Post by CursedFeanor on Jun 19, 2013 14:45:16 GMT 3
Gökyüzünden Rüyalar
“Beni tanıyor olmalısın.”
“SnowCrystal.”
“Evet, sayın şövalye?”
Mavinin binlerce tonundaki her şeyin içinde bile daha bir farklı… O göz bebekleri parıldayan kristallerden en ışıltılı olanı iken… Teninde kar tanelerinin kristalleri erimez iken… Kar yağarken dağlara… Geldin işte SnowCrystal.
Dilim tutulmasa bile, bunun nasıl anlatılacağını kelimelere dökmenin zorluğunda yanıtlayacaktım bu varlığı:
“Siz rüyada olduğumun kanıtısınız. Başka türlü olamaz.”
“Burayı biliyor musunuz şövalye… İsminiz?”
“Loyalty, buraya ilk defa…”
“Bu kristal şehir Şövalye Loyalty, o kristallere bakanlar, geçmiş ve gelecekte dolaşırlar ve gördükleri bazen şimdiki zamandır.”
“Ya şimdi? Siz?”
“Ben, sizin SnowCrystal dediğiniz.”
“Loooyaallty , Loyalty, Loyalty… Uyanın gökyüzüne bakmayı bırakın.”
O anda kendimi büyüye kaptırmış olduğumu anlayacaktım. Kristal şehirlerinin büyüsünden söz etmişlerdi ama bunu beklemiyordum. SnowCrystal, gökyüzünde bir kere daha buluşur muyuz demeliydim ve yanımda toplanan onca kişiye rağmen bunu yüksek sesle söyleyecektim:
“Gökyüzünde bir kere daha buluşur muyuz?”
Sadece benim duyabileceğim şekilde:
“Beni tanıyor olmalısın.”
Ve sadece onun duyabileceği kelime:
“SnowCrystal.”
Resim: sariei.deviantart.com/art/The-Knight-346262498 by sariei.deviantart.com/
Ve ağladı
“Daha fazla ağlamayın, unutun.”
Kim geldiyse kapısına bunları söylemişti. Dostları artık yanında değildi. Hepsi kuru yapraklar gibi oradan oraya dünyaya karışmıştı. İşte gelenler hep aynı ağızla söyler olmuştu. Oysa o… O ve sevdiği her şey şimdi yapayalnız, dünyanın dışında bir şatoda zamanın oyununu oynuyorlardı.
Yanına yaklaşanı fark ettiğinde eli ile işaret edecekti. “Ama Lady Guinevere…”
“Bir yerlerde olmalısın.” diye düşündüğünü herkes tahmin edemezdi. Ölüm haberi yıllar önce gelmişti Lancelot’un. Oysa o biliyordu… O biliyordu gökyüzündeki her bulut biliyordu.
İşte tüm gökyüzü onun hizmetinde gibi ağlarken biliyordu Guinevere. Yalnız buluşmanın imkânı yoktu ve bu sonsuz bir ayrılık, sonsuz bir hançer… O günden beri krallığı kaybedişlerinden beri hançer olduğu yerdeydi.
“İşte yine geliyor.”
“Lady Guinevere akşam oluyor, yemeğinizi…”
“Bu güzelliği kaçıramam, güneşin batışını, şimdi yalnız kalmalıyım…”
Ve yine gökyüzü… Kırmızı, sarı ve turuncu bulutların arasında… Güneşin veda cümleleri ile ağlayan, kamelyadaki bin bir rengin içindeki asil varlık…
Güneş’in bile ağladığına yemin edebilirdi ona yaklaşanlar, onun yakınında birkaç dakika geçirenler, Lancelot’un yaşadığını düşündüğünü, bu gözyaşlarında görebiliyorlardı. Oysa şövalye yıllar önce yitip gitmiş olmalıydı. Nasıl bir sevgi, onun yaşadığına inandırıyordu, bu dünyanın güzelliğine.
Ve ağladı Guinevere yitip giden her gözyaşı bulutlara karışıp, uzaklardaki şövalyeye kristaller olarak yağsın, gecesini, gündüzünü aydınlatsın diye... Sevgisini taşıdığını haykırsın diye. Ve ağladı Guinevere Arthur’un sonsuzluğa uğurlandığı gündeki gibi ağladı. Ve ağladı bahçesinde dünyanın gördüğü en büyük hüzün ile. Müziğin bilmediği, sadece bazen yaklaştığı, tüm notalar ile.
Resim: mynti.deviantart.com/art/Merlin-s-Time-Device-107585602 by mynti.deviantart.com/
Lanetli günde planlar
“Bu kaçıncı baş belası?”
“Sayıyor muydunuz sayın şövalye?”
“Elbette hepsini bana bırakacaksanız o başka!”
Son cümle ile Mordred’ın hizmetindeki okçu, gerdiği yayından ölümcül bir atış daha yapacaktı. Okun gittiği tarafa baktıklarında, diğer okçuların da benzerini yaptığını göreceklerdi. Mordred kılıcı ile işaret ederek:
“Evet, böylesi daha iyi… Biraz işe yarayın.”
Sırtını son kalanlara dönerken etrafındaki diğer şövalyelerin, son darbesine katılmayacaktı. Kuzeyliler ile sıradan bir çatışma gibi görünse de o lanetli bir gündü. Camelot Krallığı’nın yaşadığı iç savaşın kaderini belirleyen meydan çarpışması, Splendor’un bizzat katıldığı bir sona kavuşurken, Kuzey Krallığı IcedWinters’ın tüm gücünü kullanmaması dikkat çekiciydi. Mordred’ın savunduğu Kuzey sınırı boyunca göstermelik saldırılardan başka bir şey yoktu.
Mordred çadırına doğru ilerlerken öfke ile: “Bunlar çok akıllı, savaşta kayıplarımızın az olacağını öğrenmişler ve Doğu sınırlarını da düşünüyorlar.”
“Elbette.” diyerek çadırın önünde onu karşılayan, simsiyah parıldayan gözlerini Mordered’ı süzmek için kullanan zırhları içindeki bir kadındı.
“Ne demek istiyorsun Morga..”
“Şşştt, adım sadece sende gizli kalacak.” derken kadın kimsenin duymadığında emin olmak ister gibi etrafa bakınacaktı.
“Elbette BlackRose. Ancak az önceki elbettenin anlamını bana açıklayacaksın.”
“İçeri girelim sayın şövalyem.”
Lanetli bir gündü, binlerce can aldı. Lanetli bir gündü, planları olanlar vardı. Bir gündü ki lanetli krallıklarını yaşatan her ne ise, yaşamaya kararlıydı. Ve kimse olması gereken yerde değil iken, lanet hep oradaydı.
“Şövalyem sanırım açıkladım.”
“Evet, lady BlackRose.”
“Şimdi, Splendor için ne yapabiliriz? Düşünüyorsunuz öyle değil mi?”
“Yaşamak istediğim sürece leydim.”
“Buna güvenebilirim.”
Planları olanlar vardı, günü gelenlerin. Yağmur başladığında, ağlayanları duyulmayacaktı. Ve planları olanlar vardı, günü gelenlerin. Yağmur başladığında, hiçbir şey duyulmayacaktı. Gözlerini kapattıklarında, planlarından geriye kalanlar oynanacaktı…
Resim: maiarcita.deviantart.com/art/Morgana-262305233 by maiarcita.deviantart.com/
------------------------------------------------------
Kar yağıyor
Kar yağıyor, kristal oluyor
Tüm bedeni sarıyor, tüm olanı
Sarıyor kırmızıyı, sarı ve turuncuyu
Kar yağıyor, kristal oluyor
SnowCrystal seni bekliyor,
Adını anman için yaşıyor
Seviyor kırmızı, sarı ve turuncuyu
Kar yağıyor, kristal oluyor
Tüm vücudun titrediğinde,
Biliyorsun adını anıyor,
Adını anmanı istiyor,
Kar yağıyor, kristal oluyor
Dört bir yanını dostlar
Ve belki düşmanlar sardığı
Zamanlarda, tüm vücudunu sarıyor
Kar yağıyor, kristal oluyor
Kal dediğin her saniyede,
Kayboluyor, kristal gözyaşı oluyor
Ve adını andığında
Kar yağıyor ve tekrar kristal oluyor.
“Loyalty, bugün çok dalgınsın.”
“Elbette sevgili silahtarım, bu şehir bana bir şeyi hatırlatıyor.”
“Harika bir yer, büyülü olduğunu söylüyorlar.”
“Kesinlikle öyle olmalı, yetenekli birinin büyüsü…”
Şehre ve dağlara kar yağıyordu. Büyüye büyü katıyordu. O sırada mavi kristallerden birine gözüm takılacaktı, tüm bu kristaller çeşitli çiçeklerin şeklindeydi. Mermer korumalarda, boy mesafesinde zaman zaman ışık saçarak, büyüsüne hazırlanıyor gibiydiler. Baktığım bu kristallerde tanıdık birisi olmaydı, büyünün sahibi biri.
Yanımdakine;
“Yakında kendini gösterecektir.”
Şimdi aklımdaki şiiri fısıldamamın vaktidir. O unutmuşum, buzdan kristaller gibi bu şiir de uçup gidecekti işte. Ve genç dostumuz bize katılıp şehirdeki şenlikten söz edecekti:
“Loyalty, bizim için söylüyorlar.”
“Biliyorum Parsifal sevgili dostum.”
“…”
“Kar yağıyor, kristal oluyor.”
“…”
Resim: kvlticon.deviantart.com/art/Winter-s-Reprise-252908829 by
kvlticon.deviantart.com/
--------------------------------------
Siyahın kırmızısı
Çatışmadan son haber geldiğinde akşam saatleriydi. Gece herhangi bir saldırı beklenmiyordu. Şimdi dünya kırmızısını geri alabilirdi. Sularında, karlarında, çimenlerinde ve metallerindekini kendine geri alabilirdi. Alabilirdi kendinin olanı, zamanından önce ve hep düşündüğü ya da hiç düşünmediği şekilde.
Siyahtı zırhı şövalyenin ve itinalı bir biçimde çıkartacaktı eldivenleri, yerleştirecekti çadırın görülmeyen dehlizlerine miğferini, armasının dalgalandığı rüzgâr sesleri Morgana’nın ninnisine karışırken, göğüs zırhı gereken muameleyi görecekti, zeminde bacak kısmından ayaklarındaki metale süzülen tüm kırmızı dünyanın geri aldığıydı. Geri aldığıydı, gündüz katlettiklerinden aldığını kara şövalyenin.
“Mordred, sendeki asil duygular Splendor’da asla olamaz.”
“Ne demek istiyorsunuz BlackRose?”
“Basit, onu seçtiler, o basit adamı, şirin gözüken, şimdi ise gerçek yüzünü gördüler.”
“Benim iyilik timsali olduğumu ima edecek değilsiniz herhalde…”
Konuşma Mordred’ın hoşuna gitmeye başladığında artık gece idi. Özenle döşenmiş çadırın her köşesinde yağ lambaları siyahı aydınlatıyordu şimdi. Morgana ninni sonrası başladığı sözlerini tamamlayacaktı elbette:
“Yani, sen asil bir ruhsun, olmadığın biri değilsin ve herkes seni anladığında hizmetini verecek.”
Mordred bu kadar pohpohlanmaya alışık değildi, O anda sözü aldı: “Ben Arthur değilim BlackRose.”
Morgana gözlerinde lambaların yansıması simsiyah bakarak şövalyenin gözlerine: “Ve iyi ki de değilsin!”
