.com/
Ayaklanan
Bir grup yenik çapulcu kralın şövalyelerinden kendini kurtarma çabasındaydı. Ülkenin en ileri gelen birkaç derebeyinin kalkışması korkunç bir meydan savaşı ile sonuçlanmıştı. Uzun mesafeli okçuların aldığı hayat sayısının haddi hesabı olmadığı gibi, şövalyelerin aşılamayan zırhlarının altında ezilen köylülerin kayıplarının ağlayanı yoktu şimdi. Ağlayan sadece kandı, sadece gözlerdeki kan. Ve işte sıra derebeylerine geldiğinde hepsi birer korkak gibi kralın önünden çekilecek, meydanda direnen birkaç şövalyeyi yalnız bırakıp krala haber göndereceklerdi.
-Demek bu kadarmış, şu köpekler geri çekilip af diliyor.
-Peki ya hala savaşanlar, kralım.
-Onlar değerli, beylerinin yaşayacağı aşağılanmayı görmemeliler. Hiçbirini sağ bırakmayın.
-İsyankâr vassallarınızı ne yapalım?
-Söyledim ya aşağılanacaklar, saraya getirtin.
İşte o anda savaşın bittiğinin farkına varacaktık. Geri çekilme borularını bile çalmadan sinsice gideceklerdi: Uğruna savaştığımız derebeyleri birer birer muhafız birlikleri ile çekilecekti. Silahtarım:
-Şövalyem bırakın artık bu saçmalık sona erdi, bu korkaklar için değmez artık…
Etrafıma bakındım onca ölümün arasında bana laf yetiştiren silahtarıma hayrandım doğrusu. Ben konuşmaya bile fırsat bulamazken. Bir fırsat oldu. Dostlarımdan bir başka şövalyeyi yere yıktıklarında başına üşüşen kralın adamları benden ilgillerini esirgemişti. Bir köylüyü katlettikten birkaç saniye sonra etrafım düşman adına kimse ile çevrili değildi. Silahtarıma cevap verdim
-Haorrhh! Peki dediğin olsun akıllı adam. Gidelim!
Silahtarım gerçekten olayın nispeten erken farkına varmıştı. Çekildik, İki şövalye idik, silahtarlarımız ve okçulardan oluşan gruba birkaç mızraklı köylü de katılmıştı. Korulukta izimizi kaybettirebildik. Kimse bizi izlemedi, yeterince meşgullerdi.
Günler boyunca az erzakımızla soğuk sonbahara direnip, ülkenin unutulmuş köşelerine, dağlara doğru savrulduk. Ne bir bey ne kral bizim için artık önemliydi, yoo aslında önemliydiler, bizim var olmamamız için ellerinden geleni yapacaklarını bildiğimizden, hiçbirinin, hiçbir adamlarının yüzünü görmemeliydik.
Ve karanlık umutsuz gecenin yağmurunda, şimşekler çakarken, görüp görebileceğimiz tek insan yapısının geceden karanlık görüntüsü ile yaşama dönecektik. Belki hiç görmemeyi isteyebilirdik bu yapıyı, ama çaresizdik ve o dağlarda sanki uçuruma yuvarlanacakmış gibi duran tapınağa yaklaştıkça başka yapılacak bir şey olmadığını çok iyi biliyorduk elbette. Yanımda, en sevdiğim dostlarımdan benden biraz daha tecrübesiz olan şövalyeye, elimle tapınağın duvarlarını işaret ederek, şunları fısıldadım:
-Bu, dostum, bizim krallığımız.
Ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzümün hatlarını seçemezdi elbette, ama durum ölesiye ciddiydi. Devam ettim.
-Haydi, yapılacak çok iş var.
Resim: niltrace.deviantart.com/art/The-Sanctuary-280535420 by niltrace.deviantart.com/
Karşılama
-Parsifal, Parsifal… Kendine gel, kılıcını yere saplamış, çılgınca yağmayı sürdüren yağmurun altında beni duymayan genç şövalyeye seslenişim…
-Parsifal, bitti artık, kendine gelen dostum bu sefer cevap verecekti:
-Biten nedir, Loyalty?
Şimdi meşalelerimizin aydınlattığı kadarı ile yüzlerimizi görebiliyorduk. Ondaki değişimi hissetmiştim. O, benim kadar mutlu değildi ve ne olduğunun farkında değildi. Kendi krallığımız dediğimde beni dinlemiyordu bile. Bunu anlamıştım. Anlamamı istediği şeyleri sıraladı. Sanki bana saldırmak ister gibiydi.