Siyah olan zırhlardan toprağa karışacaktı kırmızı, Mordred sırt üstü uzanıp Arthur’u düşünürken, dünya kendine ait olanı alacaktı. Siyahın kırmızısı, usulca gecenin siyahında toprağına kavuşurken, ninniye devam edecekti Morgana…
Resim: ellaine.deviantart.com/art/The-Black-Knight-of-Nilfgaard-34885265 by
ellaine.deviantart.com/
-------------------------------------------------------
Klanlar
“Splendor’un gazabı nasıl olur?”
“Etrafı temizledi.”
“Ya biz, beyim?”
“Biz bin yıldan fazladır buralardayız. Ve şimdi dilimizi tutup…”
“…Tutup yaşamayı sürdüreceğiz.”
Şehrin üzerine çöken tüm suskunluğa katılanların konuşması... RedHeart klanı küçük ayaklanmada sonlara kadar savaşanların klanı diye anılıyordu. Adamlarının yarısı şimdi kargaların menüsündeydi. Geri kalanı teslim olduğunda etraflarında Splendor’un merhametinden başka sığınacakları bir şey kalmamıştı. Ve Splendor’un merhameti dillere destandı. Sizi öldürmezdi; adeta ruhunuzu çekip alabilmek için beklerdi.
Splendor meydandan ayrılmadan önce bir bakışta, geri çekilenlerin dışında savaşan bir şövalyeye hayranlığını ifade etmekten geri kalmayacaktı:
“Değerli, tanıdık, çok uzak arması seçilemiyor.”
“Majeste.”
“Birini gönderin, ışıktan kör olmuş şu şövalyeye gerçek dünyanın nasıl bir… Nasıl bir…”
“Majeste.”
Muhafız birliğinden üç şövalye, kalabalığın verdiği yol ile sözü edilenin yanına sürdüler atlarını. RedHeart klanının armasını taşıyanlardan biri daha katledildiğinde, şövalyenin yanına varmışlardı bile:
“Teslim olun şövalye, işte duymadınız mı tüm klanlar geri çekilme borularını çaldı.”
Yakınındaki tehditlere rağmen, şövalye miğferinin korumasını açarak:
“Yoluma çıkmayın.”
Üçlünün başındaki sırıtan bir ifade ile: “Kralı düşün, git ve korkak beyleri düşün.”
Etrafındaki kuşatmayı kaldırdılar. Benzerini tekrarlamaları için, kral diğer adamlarını da, çevresi sarılanlardan uzaklaştıracak emri verecekti:
“Kralım, hani kaçmayanlar onurlu bir şekilde…”
“Onurlular. Bunu sadece sizi denemek için söylemiştim.”
“Anlamıyorum.”
“Sevgili danışmanım, siz acımasız birisiniz.”
Bu sırada Splendor, armasını daha iyi görebilecekti şövalyenin: “Sir Gawain’i selamlasınlar.”
Orduların o bölgesinde hangi taraftan olurlarsa olsunlar, kim olursa olsun bir uğultu bir isim:
“Ooo Gawain”
“Selam olsun Gawaainnn!”
“Ooo Gawaaiin”
Yeşil Şövalye’nin gitmesine izin verdiler. Karmaşık duygularını bu savaş meydanında ifade edebilecek bundan iyi bir son olamazdı elbette. Ve Gawain, yeşil şövalyeye değer verdiler.
Klanlar vardı kralın etrafında toplanması gereken. Klanlar vardı binlerce yıl, biriktirip getirdiler. Krala sunmaları gereken ruhları vardı. Ve klanlar vardı, kralın kapısındaki beyleri ile.
Resim: rubyhawk.deviantart.com/art/Breadth-2-Sir-Gawain-53335373 by rubyhawk.deviantart.com/
---------------------------------------------------
BlackRose
“Beni daha fazla oyalama, ne dersin önce O gitsin, sonra hesaplaşırız.”
“Morgana açık sözlü olduğun için senin önerini yanıtlayacağım.”
“Bilmece istemem.”
“O kadar üşüyeceksiniz ki, Kuzey Güney’e karıştığında hasat için orada olacağız.”
“Demek reddediyorsun! Pis bunak.”
Dakikalarca ninni söyleyen Morgana aslında konuşuyordu. Başka bir boyutla, belki şimdiki zamanla ya da kim bilir, karşısındakini hangi zamanda bulabildiyse o zamanda. Mordred’ın bundan haberi bile yoktu. Sadece ninni duyulur iken, konuşulanın öneminden olsa gerek, sesi titreyecekti büyü ustasının.
“BlackRose?”
Zırhlarından kurtulan Mordred, sehpanın yanı başındaki sofanın yumuşak sarışına bırakmıştı kendini. Karanlıkta sırt üstü yatıyordu. Birden etrafın aydınlanması ise beklenen bir büyüden başka bir şey değildi. Morgana canı sıkıldıkça bunu yapıyordu. Antik Roma tarzında düzenlenmiş dekor ve mobilyaları, zaman zaman değiştiriliyordu. Ve bu işte de büyü kullandığı kesindi, Mordred bütün bundan bazen çekinse de belli etmemeye çalışıyordu. Genç adam sehpadaki bin bir çeşit meyveden atıştırırken, hizmetindeki kölelerin getirdiği şarabı yudumluyordu. Keyfi yerine gelmiş olacaktı ki tekrar sordu:
“BlackRose?”
“Önemli değil Mordred, sadece inatçı bir kâbustu ve şimdi ismini bile unuttum.”
“Gel, benimle birlikte biraz şaraptan tat, işte”
İçtiği kadehi ona uzatmıştı. Aslında kendinden iğrenip iğrenmediğini biliyordu ama artık bunu kesinleştirecekti. Gücü mü seviyordu, yoksa kendine sevgi ile koruyucusu olarak mı bağlıydı bilmeliydi. Morgana testi geçti.
“BlackRose?”
“Evet şövalye?”
“Sonu geldiğinde…”
“Sonunu getirdiğimizde, Splendor’un yüzünü görüp kahkahalara boğulacağız.”
Kadehi bırakmadan sırtını Mordred’a dönecekti. Sesleneceğini bilerek birkaç saniye bekledi.
“BlackRose?”
“Evet Mordred?”
“Zamanı durdurabilir misin?”
“Neden?”
“Kâbus görmemem için.”
Şimdi O’na dönerek: “Senin olanı alacağız.”
Resim: uriska.deviantart.com/art/Goddess-of-Wine-86848341 by uriska.deviantart.com/
----------------------------------------------
Arthur’un zamanı
O gün çalıştılar, topraktılar
Tüm siyahı işlediler,
Yeşil olanı görmek için
O gün çalıştılar, topraktılar
Toprak dediler, öykülerde
Büyüklere masallarda ve
Dünyayı kuranlar, O gün
O gün çalıştılar, topraktılar
İçtiği suya karıştı,
Belki biraz acıydı tadı,
Yoo, ondan tatlısı olamazdı
O gün çalıştılar, topraktılar
Şövalye, bilirdi renklerini,
Her hasatta onlarla içti,
Güldü, savaştı, tanırdı ve
O gün çalıştılar, bizdendiler.
“Loyalty, bugün çok dalgınsın.”
“Evet Parsifal, düşünüyordum da…”
“Geçmişle ilgili…”
“Evet Arthur hayattaydı ve bize bu şarkıyı okuyan bir ozan vardı.”
Parsifal festivalden yayılan şarkıya kulak kabartacaktı:
“Hasat zamanıydı.” diye devam edecektim. Şehrin geniş meydanlarından birine bakıp, yanan ateşe daldığımda. “Ve aynı şimdi yanan ateş gibi ateşler yakmışlardı, Arthur’u seviyorlardı.”
Parsifal, Arthur için tüm kalbi ile sevgi cümlelerini kurarken, şarkı bitmişti bile. Şövalyenin tüm dedikleri, geçmişten gelen bu şarkının sonunda dikkatimi ona çekmişti. Gerçekten adım gibi biliyordum, o tam bir dost idi. Gözlerim ile söylediklerim ise Parsifal sevgili dostum, hep konuş ve yaşamı güzel kıl.
İşte ateşin etrafında toplandık, tam bir yuvarlak oluşturduğumuzda hepimiz Arthur’un zamanındaydık. Onunla savaştık, onunla güldük ve şarkılarımızı söyledik. Artık bizle değil miydi? Parsifal’ın gözlerine baktınız mı? Onun zamanındaydık, Arthur’un.
Resim: andrekosslick.deviantart.com/art/the-End-of-King-Arthur-105529292 by andrekosslick.deviantart.com/
--------------------------------------------
Loyalty ve SnowCrystal
“SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye?”
Etrafıma bakınacaktım, görmeyi umut ederek... Ve buzdan kristallerde O’nu arayacaktım.
“SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye?”
Şehrin üstünden geçen şelale hala akıyordu. İçten içe sesini duyuruyordu. Ve aşağılara indiğimde göl donmuştu. Dans ediyorlardı buzda, buzdan dünyada hepsi adeta bir melekti.
Donmuş göle yavaşça sesleniyorum:
“SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye?”
Gördüğüm ve duyduğum hayallerin en güzeli o isimle dilimdeydi işte. Kimseye anlatmanın yolu yok iken dilimde o kelime:
“SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye?”
Gölün kenarında dolaşıyorum ve elimdekinin değerini biliyorum, sesleniyorum:
“SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye?”
Resim: tiorra.deviantart.com/art/The-English-Lady-The-Knight-66440015 by tiorra.deviantart.com/
------------------------------------------------
Yapabileceğim geceye, yıldızlara onun adını fısıldamaktı.
”SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye”
Donmuş gölün kenarında buluştuğumuzda, etrafımızda onlarca göl perisi, sihir tozları saçarak şarkı söylüyordu.
“Sonunda buradalar bir arada, gölümüzün ışıltısında, gece yıldız ve kristal iken Loyalty ve SnowCrystal”
SnowCrystal perilere sevgi dolu bir gülümseme ile bakarak:
“Siz olmasaydınız…”
Periler tamamladı:
“… Biz olmasaydık Loyalty gerçekten üzgün olurdu.”
Ben ise ne diyeceğimi bilemeden, dilimden bir kelime dökülmesine fırsat bulamadan SnowCrystal’ın parmaklarını özenle kavrayıp usulca öpücük kondurdum.
“Siz burada, bu bir hayal olmalı?”
“Kim bilir sayın şövalye, hayat hayaller olmadan çekilir mi?”
Gülümseme ve ciddiyeti kaybetmeden yaslanabileceğimiz bir kaya buldum. Göğsümdeki nefesini hissedebiliyordum. Yıldızlar, periler, donmuş göl, kristal şehir, ve en önemlisi SnowCrystal her şey bir anda kaybolacak diye ölesiye korkuyordum. İzledik dünyayı. Ve kristal kar yağmaya başladı, periler oradan oraya uçmaya, ışık saçmaya devam ediyordu. Bir tanesi kırmızı saçı, sarıya çalan ışığı ve parlak turuncu gözleri ile çok yakınımıza kadar geldi ve sordu:
“Siz, gerçekten seviyor olmalısınız, neden ayrısınız?”
O anda SnowCrystal doğrulup yüzüme bakacaktı: “Loyalty, sence biz?”
“Rüya mı görüyoruz sevgili?” sözünü tamamladım. Peri ilgisini kaybetmişti bile uzaklaşırken sadece kıkırdamasını duyduk. SnowCrystal:
“Şimdi buradayım bunu hayal ettiğimi biliyorum, ama hepsini hissediyorum.”
“Ve bu benim için en güzel gece, hayal bile olsa.”
Şimdi, her şey bizim için şarkı söylerken, birbirimize sarılmış gecenin soğuk ışığında kaybolmuştuk, SnowCrystal ve Loyalty.
Resim: www.fanpop.com/clubs/fairies/images/10516835/title/winter-fairy-dragon-photo
----------------------------------------------------------
Gün kâbusu
Camelot’a geri dönüp, zaferlerini süslemenin zamanı geliyordu. Kuzeydeki en büyük şehirde birkaç hafta işleri kontrol etmek planları arasındaydı elbette. Farpost oldum olası Kuzey’e açılan bir kapı olarak görülmüştü ve sözünü ettiğimiz ikili Morgana ve Mordred’ın planlarında önemli yere sahipti. Bu bölgede krala karşı bir huzursuzluk vardı. Kuzeylilerin gelip her yeri yakıp yıkacağı konuşulup duruyordu. Ayrıca Mordred vaatler ile, kıskanılan Camelot’tan daha önemli bir yere geleceklerini söyleyip taraftar toplamayı bilmişti.
“BlackRose bugün ne yapmak istersiniz?” Mordred sabah kahvaltısında plansız olduğunu itiraf eder gibiydi. Morgana gözlerini sanki ruh okur gibi Mordred’ın gözlerine dikti ve:
“At binmek.”
“Mükemmel bir seçim.” Derken Mordered bir an gözlerini yana kaçıracaktı. Bu hareketi Morgan’ın gözünden kaçmayacaktı elbette. İçinden geçeni o anda ortaya çıkartamamanın rahatsızlığı ile konuşacaktı:
“Elbette daha iyi bir planınız yoksa.”
Mordered, atıştırmayı sürdürerek:
“Hmmm elbette yok bu harika Kuzey topraklarına bu kadar yakın iken kendimi Camelot’dakine göre daha güvende hissediyorum BlackRose.”
Bu sözleri her şeye rağmen Morgana’ya iyi gelmişti:
“Buna gülümseyebilirim.”
İkisi de siyah güçlü atlar seçmişlerdi. Karlı topraklarda bir grup asil ile gezintiye çıkmışlardı. Her şey yolunda gitse de Morgana’nın gözlerinde yine o buğu oluşacaktı. Kimse fark etmediği bir anda grubun gerisinde çalılık bir sığınakta o dakikaları geçirecekti.
“Seni bunak, sen asla kazanan tarafta olamazsın!”
“Morgana artık çok geç seni kendi tarafımda görmem için hiçbir sebep yeterli değil.”
“Konu Arthur öyle değil mi!”
“Hep oydu büyücü hep oydu”
Dakikalarca süren ikna çabalarının sonundaki konuşmalar ve:
“Ayağını denk al Morgana, kralın gittiğinde seni koruyan bir şey kalmayacak.”
“Splendor mu? Ona benim kralımmış gibi bir paye biçme Merlin. İlk fırsatta…”
“Evet, tabii bildiğin en iyi şeyi yapacaksın, ihanet. Ama Splendor zaten bunu hak etse de sen en büyük yılanlığı ona bırakmazsın öyle değil mi?”
“Yaşlı bunak bu dünyada işin bitiyor, gel bize katıl seni hayata döndürelim.”
“Söyledim Morgana gününü karartmak gibi olmasın ama Mordred’ın sonu yakın”
“Bir daha… Bir daha onun adını anarken dikkat et Merlin o kral olacak ve sen bu dünyanın nasıl bize ait olacağını göreceksin, her şeyi ile bize hizmet edecek bir Camelot, hakkımızı verecekler o Splendor’un bize ait olanı vermek zorunda olduğu bir dünya.”
“Üzgünüm Morgana, seni kâbuslara boğmak zorundayım.”
Ve bu son söz ile Morgana ardı ardına gördüğü kâbusa tekrar mahkûm olur. Kapkaranlık gecede ne bir yıldız var iken Kuzey topraklarında kaybolduğu kâbusu. Gün ışığını dahi hissedemediği dakikalar ancak Mordred ve yanındakiler onun yokluğunu hissettiği anda bozulacaktı. “Lady BlackRose neredesiniz?” seslerine yanıt verecekti. “Tam arkanızda.”
Onları pek sevmeyen şehir meclisi üyesinin kızı sessizce: “Tam bir gün kâbusu…” demekten geri duramayacaktı.
Resim: www.deviantart.com/print/34261564/
-----------------------------------------------
Çal ozan çal
Morgana, söz üstüne fazla gitmedi ama gözünü üstünden ayırmayacağı biri daha ortaya çıkmıştı, Fabia. İsmini aldığında şikayetleri de almaya başlayacaktı:
“İsmim Fabia, Lady Morgana ve burada olmamın tek sebebi babamın bitmek bilmeyen ısrarı.”
Morgana az önceki tartışmadan sonra bu çocuk ile uğraşmak istemiyordu ki fazla üstüne gitmedi: “Sizi yormuşuz, ne yapalım şimdi?”
Yanlarında müzik sağlayanlar önerilerini getirmekte gecikmedi:
“Hepimiz kılık değiştirmiş durumdayız, yakınlarda bir han biliyorum, biraz dinleme biraz eğlence…”
Mordred heyecan ile: “Harika fikir, biralarının tadını merak ediyorum doğrusu.”
Genç asillerden Fabia’nın arkadaşı biraz endişeli; “Ama ya bizi tanırlarsa?”
Fabia onu susturarak: “Şşştt Renee, görmüyor musun bu soğukta, kabus gibi yerde yapılacak başka bir şey yok. Peki, ozan neymiş bu hanın adı, bize söyler misin?”
Mandolinini tıngırdatarak söyleyecekti: “Lady ve lordlarıma layık müziği bulabileceğiniz yerin tabelasında şu yazar ‘Çal ozan çal’. “
Fabia kahkahasını tutamayarak: “Böylesini de ilk defa duydum, tekerleme olmalı.”
Mordred söze karışarak; “Harika karar verilmiştir günü orada tamamlayacağız.”
Renee itiraz edecekti ki, çoktan Mordred ozan ile öne atılmıştı bile: “Haydi bakalım iyi müzik ha!”
“Ve biranın sınırsızı lordum.”
“Şimdi keyifle atımı sürebilirim.”
Tüm grup peşlerine takılırken, Morgana, hala Merlin’i düşünüyor olmalıydı. Mordred hakkında söyledikleri gerçekleşirse ne yapardı. Anı yaşamakta şövalye kadar başarılı değildi ama atını sürmekten başka bir şey yapmayacaktı. Belki de bunlar Mordred’ın son mutlu günleri olabilirdi.
Şehir dışında anayoldan uzakta, ancak içeriden inanılmaz bir gürültü gelen kalabalık olduğu belli hana ulaştıklarında atları seyislere teslim ettiler. Hanın kapısındaki sembole şöyle bir bakan gruptakilerin merakı giderek artıyordu. Mandolini ile bir ozanı resmeden tabela hoş geldiniz der gibiydi.
Ve onlar girmeden birkaç saniye önce yeni şarkı başlamıştı bile, “Çal ozan çal” diyecekti herkes hep bir ağızdan, sanki bizim küçük grubu karşılar gibi.
Blackmore’s Night- Play Minstrel Play: www.youtube.com/watch?v=hDt7YhCYMas
Resim: www.deviantart.com/art/the-bard-140355500 by mangakasan.deviantart.com/
-------------------------------
Biraz geç
Tam üç uzun masayı alacak kadar geniş bir gruptu han’ın kapısından girenler. Elbette dikkat çekeceklerdi. Kılık değiştirmelerinin bir önemi var mıydı? Gençler hareketli iki masa oluşturacaktı. Yaşını almışlar diğer masayı.
Ozan, en güzel şarkılarını hep gece ile birlikte ardı ardına sıralardı. Kahramanlık şarkılarını elbette aşk takip ederdi.
Delain- Come Closer www.youtube.com/watch?v=GvvjECwJ5h8
Renee ve Fabia gecenin yıldızları olmalıydılar. Diğer masada ise elbette Mordred dikkati çekiyordu. Uzun yıllardır bu kadar mutlu olmamış bir hali vardı ve bu gerçekti.
“Haydi ama Mordred, hiç mi korkmadın?”
“Korku benim can yoldaşım, ama ona hiç iyi davranmam.”
Diğer masalara kadar yayılan kahkaha tufanı
“Hahaaha. Mordred, Mordred, Mordred...”
Ayağa kalkan adam daha önce görülmemiş bir yaratıktı, bu dünyaya böylesine bağlı, gölgesi bu kadar kuvvetli ama umudu tüm etrafındakileri kavrayan bir adam daha var mıydı ki! Birasını sonuna kadar kafasına d**en meydan okuyan bu adamı handaki herkes tezahürata boğacaktı.
Tüm bunlar olurken Renee durmadan konuşacak, Fabia’ya Mordred’ı övmekten başka bir şey yapmayacaktı. Kızıl saçlı, adeta bir savaşçı olan Fabia ise Mordred’a ilk defa böyle bakacaktı.
Ağzından kaçıracaktı:
“Mordred…”
Tüm diğer seslerin arasında onun sesini seçen ise şövalye olacaktı. Gülüp eğlenirken biralar tokuşturulurken Fabia’nın ona nasıl baktığını fark edecekti.
“Mordred…”
Fabia’nın, onun kendine baktığını bilmesine aldırmadan dudaklarını hareket ettirmesi… Biraz geç olabilir miydi aşk için. Biraz geç olabilir miydi bardakları boşaltmak için. Onca hayranı olan birinden bekleyebilir miydi sevgiyi?
Mordred ciddileşip Fabia’nın gözlerinin içine bakarak birasını gösterecek ve onu selamlayacaktı. Bir süredir zaten onu düşündüğü her halinden belliydi. Zaman donmuş, ağır çok ağır işliyor gibiydi. Renee’nin sözlerini duyduğunda Fabia, bir an kendine gelecekti:
“Ne dedin Fabia, aaa evet Mordred ne büyük bir şans değil mi, tüm krallıkta, bi…”
Gerisini dinlemeyecekti genç kadın, kadehini Mordred’a cevap verecek şekilde kaldıracaktı. Biraz geç, tüm dünya için geç, ve belki ikisi için de.
Resim: digital-art-gallery.com/oid/48/640x640_9423_Meleen_s_Silver_Tongue_2d_fantasy_tavern_legends_of_norrath_picture_image_digital_art.jpg
--------------------------------------------------------
Ölesiye korkuyorum
Nefes almak için birkaç dakikalığına hanın arka tarafındaki verandaya yönelecekti Fabia. Onun orada olmadığını ilk fark eden, herkesten çok içse de, henüz ayık olan az sayıdakilerden biri olan Mordred olacaktı elbette. Gözler bir an Renee’nin üstünde iken, Mordred da fırsat bulup Fabia’yı aramaya koyulacaktı.
Sessini tanımıştı, ahşap zarif sütunlardan birine dayanmış sırtı dönük şekilde okuyordu genç kadın. Onun durmaması için her şeyini verebileceğini kendine itiraf eden Mordred adımlarını yavaşlatacaktı. Tam ardındaydı şimdi, kan ve yaşam dolu yaratığın o muhteşem sesi. Kadının zarif boynuna dokunmamak için kendine sebep arıyordu ve buldu, Fabia’nın şarkısı.
Ölesiye korkuyorum
Yalnız biterse hayat
Kimse bilmezse karaladıklarımı
Kimse aldırmazsa
Ölesiye korkuyorum
Kimse sevmezse
Sevenler kaybolur giderse
Belki bir savaş
Ölesiye korkuyorum
Kalbimin çiçekleri solarsa
Solmayıp kopartılırsa
Ya bir daha açmazlarsa
Ölesiye korkuyorum
Şu şövalye
Gerçekten seviyorsa
Tek kelime edemiyorsa
Ölesiye korkuyorum
Kendim olmaktan herkesin yanında
Sevgiliye anlatamayacaksam
Bundan ölesiye korkuyorum
Mordred artık ne söyleyeceğini bilemiyordu. Böylesi değerli bir varlığı yaşamı boyunca görmemişti. Yine de cesaretini toplayıp:
“Ölesiye korkuyorum, bu dünyadan olup olmadığını sormaya.”