-Şimdi beni dinle çılgın adam; senin yüzünden krala karşı gelenlere destek olduk, zamanında Redheart klanından kimse ile konuşmamalıydık… O derebeyini hiç tanımamalıydık.
Bu sefer ikna etmem gereken biri vardı karşımda:
-Parsifal, sanıyor musun ki, sanıyor musun ki kral beni yaşatacaktı, biz bir grup şövalye zaten ölüydük. Sen genç adam, seni hepsinden korumalıydım, dakikalarca ona anlatacaktım herkes bizi bekler iken.
Parsifal anlattıklarımdan sonra şüphe ile beni süzen bir bakış atacaktı ki bu bardağı taşıran son damla olacaktı.
-İçindekileri dinle Parsifal dostum, beni değil.
Ve bu son sözüm ile grubu, tapınak duvarlarına doğru ilerletmeye başladım. İçeriye alınmak veya sonumuz olan dışarıda kalmak arasında idi adımlarımız. Ve sonunda karşılandık. Keşişlerden oluşan bir grup kapıların açılması ile avluya girmemizi izliyordu şimdi. Ve o anda şaşkınlığımızı gizleyemezdik, dış duvarların gizlediği o inanılmaz doğa ve insan harikası şehir. Bir şelale ve ardına gizlenmiş şehir hepsi dağa sırtını dayamış basit karanlık tapınağın arkasında yerini almıştı. Şaşkınlığımızı örten tek şey sefil bir halde oluşumuzdu. Sefildik ama bizi iyi karşılamışlardı. Sundurmanın yağmurdan korunan güvenliğinde en yaşlıları konuşacaktı:
-Kendinizi tanıtınız şövalye, dediği anda geriden bize katılan Parsifal, yüreğimi ısıtacaktı.
-Bu, Parsifal ve ben Loyalty, bizler…
-Evet, sizler? Soru açıktı.
-Bizler, kralın ve ona ait olanların, diğer derebeylerinin dışında bir yaşam isteyen şövalyeler ve bir grup savaşçıyız.
-Belli oluyor Loyalty şövalyem, sanırım konuşacağımız çok şey olacak, belki yaşamlarımıza çöken lanetli krallığın dışında olmamız gerektiği gibi, dostluk gibi…
Keşişin sözleri grupta bir sevinç dalgası yaratacak cinstendi. Silahtarım sevincini gizlememişti ve Parsifal’a baktığımda özür diler gibiydi. Bizler bir grup onurlu adamdık ve olması gereken ülkemizi buradan başlayarak kuracaktık. Ve zamanı geldiğinde sevdiğimiz, kaybettiklerimiz ne varsa anacak, kederlenecek ama ayakta kalmayı sürdürecektik. Parsifal sözünü söyleyecekti elbette:
-Bizi içinizde şüphe olmadan kabul ettiniz ve biz de size sadakat ve dostlukla bağlıyız bundan sonra, bir gün bizim için gelirlerse, gidecek başka bir yer olmayacak, bu bizim ülkemiz, bu bir grup insanın ülkesi.
Yağmur çoktan dinmişti ve yorgun adamlarım Parsifal’a coşku ile destek olmak için etrafında toplanmıştı bile. Her şeyi konuşacaktık karşılanmıştık ve olması gerektiği gibi yaşam tarafından karşılanmıştık.
Resim: niltrace.deviantart.com/art/Falls-323109685 by niltrace.deviantart.com/
SnowCrystal
Parsifal bizle yürüdüğünde, en mutlu olan elbette bendim. O, benim yurt dediğimden kalan saf bir iyilik olmalıydı. Keşişler konuşurken beni yurduma götürecekti, adamlarımızın coşkulu seslerini duyamayacağım birkaç saniye…
İşte rüyalarımda gördüğüm SnowCrystal, hala yaşıyor olmalıydı. Bilinmeyende kaybolan bizlerden habersiz... Rüyalarımda yaşayan SnowCrystal, Parsifal avluya girdiğinde senin yurduma ait olduğunu bilecektim. Bir gün geri alacağım seni, karlar içindeki yurdum. Kristallerin hanımı, şu şövalyeden gizlemediğin için, ne yüzünü, ne sevgiyi, geri döneceğim seni arayışlarımda topraklarıma.
-Ve Parsifal, asil görüntün ve adamlarımız için değerini, ne kadar önemli olduğunu anladın sanırım.
-Konuştuklarını düşündüm, artık biliyorum sen Loyalty, bize umut oldun.