Resim: antarel.deviantart.com/art/One-With-the-Night-165477356 by antarel.deviantart.com/
--------------------------------------------------
Sözler
Fabia aniden irkilerek dönüp bakacaktı. Onu korkuttuğundan pişman olmayan şövalyenin hafif tebessümü bir an duraksamasına sebep olacaktı. Sonra,
“Siz?”
“Evet sizinleyim.”
Bu sefer biraz toparlanmış: “Demek beni dinliyordunuz.”
“Ve her şeyi biliyorum.”
“Ne biliyorsunuz ki, kimden bahsettiğim bile…”
Şövalye oradan ayrılmak için hazırlananın yolunu elini sütuna koyarak önleyecekti. Kolay pes etmeyecek olan Fabia diğer yöne yönelecekti ki bir adım yana kayan Mordred ona bir şeyler söylemesi gerektiğinin farkına varacaktı.
“Biliyorum böyle duymam daha güzel oldu aslında, sen bulunmaz bir mücevhersin Fabia, benden bahsettiğine eminim.”
Sonunda teslim olan genç kadın: “Sen isen ne olmuş, beni bir eğlence olarak görüyor olmayasın?”
Mordred bu sefer daha ciddi ama yumuşak bir ses tonunda: “Arayıp durduğum sen olmalısın Kuzey’in kızı. Sana elimi uzatıyorum, ne kadar mutlu olacağımızı düşün”
“Camelot’a gittiğinde her şey biter, unutuverirsin beni.”
“Şimdi anlıyorum az önceki halinden belliydi, kalbindeki kesinlikle benim. Nereye gidersem gideyim seninleyim, bu şarkı bizi birbirimize bağladı göremiyor musun ölesiye korkuyorum.”
Fabia daha fazla direnmeyecekti başını eğip:
“Bunu çocukça bulmayasın?”
Mordred parmaklarının ucu ile Fabia’nın çenesine dokunarak başını kaldırmasını sağladı. Ve gözleri birleştiğinde;
“Sen benim hayatımın anlamı olacaksın.”
Artık son şarkılar çalınıyordu, herkes uykuya çekiliyordu.
Texas- So in love with you: www.youtube.com/watch?v=Wi6NBS65Lg0
Ve Mordred ile Fabia geceye yıldızlara bakarak devam ettiler. Her renkte yıldız vardı. Ve:
“Seni seviyorum.”
“Seni seviyorum, sarıl bana.”
Gecenin renklerinde kaybolan iki sevgili, bundan daha güzel bir şey yaşamamış olmalıydı. Sözler verildi, sözler söylendi, gecenin renkleri vücutlarına işlendi ve onlar zamanın ötesine gidecek aşka ulaşanlardı.
Resim: antarel.deviantart.com/art/Entropy-Paradox-212767432 by antarel.deviantart.com/
------------------------------------------------
Kuzeyin Tanrıları
Nordina, uzun süredir savaş için Odin’e uygun zamanı soruyordu. Kuzey’in kraliçesi hiçbir şeyi şansa bırakmak istemiyordu.
“Odin, sana iyi hizmet etmedik mi? Bir işaret dahi vermeyecek misin?” buz kaplı, rahiplerin bile fazla uğramadığı sıradağların en yüksek tepelerinden birinde bin yıllık altarı ziyaret eden kraliçenin sözleri… Bu sözlere en taş kalpli tanrı bile cevap verirdi diye düşünürken, maiyetindekilerin, tanrının susmasının bir sebebi olduğu akıllardan geçmiyor değildi.
Soğuk merdivenlerden inip bir işaret bile alamamış olmanın hayal kırıklığındaki Nordina, kenarları kürk pelerinine sarılıp bunu gizlemek istiyordu. Herkes şüphe ile sebebin ne olduğunu sormak istiyordu. Ancak buna cesaret etmek kellelerinin kaybı anlamına gelirdi ki, bir tek kelime duyulmadı.
“Elbette, Odin yarın cevap verecektir” demekten ileri gitmedi Nordina. Hava kararmak üzereydi. Hemen altarın yakınındaki rahiplerin seneler önce terk ettikleri yıkık tapınakta gece hazırlıkları yapılacaktı. Hala kutsal olduğu düşünülen bu yerde herkes şüphe içinde olmaktan nefret ediyordu. Ateşler yakıldı. En büyüğünün alevleri insan boyuna ulaşıyordu. Kraliçe diğerlerinin bakışlarını görmüştü elbette. Bu kadar güçlü olmalarına rağmen hala tereddüt yaşamalarının sebebi tanrılardı. Tanrılardan bir işaret gelmeden Camelot’a saldıramazlardı.
Lavia, geçmişte Odin rahibelerinden olup, şimdi kraliçenin hizmetine girmiş, otuzlu yaşlarında, en yakın danışmanıydı. Elbette bu durumda konuşacak kişi o olmalıydı. Kraliçenin sadece onun duyabileceği şekilde ki bu herkesin aklındaki şüphe idi, düşüncelerini konuşabilecek cesaret gösterebilen kişi olacaktı.
“Kraliçem, Odin’i gücendirenlerin başına gelenleri biliyoruz. Elbette benim başıma da gelecekler olacak, o günü bekleyip durmaktan yoruldum.”
Nordina ileri geri yürümeyi durdurup hışımla ilk konuşan kişiye saldırmak istediğini belli edecekti:
“Sen, sebep sen olmayasın. Sen Lavia Odin’i çok sevseydin şimdi bir rahibe olurdun.”
Kadının sarındığı pelerinin yakasına yapışmıştı ki Lavia soluklanıp cevaplayacaktı:
“Bunu anlamanın bir yolu var, dinleyin.”
Nordina gözlerini sonuna kadar açmış neredeyse danışmanını boğacak bir halde iken, sözler etkili olmayacak gibiydi. Lavia sesi titreyerek:
“Dinleyin majeste.”
Genç kraliçe ellerini kadından çekerken, onu biraz daha sarsmayı ihmal etmekten geri kalmayacaktı. Sarsılan Lavia, çılgınca bir kahkaha atarak:
“Buna inanamıyorum, bizimle konuşacak…”
“Ne geveliyorsun sen, neyi dinleyelim?”
Birden alevlerde kuzeyden gelen rüzgârın başta zayıf ve sonra alevleri savuran dokunuşu hissedilecekti. Ve kadın haklı çıkmıştı. Herkes bir köşeye sinmişti, sadece Nordina ve Lavia oldukları yerde kalacaklardı. Yüksek sesle:
“Bu O olmalı kraliçem.”
“Kim lanet olası, kim?”
“Njord, rüzgarların tanrısı”
Ve birden rüzgârın uğultusu, anlamlı kelimelere dönüşecekti:
“Tanıtım için teşekkürler, seni hain. Evet, ben Njord!”
Şimdi kimse gözlerine inanamıyordu. Yanan dallardan bir kısmı ve alevlerden bir tanrının insan silueti karşılarındaydı. İki metreden uzun bu siluet konuşurken uğultular anlam kazansa da korkudan kimse tek kelime edemiyordu. Sadece kraliçe kendini toplayıp cevap verecekti.
“Yüce Njord, bize Odin’in rızasını haber verecek misin, bir hatamız mı var, şu kadınsa onu hemen size verebilirim.”
Bunları duyan Lavia zaten fazlasını beklemiyormuş gibi bu sefer dik durarak:
“Halkım için cezamı çekmeye hazırım yüce tanrı. Beni alın.”
Bu konuşma Njord’un kahkahaları ile kesilecekti elbette:
“İstediğimiz o değil, Kral Broak’ın buraya gelmesini istiyoruz. O zaman rıza mı felaket mi alacaksınız konuşuruz, kraliçe”
“Kral buraya asla gelmez.”
“O zaman asla bilemeyeceksiniz, gözleriniz kör savaşa girmeye hazır mısınız?”
Alevden vücut Nordina’nın bir adım yakınına kadar uçarak gelmiş ona doğru hafifçe eğilmişti, gözlerinin içine bakan alevlere yanıt verecekti kadın:
“Öyle olacak yüce tanrı.”
“Ben de öyle düşünmüştüm, Odin bekletilmekten hoşlanmaz söylemedi demeyin. HaHaHa”
Kahkahalar rüzgarların uğultusuna karışırken, en büyük ateş sönecek ve insan silueti hiç var olmamış gibi ortadan kaybolacaktı. Njord’un kahkahaları ise dakikalarca duyulmaya devam
edecekti.
Resim: lunarshore.deviantart.com/art/Dans-les-Forets-Eternelles-129735300 by lunarshore.deviantart.com/
--------------------------------------------------
PortsTown
Camelot olduğundan beri bu şehrin de var olduğu söylenir. Camelot’un denize açılan limanı dünyanın her yerinden insanlara kucak açardı. Tabii bu Arthur zamanı için daha geçerli idi. Spelendor başa geçtiğinden beri vergiler arttırılmış, kontrol altına alınamayan hastalıklar şehri yaşanmaz hale getirmişti.
“Be kara ölüm evlat. Artık buradan gitmeliyiz, yakında çıkışları kapatırlar.”
“Nereye gideceğiz, ben oldum olası…”
“Kuzeye vebanın yayılmasının zor olduğu topraklara gidiyoruz. Hazırlığını yap gece yoldayız.”
“Yoksa?”
“Evet, Forgotten Realms tek şansımız bu.”
On sekiz yaşına yeni girmiş oğlu ile, hayatı PortsTown ile Kuzeyin krallığı; IcedWinters arasında ticaret yapmakla geçmiş babası arasındaki konuşma sürüyordu:
“Baba, bunu ihanet olarak görebilirler, savaş kapıda belki en iyisi Camelot’a…”
“Camelot ha! Camelot’muş. Eski Camelot olsa bir an düşünmezdim, ama Spelendor’unki başka bir şehir artık. Fazla yük alma, atları hazırla, soru sorma.”
“Forgotten Realms Mordred’ın koruması altında buna ne dersin?”
“Vebadan uzak, Spelendor’dan merhametli daha ne isterim.”
“Ya asiler onların yanına gidebiliriz, bak benim fikrime göre kuzeyde FarPost’a yakın bir yerde olmalılar, hem vebadan da uzak.”
“Çılgın çocuk, hepsi oralarda telef olmuştur. Forgotten Realms’e gidiyoruz.”
Konuşma şehrin unuttuğu bir köşedeki, zaman zaman kullandıkları bir hanın ahırında geçiyordu. Çocuğun lakabı Rebellious’tu. Ve bu konuda da lakabına yaraşanı yapacaktı. Birkaç saat sonra ahırlardan bir atın ayrıldığını duyan babası anlayacaktı belki oğlunu son görüşü olacaktı bu. Peşinden gitmeli miydi?
“Hep çocuk, hep böyle... Bekle Forgotten Realms önce toparlamam gereken bir genç var.”
Rebellious aslında her şeyin farkındaydı. Bu bir intihar olabilirdi. Ama işte yolda idi. Erzak en önemlisi idi, ayrıca avlanmak için mızrağı ve arbeletini de almayı ihmal etmemişti. Macera, en sonunda onun istediği gibi bir yaşam… Kendi kendine tekrarlıyordu:
“Şövalye Loyalty hizmetinizdeyim, emredin yeter şövalyem… Ben Rebellious, şövalyem hizmetinizdeyim… Hep sizin hikâyenizi dinleyerek büyüdüm şövalyem, hizmetinizdeyim.”
Acaba hangisi iyi olurdu? Bildiği bir şey varsa lakabına uygun düşeni yaptığıydı.
Resim:http://dimarinski.deviantart.com/art/Port-J-360621638 by dimarinski.deviantart.com/
---------------------------------
Kuzey'in Çocukları
Njord’un taşıdığı rüzgâr şimdi daha etkiliydi. IcedWinters’ın genç kraliçesi Nordina, bu sefer etrafındakilerin yaşadığı dehşeti görmüş moral vermesi gerektiğini anlamıştı:
“Njord bize bir şans tanıdı. Bunu değerlendireceğim. Şimdi korkudan çok, cesaret, bizi onun gözünde değerli kılacaktır!”
Tam bunları söylerken bir kartalın kanatlarının çırpması duyulur gibi oldu. Ve bu karanlıkta aya doğru, Njord’un gittiği yöne doğru, uçan Kuzey’in kartalını gördüler. Nordina bir an duraksayanlara:
“Uç göklerin efendisi Odin’e bildir, kral burada olacak, tüm halkı ile. Uç çılgınlar gibi Kuzey’in çocukları gibi.”
Eagle Fly North: www.youtube.com/watch?v=elK5iRey ... 2B9B4FA287
Kartal kısa bir kavis çizerek dağların karlı tepeleri arasında ay ışığının içinde kaybolacaktı. Tüm bunlar iyiye mi kötüye mi yorumlanmalıydı. Kralın danışmanlarına kalsa her şey felaket olabilirdi. Ama kraliçe nasıl anlatacağına karar vermişti elbette.
IcedWinters, Doğu komşusundan çekinmese çoktan Camelot Krallığı ile hesaplaşırdı ancak Camelot’un Doğu’dakilere güvendiğini iyi bilen Kral Broak sürekli ayak diriyordu. Kraliçenin bu kadar hevesli olmasına da kimse, hemen hemen kimse anlam veremiyordu. Bir sır vardı ve bunu bilen çok az sayıda kişi.
Resim: jjgp.deviantart.com/art/Starry-Night-49093384 by jjgp.deviantart.com/
-----------------------------------------------
Guinevere’in şarkısı
Duvarların ardında bir yerde
Tüm dünyamı karartan o duvarların
İçinden, yıkarak geçeceğim engellerin
Ardındasın biliyorum
Belki yalnız başına hayatta
Belki kimsenin tanımadığı
Kapkaranlık gecenin sokaklarında
Camelot hayallerinde
Çok zaman geçti ki unuttum
Artık buranın adı Camelot bile değil
Unuttum Lancelot’suz Camelot’u
Ne kadar iyi olmuş
Camelot artık Camelot değil
Arthur’un ellerimizi birleştirdiği
Camelot artık Camelot değil
Lancelot’suz Camelot, Camelot değil
Artık bir haber beklemiyorum
Biliyorum yaşıyorsun
Biliyorum kalbin benim için atıyor
Bu şarkı senin Guinevere’inin
Şimdi tüm hainler etrafımı sarmış iken
Gözlerim beni yanıltsın isterken
Camelot’u kuralım
Eski güzelliği ile kalbimizin şehrinde
Guinevere ve Lancelot diye bizi anlatsınlar
Yaşamamın bir sebebi var elbette
Bizi anlatacaklar, artık uzaklardan dön diye
Şarkım sonsuzluk gibi hep seninle
Guinevere’in geceye söylediği şarkıyı, kaleme almayı görev edinen en yakın dostu bunu yaparken bir amaç da taşıyordu.
“Guinevere, bırak bunu göndereyim.”
“Ya O değilse, ya bu çocuk onu bulamazsa.”
“En azından denemiş olursun.”
“Peki, umudumun şarkısını ona yolla.”
Ve parşömene yazılı şarkı şimdi Rebellious’un ellerindeydi. Onları selamlayıp ayrılırken:
“Onu bulacağım ladylerim.”
Resim: www.deviantart.com/art/Lady-Guinevere-96206632 by bmjewell.deviantart.com/
------------------------------------------------------
Hala gece iken
Fabia çok kısa bir süre gözlerini kapattığında kâbus gibi bir şey görecekti. Bu şövalyeyi kaybettiğini, ona bir daha sarılamayacağını düşünmesine gerek yoktu. Kâbusları bu iş için hep orada olacaktı. Ve o anda gözlerini açtığında Mordred’ın nefesini hissedebilmenin mutluğu, güven duygusu anlatılamazdı.
Tüm dostları onu terk etse de bunun peşinden gidebilirdi. Onun kararı buydu, şövalyenin içinde güzel bir şeyler olmalıydı. Savaşın alamadığı, hep sakladığı ve sadece Fabia ile paylaştığı.
Her ne ise o kadar güçlüydü ki, herkesin dikkatini çekmesi uzun sürmezdi. Ama gece onlarındı, irkilerek uyandığında Mordred saçlarına dokunuyordu:
“Ne oldu sevgili, neler oldu şu birkaç dakikada, rüyalarında seni koruyabilir miyim?”
“Mordred, söz vermelisin, hiçbir savaş, hiçbir büyü, hiçbir güç bizi ayıramaz demelisin.”
Mordred şimdi parmaklarını yanaklarında dolaştırırken hafif bir tebessüm ile:
“Sen benim sevdiğimsin, benden en önemli parçamı alıp kalbine yerleştirdin. Tüm dostlarımdan alıp sakladığım sevgi kırıntıları artık senin kalbinde. Kalbini dinle güzel yaratık, sana söz veriyor mu?”
Fabia bir an elini göğsüne götürerek: “Tüm benliğimde hissediyorum.”
“Hala gece iken sarıl şimdi bana sevgimin sahibi.”
“Hala gece iken benim sevgi kırıntılarımı da senin kalbine gizlememe izin ver Mordred”
Ve iki sevgili birbirlerinin kollarında hala gece iken ellerinde ne kaldıysa birbirlerinin dünyasına katıp, sonsuzluk bağı ile bağlandılar.
Resim: tae402.deviantart.com/art/01-370622863?q=gallery%3Atae402&qo=0&_sid=68800a1f by tae402.deviantart.com/
Kristal Duygular
Hep umutsuz hep kayıplarda olmaya alışan kelimelerin harfleri, bu sefer fikir değiştirir misiniz? Bu sefer daha önce söylediklerime uymayan duyguların kelimelerini, oluşturmanız gerekiyor dersem kabul eder misiniz?
Elimden gelen bir şey yok, zafer kazanmamız için kendime çeki düzen vermeliyim, hata yapmamı isteyen birileri var. Kazandığım halde zarar vermek isteyenler olduğuna göre… Demek savaş bitmemiş demek zarar vermekten geri durmayacaklar.
Çocuk ne kadar büyük bir sorunla uğraştığını biliyor musun? Hayallerindeki sevgiliye sığınmalısın. Sığınılacak başka bir şey yok ki. Dostlar hep yanında olamaz ki. Saf duygularını yeniden keşfetmeli, kristali hayali sevgili olarak görebilmeli.
Hani ne diyordum: “SnowCrystal, sen gerçek olmalısın seni bulacağım ve rüyalarda, buz gibi gecelerde benim olan zamanın, benim olan her şeyin adı SnowCrystal… Seni aradığımı biliyor olmalısın, tüm rüyalarda, tüm hayallerde, kar tanelerinde, Kristal şehirlerde… Ve Parsifal… Duygularımı anladığı için gerçek bir dosttu. Biz bunlardık bir grup hayal kurabilen ve bunun için yaşayan, sevgi diyen, yurt diyen. SnowCrystal diyebilen.”
Hayallerde olsa da sevgiliye sarılabilmek, tüm yüksek duyguları kristale saklayabilmek, işte tam olarak yapmam gereken bu. Yapamazsam kristal kırılırsa en karanlık dehlizlerde kaybolurum biliyorum.
Ve SnowCrystal konuştuğunda:
“Kristalin beyazına yaklaştığımda sarı, turuncu, kırmızıyı hissedebildiğime göre orada bir yerdesin sevgili. Sakın korkma; için titresin, buz gibi duygularla dolsun, ama sakın korkma artık kristale kimse zarar veremez. Her şey bitti kararlar alındı. Seni koruyan duygular, en saf olanlar iken kristal güvende.” dediğinde Loyalty dünyadaki en değerli şeyinin bir kez daha farkına varacaktı. Kristal duygular.
Resim: angelusnoir.deviantart.com/art/Merlin-and-Nimue-41014496
-------------------------------------------------
Soğuk ve soğuk
Duygu denizleri, donarken gel
Her yeri kaplayan kar ve buz
Vücudumu kaplamadan gel
Bir şeyler yazabiliyorken buza
Elimde ne varsa donmadan gel
İşte yine esiyor fırtına
Kim bilir bu sefer götürecek her şeyi
Bir şeyler umarken gel
Şimdi fırtına, şimdi karanlık beyaz
Yalnız başıma olduğumdan olsa gerek
Elf rüyalarına daldığımdan olsa gerek
Bir şeyler saklarken fırtınadan
Her yer bembeyaz, inadına ayağa kalkıyorum
Hala buradayım, hala bekliyorum
Beyazın ortasında, buza yazarken adını
Bir şeyler kulağıma ismini söylerken
Seni görmem gerekmiyor artık
Anlıyorum, sen en güzel soğuk rüya
SnowCrystal diyebiliyorken, yaşıyorum
Bir şeyler en güzel melodilerle adını söylerken
İşte oradasın, buzdan gölde
Tanrılarla süzülüyorken bembeyazda
Soğuk ve soğuk, olması gerektiği gibi
Bir şeyler, sen olduğunu söylerken
Resim: www.deviantart.com/art/Feel-the-snow-280835803
“Beni tanıyor olmalısın.”
“SnowCrystal.”
“Evet, sayın şövalye?”
Mavinin binlerce tonundaki her şeyin içinde bile daha bir farklı… O göz bebekleri parıldayan kristallerden en ışıltılı olanı iken… Teninde kar tanelerinin kristalleri erimez iken… Kar yağarken dağlara… Geldin işte SnowCrystal.
Dilim tutulmasa bile, bunun nasıl anlatılacağını kelimelere dökmenin zorluğunda yanıtlayacaktım bu varlığı:
“Siz rüyada olduğumun kanıtısınız. Başka türlü olamaz.”
“Burayı biliyor musunuz şövalye… İsminiz?”
“Loyalty, buraya ilk defa…”
“Bu kristal şehir Şövalye Loyalty, o kristallere bakanlar, geçmiş ve gelecekte dolaşırlar ve gördükleri bazen şimdiki zamandır.”
“Ya şimdi? Siz?”
“Ben, sizin SnowCrystal dediğiniz.”
“Loooyaallty , Loyalty, Loyalty… Uyanın gökyüzüne bakmayı bırakın.”
O anda kendimi büyüye kaptırmış olduğumu anlayacaktım. Kristal şehirlerinin büyüsünden söz etmişlerdi ama bunu beklemiyordum. SnowCrystal, gökyüzünde bir kere daha buluşur muyuz demeliydim ve yanımda toplanan onca kişiye rağmen bunu yüksek sesle söyleyecektim:
“Gökyüzünde bir kere daha buluşur muyuz?”
Sadece benim duyabileceğim şekilde:
“Beni tanıyor olmalısın.”
Ve sadece onun duyabileceği kelime:
“SnowCrystal.”
Resim: sariei.deviantart.com/art/The-Knight-346262498 by sariei.deviantart.com/
Ve ağladı
“Daha fazla ağlamayın, unutun.”
Kim geldiyse kapısına bunları söylemişti. Dostları artık yanında değildi. Hepsi kuru yapraklar gibi oradan oraya dünyaya karışmıştı. İşte gelenler hep aynı ağızla söyler olmuştu. Oysa o… O ve sevdiği her şey şimdi yapayalnız, dünyanın dışında bir şatoda zamanın oyununu oynuyorlardı.