-Ve dostum, yeterince ıslandığımızı söyleyebilirim.
-Aklındaki kimdi, duraksayıp gözlerinin donmasına sebep olan?
-Sana söyleyeceğim, adını bilmiyorum, ama onu tanıyorum. Değerlilerin değerlisi SnowCrystal.
-Ve bu her şeyi açıklıyor Loyalty, istediğin ülkeyi.
-SnowCrystal, böyle dostlara sahip olduğum için hep benimle.
Şimdi tapınakta toparlanıp, şehre kabul edilecektik, keşişler Parsifal ile beni tüm dikkatleri ile izliyordu ki, konuşmamız, şehrin bulunmasını kutlayan silahtarımın sevinçle onları oyalaması, gürültü kopartan diğerlerinin sesleri arasında, birkaç saniyelik bir anda gerçekleşecekti.
SnowCrystal, sen gerçek olmalısın seni bulacağım ve rüyalarda, buz gibi gecelerde benim olan zamanın, benim olan her şeyin adı SnowCrystal… Seni aradığımı biliyor olmalısın, tüm rüyalarda, tüm hayallerde, kar tanelerinde, Kristal şehirlerde… Ve Parsifal… Duygularımı anladığı için gerçek bir dosttu. Biz bunlardık bir grup hayal kurabilen ve bunun için yaşayan, sevgi diyen, yurt diyen. SnowCrystal diyebilen.
Resim: www.meadowhaven.net/
Yıllar ya da Fallen
Yıllar önce yerleşmişti o tapınağa, o karanlık köşesine yıllarca sığınmıştı. Kimsenin bilmediği karanlık köşesine, karanlıkların karanlığı, gözlerin ulaşamadığı perdelerin içinde düşünüp duracaktı. Yıllar nasıl da geçip gidecekti ki düşünecekti.
“Ooo sevgili karanlık, o nefretten öte bilincin yeşerdiği karanlık…” diye konuşan biri duyulduğunda gecenin içinde bilirlerdi. Bilirlerdi vicdanları, en zayıf olanlarını bile öylesine kavrardı. Elinde tutmasını iyi bilirdi, hep buraydım derdi, yılların karanlığı.
Yıllar, yılların karanlığını yaşattığında tapınakta, keşişler buna izin verecekti. O, onları ayakta tutan haberciydi, O dünya işleriydi, tanrılarının olmasına izin verdiği, bir adamın sırtına yüklediği idi. Yıllar, acımasız katillerden daha acımasız olanlar, onlar yıllar. Acımasızca adamın sırtında kalmasından başka bir yol olmadığına kanaat getirenlerin yılları.
“Onu rahat bırakın, O ancak öyle huzur…”
“Evet, huzuru ancak kendi içinde arayarak…”
“Ve yıllar Ona iyi…”
Sözleri ile tapınağın keşişleri…
“Kimsesiz karanlığın kimsesi, şimdi sevgili demeli…” dediğinde, yine keşişlerin kulak kabarttığı tapınağın lordu dedikleri… Dediğinde karanlıktaki sevgilisinin kim olduğunu merak etmedi mi hiçbiri?
“Ooo yıllar, sevgili yüzü şu iki şövalyenin armalarında mı gizli, yoksa yine karanlıkları mı seçmeli.” Sonunda keşişlerin ardından avluya açılan ana kapıda belirecekti Tapınak Lordu, ve ikisine seslenecekti:
“Loyalty, Parsifal bir ara beni tapınakta ziyaret etmelisiniz. Yıllar boyunca bekleyemem, dost bildiklerimin solup gitmesini bekleyemez, sabırsızlanırım.”
Şimdi en karanlıkta sevgiliyi arayan kim, meşalelerin kör olduğu o tapınak köşesinde bekleyen, yıllardan söz eden adam… O adam, akıllarımızın en derinliklerindekileri arayan, bulduğu kar tanelerinin peşinden koşan. Kendi SnowCrystal’ını bulmaktan, söz eden, bir anıt, bir öğreti, bir sevgi ve nihayetinde onuru için yaşayanların yıllarının adını taşıyan.
Şimdi herkes susmuş, vicdanının karanlıklarının bağırışlarını dinlemeye bir kere olsun cesaret edip Ona bakarken, O; “Yıllar sizi buraya getirdi” demekte ve gözler karanlık ile parıldamakta ve kollarını onlara açmakta.