Yanına yaklaşanı fark ettiğinde eli ile işaret edecekti. “Ama Lady Guinevere…”
“Bir yerlerde olmalısın.” diye düşündüğünü herkes tahmin edemezdi. Ölüm haberi yıllar önce gelmişti Lancelot’un. Oysa o biliyordu… O biliyordu gökyüzündeki her bulut biliyordu.
İşte tüm gökyüzü onun hizmetinde gibi ağlarken biliyordu Guinevere. Yalnız buluşmanın imkânı yoktu ve bu sonsuz bir ayrılık, sonsuz bir hançer… O günden beri krallığı kaybedişlerinden beri hançer olduğu yerdeydi.
“İşte yine geliyor.”
“Lady Guinevere akşam oluyor, yemeğinizi…”
“Bu güzelliği kaçıramam, güneşin batışını, şimdi yalnız kalmalıyım…”
Ve yine gökyüzü… Kırmızı, sarı ve turuncu bulutların arasında… Güneşin veda cümleleri ile ağlayan, kamelyadaki bin bir rengin içindeki asil varlık…
Güneş’in bile ağladığına yemin edebilirdi ona yaklaşanlar, onun yakınında birkaç dakika geçirenler, Lancelot’un yaşadığını düşündüğünü, bu gözyaşlarında görebiliyorlardı. Oysa şövalye yıllar önce yitip gitmiş olmalıydı. Nasıl bir sevgi, onun yaşadığına inandırıyordu, bu dünyanın güzelliğine.
Ve ağladı Guinevere yitip giden her gözyaşı bulutlara karışıp, uzaklardaki şövalyeye kristaller olarak yağsın, gecesini, gündüzünü aydınlatsın diye... Sevgisini taşıdığını haykırsın diye. Ve ağladı Guinevere Arthur’un sonsuzluğa uğurlandığı gündeki gibi ağladı. Ve ağladı bahçesinde dünyanın gördüğü en büyük hüzün ile. Müziğin bilmediği, sadece bazen yaklaştığı, tüm notalar ile.
Resim: mynti.deviantart.com/art/Merlin-s-Time-Device-107585602 by mynti.deviantart.com/
Lanetli günde planlar
“Bu kaçıncı baş belası?”
“Sayıyor muydunuz sayın şövalye?”
“Elbette hepsini bana bırakacaksanız o başka!”
Son cümle ile Mordred’ın hizmetindeki okçu, gerdiği yayından ölümcül bir atış daha yapacaktı. Okun gittiği tarafa baktıklarında, diğer okçuların da benzerini yaptığını göreceklerdi. Mordred kılıcı ile işaret ederek:
“Evet, böylesi daha iyi… Biraz işe yarayın.”
Sırtını son kalanlara dönerken etrafındaki diğer şövalyelerin, son darbesine katılmayacaktı. Kuzeyliler ile sıradan bir çatışma gibi görünse de o lanetli bir gündü. Camelot Krallığı’nın yaşadığı iç savaşın kaderini belirleyen meydan çarpışması, Splendor’un bizzat katıldığı bir sona kavuşurken, Kuzey Krallığı IcedWinters’ın tüm gücünü kullanmaması dikkat çekiciydi. Mordred’ın savunduğu Kuzey sınırı boyunca göstermelik saldırılardan başka bir şey yoktu.
Mordred çadırına doğru ilerlerken öfke ile: “Bunlar çok akıllı, savaşta kayıplarımızın az olacağını öğrenmişler ve Doğu sınırlarını da düşünüyorlar.”
“Elbette.” diyerek çadırın önünde onu karşılayan, simsiyah parıldayan gözlerini Mordered’ı süzmek için kullanan zırhları içindeki bir kadındı.
“Ne demek istiyorsun Morga..”
“Şşştt, adım sadece sende gizli kalacak.” derken kadın kimsenin duymadığında emin olmak ister gibi etrafa bakınacaktı.
“Elbette BlackRose. Ancak az önceki elbettenin anlamını bana açıklayacaksın.”
“İçeri girelim sayın şövalyem.”
Lanetli bir gündü, binlerce can aldı. Lanetli bir gündü, planları olanlar vardı. Bir gündü ki lanetli krallıklarını yaşatan her ne ise, yaşamaya kararlıydı. Ve kimse olması gereken yerde değil iken, lanet hep oradaydı.
“Şövalyem sanırım açıkladım.”
“Evet, lady BlackRose.”
“Şimdi, Splendor için ne yapabiliriz? Düşünüyorsunuz öyle değil mi?”
“Yaşamak istediğim sürece leydim.”
“Buna güvenebilirim.”
Planları olanlar vardı, günü gelenlerin. Yağmur başladığında, ağlayanları duyulmayacaktı. Ve planları olanlar vardı, günü gelenlerin. Yağmur başladığında, hiçbir şey duyulmayacaktı. Gözlerini kapattıklarında, planlarından geriye kalanlar oynanacaktı…
Resim: maiarcita.deviantart.com/art/Morgana-262305233 by maiarcita.deviantart.com/
------------------------------------------------------
Kar yağıyor
Kar yağıyor, kristal oluyor
Tüm bedeni sarıyor, tüm olanı
Sarıyor kırmızıyı, sarı ve turuncuyu
Kar yağıyor, kristal oluyor
SnowCrystal seni bekliyor,
Adını anman için yaşıyor
Seviyor kırmızı, sarı ve turuncuyu
Kar yağıyor, kristal oluyor
Tüm vücudun titrediğinde,
Biliyorsun adını anıyor,
Adını anmanı istiyor,
Kar yağıyor, kristal oluyor
Dört bir yanını dostlar
Ve belki düşmanlar sardığı
Zamanlarda, tüm vücudunu sarıyor
Kar yağıyor, kristal oluyor
Kal dediğin her saniyede,
Kayboluyor, kristal gözyaşı oluyor
Ve adını andığında
Kar yağıyor ve tekrar kristal oluyor.
“Loyalty, bugün çok dalgınsın.”
“Elbette sevgili silahtarım, bu şehir bana bir şeyi hatırlatıyor.”
“Harika bir yer, büyülü olduğunu söylüyorlar.”
“Kesinlikle öyle olmalı, yetenekli birinin büyüsü…”
Şehre ve dağlara kar yağıyordu. Büyüye büyü katıyordu. O sırada mavi kristallerden birine gözüm takılacaktı, tüm bu kristaller çeşitli çiçeklerin şeklindeydi. Mermer korumalarda, boy mesafesinde zaman zaman ışık saçarak, büyüsüne hazırlanıyor gibiydiler. Baktığım bu kristallerde tanıdık birisi olmaydı, büyünün sahibi biri.
Yanımdakine;
“Yakında kendini gösterecektir.”
Şimdi aklımdaki şiiri fısıldamamın vaktidir. O unutmuşum, buzdan kristaller gibi bu şiir de uçup gidecekti işte. Ve genç dostumuz bize katılıp şehirdeki şenlikten söz edecekti:
“Loyalty, bizim için söylüyorlar.”
“Biliyorum Parsifal sevgili dostum.”
“…”
“Kar yağıyor, kristal oluyor.”
“…”
Resim: kvlticon.deviantart.com/art/Winter-s-Reprise-252908829 by
kvlticon.deviantart.com/
--------------------------------------
Siyahın kırmızısı
Çatışmadan son haber geldiğinde akşam saatleriydi. Gece herhangi bir saldırı beklenmiyordu. Şimdi dünya kırmızısını geri alabilirdi. Sularında, karlarında, çimenlerinde ve metallerindekini kendine geri alabilirdi. Alabilirdi kendinin olanı, zamanından önce ve hep düşündüğü ya da hiç düşünmediği şekilde.
Siyahtı zırhı şövalyenin ve itinalı bir biçimde çıkartacaktı eldivenleri, yerleştirecekti çadırın görülmeyen dehlizlerine miğferini, armasının dalgalandığı rüzgâr sesleri Morgana’nın ninnisine karışırken, göğüs zırhı gereken muameleyi görecekti, zeminde bacak kısmından ayaklarındaki metale süzülen tüm kırmızı dünyanın geri aldığıydı. Geri aldığıydı, gündüz katlettiklerinden aldığını kara şövalyenin.
“Mordred, sendeki asil duygular Splendor’da asla olamaz.”
“Ne demek istiyorsunuz BlackRose?”
“Basit, onu seçtiler, o basit adamı, şirin gözüken, şimdi ise gerçek yüzünü gördüler.”
“Benim iyilik timsali olduğumu ima edecek değilsiniz herhalde…”
Konuşma Mordred’ın hoşuna gitmeye başladığında artık gece idi. Özenle döşenmiş çadırın her köşesinde yağ lambaları siyahı aydınlatıyordu şimdi. Morgana ninni sonrası başladığı sözlerini tamamlayacaktı elbette:
“Yani, sen asil bir ruhsun, olmadığın biri değilsin ve herkes seni anladığında hizmetini verecek.”
Mordred bu kadar pohpohlanmaya alışık değildi, O anda sözü aldı: “Ben Arthur değilim BlackRose.”
Morgana gözlerinde lambaların yansıması simsiyah bakarak şövalyenin gözlerine: “Ve iyi ki de değilsin!”
Siyah olan zırhlardan toprağa karışacaktı kırmızı, Mordred sırt üstü uzanıp Arthur’u düşünürken, dünya kendine ait olanı alacaktı. Siyahın kırmızısı, usulca gecenin siyahında toprağına kavuşurken, ninniye devam edecekti Morgana…
Resim: ellaine.deviantart.com/art/The-Black-Knight-of-Nilfgaard-34885265 by
ellaine.deviantart.com/
-------------------------------------------------------
Klanlar
“Splendor’un gazabı nasıl olur?”
“Etrafı temizledi.”
“Ya biz, beyim?”
“Biz bin yıldan fazladır buralardayız. Ve şimdi dilimizi tutup…”
“…Tutup yaşamayı sürdüreceğiz.”
Şehrin üzerine çöken tüm suskunluğa katılanların konuşması... RedHeart klanı küçük ayaklanmada sonlara kadar savaşanların klanı diye anılıyordu. Adamlarının yarısı şimdi kargaların menüsündeydi. Geri kalanı teslim olduğunda etraflarında Splendor’un merhametinden başka sığınacakları bir şey kalmamıştı. Ve Splendor’un merhameti dillere destandı. Sizi öldürmezdi; adeta ruhunuzu çekip alabilmek için beklerdi.
Splendor meydandan ayrılmadan önce bir bakışta, geri çekilenlerin dışında savaşan bir şövalyeye hayranlığını ifade etmekten geri kalmayacaktı:
“Değerli, tanıdık, çok uzak arması seçilemiyor.”
“Majeste.”
“Birini gönderin, ışıktan kör olmuş şu şövalyeye gerçek dünyanın nasıl bir… Nasıl bir…”
“Majeste.”
Muhafız birliğinden üç şövalye, kalabalığın verdiği yol ile sözü edilenin yanına sürdüler atlarını. RedHeart klanının armasını taşıyanlardan biri daha katledildiğinde, şövalyenin yanına varmışlardı bile:
“Teslim olun şövalye, işte duymadınız mı tüm klanlar geri çekilme borularını çaldı.”
Yakınındaki tehditlere rağmen, şövalye miğferinin korumasını açarak:
“Yoluma çıkmayın.”
Üçlünün başındaki sırıtan bir ifade ile: “Kralı düşün, git ve korkak beyleri düşün.”
Etrafındaki kuşatmayı kaldırdılar. Benzerini tekrarlamaları için, kral diğer adamlarını da, çevresi sarılanlardan uzaklaştıracak emri verecekti:
“Kralım, hani kaçmayanlar onurlu bir şekilde…”
“Onurlular. Bunu sadece sizi denemek için söylemiştim.”
“Anlamıyorum.”
“Sevgili danışmanım, siz acımasız birisiniz.”
Bu sırada Splendor, armasını daha iyi görebilecekti şövalyenin: “Sir Gawain’i selamlasınlar.”
Orduların o bölgesinde hangi taraftan olurlarsa olsunlar, kim olursa olsun bir uğultu bir isim:
“Ooo Gawain”
“Selam olsun Gawaainnn!”
“Ooo Gawaaiin”
Yeşil Şövalye’nin gitmesine izin verdiler. Karmaşık duygularını bu savaş meydanında ifade edebilecek bundan iyi bir son olamazdı elbette. Ve Gawain, yeşil şövalyeye değer verdiler.
Klanlar vardı kralın etrafında toplanması gereken. Klanlar vardı binlerce yıl, biriktirip getirdiler. Krala sunmaları gereken ruhları vardı. Ve klanlar vardı, kralın kapısındaki beyleri ile.
Resim: rubyhawk.deviantart.com/art/Breadth-2-Sir-Gawain-53335373 by rubyhawk.deviantart.com/
---------------------------------------------------
BlackRose
“Beni daha fazla oyalama, ne dersin önce O gitsin, sonra hesaplaşırız.”
“Morgana açık sözlü olduğun için senin önerini yanıtlayacağım.”
“Bilmece istemem.”
“O kadar üşüyeceksiniz ki, Kuzey Güney’e karıştığında hasat için orada olacağız.”
“Demek reddediyorsun! Pis bunak.”
Dakikalarca ninni söyleyen Morgana aslında konuşuyordu. Başka bir boyutla, belki şimdiki zamanla ya da kim bilir, karşısındakini hangi zamanda bulabildiyse o zamanda. Mordred’ın bundan haberi bile yoktu. Sadece ninni duyulur iken, konuşulanın öneminden olsa gerek, sesi titreyecekti büyü ustasının.
“BlackRose?”
Zırhlarından kurtulan Mordred, sehpanın yanı başındaki sofanın yumuşak sarışına bırakmıştı kendini. Karanlıkta sırt üstü yatıyordu. Birden etrafın aydınlanması ise beklenen bir büyüden başka bir şey değildi. Morgana canı sıkıldıkça bunu yapıyordu. Antik Roma tarzında düzenlenmiş dekor ve mobilyaları, zaman zaman değiştiriliyordu. Ve bu işte de büyü kullandığı kesindi, Mordred bütün bundan bazen çekinse de belli etmemeye çalışıyordu. Genç adam sehpadaki bin bir çeşit meyveden atıştırırken, hizmetindeki kölelerin getirdiği şarabı yudumluyordu. Keyfi yerine gelmiş olacaktı ki tekrar sordu:
“BlackRose?”
“Önemli değil Mordred, sadece inatçı bir kâbustu ve şimdi ismini bile unuttum.”
“Gel, benimle birlikte biraz şaraptan tat, işte”
İçtiği kadehi ona uzatmıştı. Aslında kendinden iğrenip iğrenmediğini biliyordu ama artık bunu kesinleştirecekti. Gücü mü seviyordu, yoksa kendine sevgi ile koruyucusu olarak mı bağlıydı bilmeliydi. Morgana testi geçti.
“BlackRose?”
“Evet şövalye?”
“Sonu geldiğinde…”
“Sonunu getirdiğimizde, Splendor’un yüzünü görüp kahkahalara boğulacağız.”
Kadehi bırakmadan sırtını Mordred’a dönecekti. Sesleneceğini bilerek birkaç saniye bekledi.
“BlackRose?”
“Evet Mordred?”
“Zamanı durdurabilir misin?”
“Neden?”
“Kâbus görmemem için.”
Şimdi O’na dönerek: “Senin olanı alacağız.”
Resim: uriska.deviantart.com/art/Goddess-of-Wine-86848341 by uriska.deviantart.com/
----------------------------------------------
Arthur’un zamanı
O gün çalıştılar, topraktılar
Tüm siyahı işlediler,
Yeşil olanı görmek için
O gün çalıştılar, topraktılar
Toprak dediler, öykülerde
Büyüklere masallarda ve
Dünyayı kuranlar, O gün
O gün çalıştılar, topraktılar
İçtiği suya karıştı,
Belki biraz acıydı tadı,
Yoo, ondan tatlısı olamazdı
O gün çalıştılar, topraktılar
Şövalye, bilirdi renklerini,
Her hasatta onlarla içti,
Güldü, savaştı, tanırdı ve
O gün çalıştılar, bizdendiler.
“Loyalty, bugün çok dalgınsın.”
“Evet Parsifal, düşünüyordum da…”
“Geçmişle ilgili…”
“Evet Arthur hayattaydı ve bize bu şarkıyı okuyan bir ozan vardı.”
Parsifal festivalden yayılan şarkıya kulak kabartacaktı:
“Hasat zamanıydı.” diye devam edecektim. Şehrin geniş meydanlarından birine bakıp, yanan ateşe daldığımda. “Ve aynı şimdi yanan ateş gibi ateşler yakmışlardı, Arthur’u seviyorlardı.”
Parsifal, Arthur için tüm kalbi ile sevgi cümlelerini kurarken, şarkı bitmişti bile. Şövalyenin tüm dedikleri, geçmişten gelen bu şarkının sonunda dikkatimi ona çekmişti. Gerçekten adım gibi biliyordum, o tam bir dost idi. Gözlerim ile söylediklerim ise Parsifal sevgili dostum, hep konuş ve yaşamı güzel kıl.
İşte ateşin etrafında toplandık, tam bir yuvarlak oluşturduğumuzda hepimiz Arthur’un zamanındaydık. Onunla savaştık, onunla güldük ve şarkılarımızı söyledik. Artık bizle değil miydi? Parsifal’ın gözlerine baktınız mı? Onun zamanındaydık, Arthur’un.
Resim: andrekosslick.deviantart.com/art/the-End-of-King-Arthur-105529292 by andrekosslick.deviantart.com/
--------------------------------------------
Loyalty ve SnowCrystal
“SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye?”
Etrafıma bakınacaktım, görmeyi umut ederek... Ve buzdan kristallerde O’nu arayacaktım.
“SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye?”
Şehrin üstünden geçen şelale hala akıyordu. İçten içe sesini duyuruyordu. Ve aşağılara indiğimde göl donmuştu. Dans ediyorlardı buzda, buzdan dünyada hepsi adeta bir melekti.
Donmuş göle yavaşça sesleniyorum:
“SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye?”
Gördüğüm ve duyduğum hayallerin en güzeli o isimle dilimdeydi işte. Kimseye anlatmanın yolu yok iken dilimde o kelime:
“SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye?”
Gölün kenarında dolaşıyorum ve elimdekinin değerini biliyorum, sesleniyorum:
“SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye?”
Resim: tiorra.deviantart.com/art/The-English-Lady-The-Knight-66440015 by tiorra.deviantart.com/
------------------------------------------------
Yapabileceğim geceye, yıldızlara onun adını fısıldamaktı.
”SnowCrystal”
“Buradayım sayın şövalye”
Donmuş gölün kenarında buluştuğumuzda, etrafımızda onlarca göl perisi, sihir tozları saçarak şarkı söylüyordu.
“Sonunda buradalar bir arada, gölümüzün ışıltısında, gece yıldız ve kristal iken Loyalty ve SnowCrystal”
SnowCrystal perilere sevgi dolu bir gülümseme ile bakarak:
“Siz olmasaydınız…”
Periler tamamladı:
“… Biz olmasaydık Loyalty gerçekten üzgün olurdu.”
Ben ise ne diyeceğimi bilemeden, dilimden bir kelime dökülmesine fırsat bulamadan SnowCrystal’ın parmaklarını özenle kavrayıp usulca öpücük kondurdum.
“Siz burada, bu bir hayal olmalı?”
“Kim bilir sayın şövalye, hayat hayaller olmadan çekilir mi?”
Gülümseme ve ciddiyeti kaybetmeden yaslanabileceğimiz bir kaya buldum. Göğsümdeki nefesini hissedebiliyordum. Yıldızlar, periler, donmuş göl, kristal şehir, ve en önemlisi SnowCrystal her şey bir anda kaybolacak diye ölesiye korkuyordum. İzledik dünyayı. Ve kristal kar yağmaya başladı, periler oradan oraya uçmaya, ışık saçmaya devam ediyordu. Bir tanesi kırmızı saçı, sarıya çalan ışığı ve parlak turuncu gözleri ile çok yakınımıza kadar geldi ve sordu:
“Siz, gerçekten seviyor olmalısınız, neden ayrısınız?”
O anda SnowCrystal doğrulup yüzüme bakacaktı: “Loyalty, sence biz?”
“Rüya mı görüyoruz sevgili?” sözünü tamamladım. Peri ilgisini kaybetmişti bile uzaklaşırken sadece kıkırdamasını duyduk. SnowCrystal:
“Şimdi buradayım bunu hayal ettiğimi biliyorum, ama hepsini hissediyorum.”
“Ve bu benim için en güzel gece, hayal bile olsa.”
Şimdi, her şey bizim için şarkı söylerken, birbirimize sarılmış gecenin soğuk ışığında kaybolmuştuk, SnowCrystal ve Loyalty.
Resim: www.fanpop.com/clubs/fairies/images/10516835/title/winter-fairy-dragon-photo
----------------------------------------------------------
Gün kâbusu
Camelot’a geri dönüp, zaferlerini süslemenin zamanı geliyordu. Kuzeydeki en büyük şehirde birkaç hafta işleri kontrol etmek planları arasındaydı elbette. Farpost oldum olası Kuzey’e açılan bir kapı olarak görülmüştü ve sözünü ettiğimiz ikili Morgana ve Mordred’ın planlarında önemli yere sahipti. Bu bölgede krala karşı bir huzursuzluk vardı. Kuzeylilerin gelip her yeri yakıp yıkacağı konuşulup duruyordu. Ayrıca Mordred vaatler ile, kıskanılan Camelot’tan daha önemli bir yere geleceklerini söyleyip taraftar toplamayı bilmişti.
“BlackRose bugün ne yapmak istersiniz?” Mordred sabah kahvaltısında plansız olduğunu itiraf eder gibiydi. Morgana gözlerini sanki ruh okur gibi Mordred’ın gözlerine dikti ve:
“At binmek.”
“Mükemmel bir seçim.” Derken Mordered bir an gözlerini yana kaçıracaktı. Bu hareketi Morgan’ın gözünden kaçmayacaktı elbette. İçinden geçeni o anda ortaya çıkartamamanın rahatsızlığı ile konuşacaktı:
“Elbette daha iyi bir planınız yoksa.”
Mordered, atıştırmayı sürdürerek:
“Hmmm elbette yok bu harika Kuzey topraklarına bu kadar yakın iken kendimi Camelot’dakine göre daha güvende hissediyorum BlackRose.”
Bu sözleri her şeye rağmen Morgana’ya iyi gelmişti:
“Buna gülümseyebilirim.”
İkisi de siyah güçlü atlar seçmişlerdi. Karlı topraklarda bir grup asil ile gezintiye çıkmışlardı. Her şey yolunda gitse de Morgana’nın gözlerinde yine o buğu oluşacaktı. Kimse fark etmediği bir anda grubun gerisinde çalılık bir sığınakta o dakikaları geçirecekti.
“Seni bunak, sen asla kazanan tarafta olamazsın!”