Resim: forkysanime.deviantart.com/art/Fallen-252948112 by forkysanime.deviantart.com/
Sadece Soğuk
Konuştuk, dakikalarca… Ve tüm dehşeti gerilerde kaldığında savaşın, açlığın ve kaybolmuşluğun, yaşamak için geçerli sebeplerimiz olduğunu tekrar anlamıştık. Şehri dolaştık, büyü ile dolu bir yerdi, mavi kristaller her tarafta şehre bir şeyler veriyor gibi duruyordu. Bunu anlamak için zamanımız olacaktı.
Karanlık tapınakta bizi bekleyen şövalye, zamanında krallıktan sürülen ilk kişilerdendi. O gün hala aklımdaydı. Ayrılırken, unutulup gideceğini düşünenler yanılmıştı. İşte şimdi buradaydık.
Ayaklanmak mı, sonsuza kadar beklemek mi? Ne yapmalıydık?
“Sonuna kadar savaşacağım, bu olmazsa, yaşamadığıma emin olabilirsin Loyalty.”
Sabah olmuştu işte. Tapınaktaki labirent gibi bir yerde, karanlık koridora, birkaç pencereden gün ışığı sızarken Parsifal’ın önünü kesip “Ne yapmalı?” diye sorduğum soruya cevabı.
Boyum uzunluğundaki pencerelerden birinin duvarla birleştiği yere dayanıp nasıl sorusunu soracaktım. Gerçekçi olmak gerekiyordu. Dün ben Parsifal’a olması gerekeni anlatırken sıra onda olmalıydı.
Giderek soğuyan gün, ışık oyunları ile gülümsememe sebep olacaktı yine de. Parsifal’ın planlarını dinlerken elim hala soğuk taştan duvarda, dünyaya bakıyordum aslında. Onca dost yüzü gözlerimden soğuk olarak geçecekti. Hepsi sorumluluğumu hatırlatır gibiydi.
Ve soğuk olan zamanlarda yaşayan güzelliklerin verdiği tüm üstün duygular gibi, yaşama devam ettiğimiz sürece sözlerimizi unutmayacaktık.
“Parsifal bugün dünden daha soğuk. Ve dostum bir yolu olacak, soğuk gibi keskin olacak, sadece soğuk olacak.”
Resim: elenadudina.deviantart.com/art/Escalones-115063131 by elenadudina.deviantart.com/
www.youtube.com/watch?v=BcK2w0YhrBc
--------------------------------------------------
Demir olan
Kralın adını anan kaç kişi vardı ki! Yapılan anlaşmalarda ya da kusmak istediğiniz kutlamalarda… Adı işte sadece oralarda olmalıydı. Unutmadan korkak beylerin soluk kalıntılarında, kalelerinin karanlık köşelerinde bu isim sonsuzluğa ulaşamayan, öyle bir isim işte.
Şimdi demircinin çekicine giden güçte; Kuzey’in barbar kralının ve kraliçesinin adı vardı. Artık onların adı her yerdeydi. Tahtını demirden, kemikten ve elbette gözyaşından yaptıran Kuzey ülkesinin kralı ile de baş edebilir miydi Splendor? A evet adı bir de burada anıldı, Kuzey’in felaketi ile yan yana.
İsyanın son günü, Kuzey’lileri mutlu etmiş olmalıydı. Tanrıları ile şaraplarını içip dağlardan aşağılara şöyle bir kahkaha atarak: “Splendor, gerçekten yapabileceğinin en iyisini… En iyisini Splendor…”
Şimdi dünya sakinken, demircinin çekicine giden güçte; Kuzey vardı. Her şeyde olduğu gibi, karar verecek olan, maddenin çekiç ile buluşmasını sağlayan güçtü. Demir olan güçten emir alacaktı. Güzelliğe isim koyacak, çeliğe dönüşecek, nefret, acı ve her şey olacaktı.
Splendor’un bu konuda yapabileceği bir şey yoktu. O, demircilerini susturmaktan başka bir işe yaramıyordu. Kuzey’inkiler her gün dünyayı sesler ile doldurur iken kaybedenin kim olduğunu yazıyorlardı demire.
“Ne yapmalı cevap verin sersemler!” kuştüyü uykularından her uyandığında kâbusları böyle bitiyordu kralın. Kuzey’i daha ne kadar oyalayabilirdi. Küçük zaferi, Ona ihtişam getirmiş miydi ki!
Demir olan ne olacağına karar verirken güce bakacaktı. Şekil değiştirirken, aklı demircinin elindeki çekiçte, zamanın değerinin farkında… Demir olan güzelliğe isim koyacak, acı ve her şey olacak.
“Loyalty! Loyalty! Beni dinliyor musun?”
“Kuzey’e bak Parsifal, fazla uzun sürmez, taş üstünde taş bırakmazlar.”
Son sözüm ile Parsifal’ın omzuna sağ elimi koyup ne yapmalı diye tekrar sorar gibi baktım:
“Parlak şeyler onları bir süre önler.”
“Ve biz de hazır oluruz, Onlar birbiriyle kapıştıklarında…”
“O zaman beraber at süreceğiz. İnsanlarımızı koruyacağız.” Son cümleyi kuran genç şövalye değildi, karanlıktaki sesi elbette tanımışlardı.
Demir olan güzelliğe isim koyacak, acı ve her şey olacaktı.
Resim: mjwilliam.deviantart.com/art/Artisans-Bladesmith-267800453 by mjwilliam.deviantart.com/
Ve iki şarkı
“Bana Fallen demenizi istiyorum. Beni burada bu isimle çağırdılar uzun yıllar.”
“Sevgili dostum. Yaşadığını bile bilmiyorduk.”
“Buradayım Loyalty, Parsifal, siz son gelenlersiniz.”
Karanlıktan pencerelerin ışığına çıktığında dün gecekinden farklı bir adam görecektik. Parsifal onun hikâyesini biliyordu. Ona ben anlatmıştım elbette. Tam planlarımızı yaparken, bu koridora evi hatırlatan bir ses hakim olacaktı işte.
O anda Fallen’ın dilinden tek kelime benimkinden ise Onun adı dökülecekti:
“Guinevere.”
“SnowCrystal.”
Parsifal müziğin ısıttığı yöne doğru yürümeye başlamıştı bile. Ben ve Fallen soğuğun tadını çıkarmakta kararlı, biraz daha olduğumuz yerde kalacaktık en azından iki şarkı boyunca.
Colin Rudd – Guinevere
www.youtube.com/watch?v=TQ8R31kBTNo
Bundan sonraki şarkı gerçekten söyleniyor muydu emin olamıyordum, sadece bir hayal olabilirdi. Ama Fallen hala beklediğine göre, benim duyduğumu duyduğuna inanabilirdim.
Blackmore's Night Ghost of a Rose
www.youtube.com/watch?v=qqjWv3cxmtw
İki şarkı çaldılar o günü geceye bağlayan saatte, iki yürek ve hepimiz için söylediler.
Resim: www.donatoart.com/gallery/lancelot.html
-----------------------------------------------
Son gelenler
Şarkılar sona erdiğinde, Lancelot hikâyelerini anlatmaya başlayacaktı. Arthur ile sürgün olduktan sonrasını. Onun ölümü ile geldiği bu yerde neler yaptığını. Dünyanın bu unutulmuş yerinde bana ne anlatmak istiyordu, adını bilseler de ona Fallen demelerinin sebebini anlatarak başlayacaktı.
“Arthur’un düşüşü ile bu ismi aldım dostum.”
Gözlerimiz bir an ayrıldığında, üzüntümü anlamıştı öyle ki bana işaret edecekti.
“İşte Parsifal ve sen son gelenlersiniz.”
Anlamakta zorlanıyordum, son gelen derken ne demeye çalışıyordu.
“Beni izle, Parsifal’a katılalım.”
Sıcak bir yere doğru gidiyor hissine kapılmam için onca sebep vardı, dost bir yere. Ve işte oradaydılar, On şövalyeden fazlası vardı, Arthur’un kılıcını tanıyacaktım elbette. Son gelenlere sevgi gösterdiler. Bir eksik daha vardı ortada yuvarlak masa yoktu. Belki uzun yıllardır yoktu. Bizler son gelenlerdik beklediğimiz ne olabilirdi ki?
Kral?
"Kral Arthur olmalıydı."
"Olmalıydı."
"Splendor yılanı değil."
"Loyalty, bu salonda eksik olanların anısına bu sözleri hepimiz paylaşıyoruz."
Şimdi fark edecektim salon tam bir daire idi, Şövalyelerin yarısını tanıyordum, çoğunluk Parsifal'ın yaşlarında idi. Hepsi saygılarını bildireceklerdi düşünceme. Sonunda dünyanın unuttuğu hiçbir şey yoktu.
Her şey bittiğinde, konuşulacaklar konuşulduğunda Parsifal ile aynı koridorda bulacaktık kendimizi. Lancelot şehirde kalmamızın sakıncası olmayacağını söylemişti. İşte, mavi kristallerin şehrindeydik...