“Morgana artık çok geç seni kendi tarafımda görmem için hiçbir sebep yeterli değil.”
“Konu Arthur öyle değil mi!”
“Hep oydu büyücü hep oydu”
Dakikalarca süren ikna çabalarının sonundaki konuşmalar ve:
“Ayağını denk al Morgana, kralın gittiğinde seni koruyan bir şey kalmayacak.”
“Splendor mu? Ona benim kralımmış gibi bir paye biçme Merlin. İlk fırsatta…”
“Evet, tabii bildiğin en iyi şeyi yapacaksın, ihanet. Ama Splendor zaten bunu hak etse de sen en büyük yılanlığı ona bırakmazsın öyle değil mi?”
“Yaşlı bunak bu dünyada işin bitiyor, gel bize katıl seni hayata döndürelim.”
“Söyledim Morgana gününü karartmak gibi olmasın ama Mordred’ın sonu yakın”
“Bir daha… Bir daha onun adını anarken dikkat et Merlin o kral olacak ve sen bu dünyanın nasıl bize ait olacağını göreceksin, her şeyi ile bize hizmet edecek bir Camelot, hakkımızı verecekler o Splendor’un bize ait olanı vermek zorunda olduğu bir dünya.”
“Üzgünüm Morgana, seni kâbuslara boğmak zorundayım.”
Ve bu son söz ile Morgana ardı ardına gördüğü kâbusa tekrar mahkûm olur. Kapkaranlık gecede ne bir yıldız var iken Kuzey topraklarında kaybolduğu kâbusu. Gün ışığını dahi hissedemediği dakikalar ancak Mordred ve yanındakiler onun yokluğunu hissettiği anda bozulacaktı. “Lady BlackRose neredesiniz?” seslerine yanıt verecekti. “Tam arkanızda.”
Onları pek sevmeyen şehir meclisi üyesinin kızı sessizce: “Tam bir gün kâbusu…” demekten geri duramayacaktı.
Resim: www.deviantart.com/print/34261564/
-----------------------------------------------
Çal ozan çal
Morgana, söz üstüne fazla gitmedi ama gözünü üstünden ayırmayacağı biri daha ortaya çıkmıştı, Fabia. İsmini aldığında şikayetleri de almaya başlayacaktı:
“İsmim Fabia, Lady Morgana ve burada olmamın tek sebebi babamın bitmek bilmeyen ısrarı.”
Morgana az önceki tartışmadan sonra bu çocuk ile uğraşmak istemiyordu ki fazla üstüne gitmedi: “Sizi yormuşuz, ne yapalım şimdi?”
Yanlarında müzik sağlayanlar önerilerini getirmekte gecikmedi:
“Hepimiz kılık değiştirmiş durumdayız, yakınlarda bir han biliyorum, biraz dinleme biraz eğlence…”
Mordred heyecan ile: “Harika fikir, biralarının tadını merak ediyorum doğrusu.”
Genç asillerden Fabia’nın arkadaşı biraz endişeli; “Ama ya bizi tanırlarsa?”
Fabia onu susturarak: “Şşştt Renee, görmüyor musun bu soğukta, kabus gibi yerde yapılacak başka bir şey yok. Peki, ozan neymiş bu hanın adı, bize söyler misin?”
Mandolinini tıngırdatarak söyleyecekti: “Lady ve lordlarıma layık müziği bulabileceğiniz yerin tabelasında şu yazar ‘Çal ozan çal’. “
Fabia kahkahasını tutamayarak: “Böylesini de ilk defa duydum, tekerleme olmalı.”
Mordred söze karışarak; “Harika karar verilmiştir günü orada tamamlayacağız.”
Renee itiraz edecekti ki, çoktan Mordred ozan ile öne atılmıştı bile: “Haydi bakalım iyi müzik ha!”
“Ve biranın sınırsızı lordum.”
“Şimdi keyifle atımı sürebilirim.”
Tüm grup peşlerine takılırken, Morgana, hala Merlin’i düşünüyor olmalıydı. Mordred hakkında söyledikleri gerçekleşirse ne yapardı. Anı yaşamakta şövalye kadar başarılı değildi ama atını sürmekten başka bir şey yapmayacaktı. Belki de bunlar Mordred’ın son mutlu günleri olabilirdi.
Şehir dışında anayoldan uzakta, ancak içeriden inanılmaz bir gürültü gelen kalabalık olduğu belli hana ulaştıklarında atları seyislere teslim ettiler. Hanın kapısındaki sembole şöyle bir bakan gruptakilerin merakı giderek artıyordu. Mandolini ile bir ozanı resmeden tabela hoş geldiniz der gibiydi.
Ve onlar girmeden birkaç saniye önce yeni şarkı başlamıştı bile, “Çal ozan çal” diyecekti herkes hep bir ağızdan, sanki bizim küçük grubu karşılar gibi.
Blackmore’s Night- Play Minstrel Play: www.youtube.com/watch?v=hDt7YhCYMas
Resim: www.deviantart.com/art/the-bard-140355500 by mangakasan.deviantart.com/
-------------------------------
Biraz geç
Tam üç uzun masayı alacak kadar geniş bir gruptu han’ın kapısından girenler. Elbette dikkat çekeceklerdi. Kılık değiştirmelerinin bir önemi var mıydı? Gençler hareketli iki masa oluşturacaktı. Yaşını almışlar diğer masayı.
Ozan, en güzel şarkılarını hep gece ile birlikte ardı ardına sıralardı. Kahramanlık şarkılarını elbette aşk takip ederdi.
Delain- Come Closer www.youtube.com/watch?v=GvvjECwJ5h8
Renee ve Fabia gecenin yıldızları olmalıydılar. Diğer masada ise elbette Mordred dikkati çekiyordu. Uzun yıllardır bu kadar mutlu olmamış bir hali vardı ve bu gerçekti.
“Haydi ama Mordred, hiç mi korkmadın?”
“Korku benim can yoldaşım, ama ona hiç iyi davranmam.”
Diğer masalara kadar yayılan kahkaha tufanı
“Hahaaha. Mordred, Mordred, Mordred...”
Ayağa kalkan adam daha önce görülmemiş bir yaratıktı, bu dünyaya böylesine bağlı, gölgesi bu kadar kuvvetli ama umudu tüm etrafındakileri kavrayan bir adam daha var mıydı ki! Birasını sonuna kadar kafasına d**en meydan okuyan bu adamı handaki herkes tezahürata boğacaktı.
Tüm bunlar olurken Renee durmadan konuşacak, Fabia’ya Mordred’ı övmekten başka bir şey yapmayacaktı. Kızıl saçlı, adeta bir savaşçı olan Fabia ise Mordred’a ilk defa böyle bakacaktı.
Ağzından kaçıracaktı:
“Mordred…”
Tüm diğer seslerin arasında onun sesini seçen ise şövalye olacaktı. Gülüp eğlenirken biralar tokuşturulurken Fabia’nın ona nasıl baktığını fark edecekti.
“Mordred…”
Fabia’nın, onun kendine baktığını bilmesine aldırmadan dudaklarını hareket ettirmesi… Biraz geç olabilir miydi aşk için. Biraz geç olabilir miydi bardakları boşaltmak için. Onca hayranı olan birinden bekleyebilir miydi sevgiyi?
Mordred ciddileşip Fabia’nın gözlerinin içine bakarak birasını gösterecek ve onu selamlayacaktı. Bir süredir zaten onu düşündüğü her halinden belliydi. Zaman donmuş, ağır çok ağır işliyor gibiydi. Renee’nin sözlerini duyduğunda Fabia, bir an kendine gelecekti:
“Ne dedin Fabia, aaa evet Mordred ne büyük bir şans değil mi, tüm krallıkta, bi…”
Gerisini dinlemeyecekti genç kadın, kadehini Mordred’a cevap verecek şekilde kaldıracaktı. Biraz geç, tüm dünya için geç, ve belki ikisi için de.
Resim: digital-art-gallery.com/oid/48/640x640_9423_Meleen_s_Silver_Tongue_2d_fantasy_tavern_legends_of_norrath_picture_image_digital_art.jpg
--------------------------------------------------------
Ölesiye korkuyorum
Nefes almak için birkaç dakikalığına hanın arka tarafındaki verandaya yönelecekti Fabia. Onun orada olmadığını ilk fark eden, herkesten çok içse de, henüz ayık olan az sayıdakilerden biri olan Mordred olacaktı elbette. Gözler bir an Renee’nin üstünde iken, Mordred da fırsat bulup Fabia’yı aramaya koyulacaktı.
Sessini tanımıştı, ahşap zarif sütunlardan birine dayanmış sırtı dönük şekilde okuyordu genç kadın. Onun durmaması için her şeyini verebileceğini kendine itiraf eden Mordred adımlarını yavaşlatacaktı. Tam ardındaydı şimdi, kan ve yaşam dolu yaratığın o muhteşem sesi. Kadının zarif boynuna dokunmamak için kendine sebep arıyordu ve buldu, Fabia’nın şarkısı.
Ölesiye korkuyorum
Yalnız biterse hayat
Kimse bilmezse karaladıklarımı
Kimse aldırmazsa
Ölesiye korkuyorum
Kimse sevmezse
Sevenler kaybolur giderse
Belki bir savaş
Ölesiye korkuyorum
Kalbimin çiçekleri solarsa
Solmayıp kopartılırsa
Ya bir daha açmazlarsa
Ölesiye korkuyorum
Şu şövalye
Gerçekten seviyorsa
Tek kelime edemiyorsa
Ölesiye korkuyorum
Kendim olmaktan herkesin yanında
Sevgiliye anlatamayacaksam
Bundan ölesiye korkuyorum
Mordred artık ne söyleyeceğini bilemiyordu. Böylesi değerli bir varlığı yaşamı boyunca görmemişti. Yine de cesaretini toplayıp:
“Ölesiye korkuyorum, bu dünyadan olup olmadığını sormaya.”
Resim: antarel.deviantart.com/art/One-With-the-Night-165477356 by antarel.deviantart.com/
--------------------------------------------------
Sözler
Fabia aniden irkilerek dönüp bakacaktı. Onu korkuttuğundan pişman olmayan şövalyenin hafif tebessümü bir an duraksamasına sebep olacaktı. Sonra,
“Siz?”
“Evet sizinleyim.”
Bu sefer biraz toparlanmış: “Demek beni dinliyordunuz.”
“Ve her şeyi biliyorum.”
“Ne biliyorsunuz ki, kimden bahsettiğim bile…”
Şövalye oradan ayrılmak için hazırlananın yolunu elini sütuna koyarak önleyecekti. Kolay pes etmeyecek olan Fabia diğer yöne yönelecekti ki bir adım yana kayan Mordred ona bir şeyler söylemesi gerektiğinin farkına varacaktı.
“Biliyorum böyle duymam daha güzel oldu aslında, sen bulunmaz bir mücevhersin Fabia, benden bahsettiğine eminim.”
Sonunda teslim olan genç kadın: “Sen isen ne olmuş, beni bir eğlence olarak görüyor olmayasın?”
Mordred bu sefer daha ciddi ama yumuşak bir ses tonunda: “Arayıp durduğum sen olmalısın Kuzey’in kızı. Sana elimi uzatıyorum, ne kadar mutlu olacağımızı düşün”
“Camelot’a gittiğinde her şey biter, unutuverirsin beni.”
“Şimdi anlıyorum az önceki halinden belliydi, kalbindeki kesinlikle benim. Nereye gidersem gideyim seninleyim, bu şarkı bizi birbirimize bağladı göremiyor musun ölesiye korkuyorum.”
Fabia daha fazla direnmeyecekti başını eğip:
“Bunu çocukça bulmayasın?”
Mordred parmaklarının ucu ile Fabia’nın çenesine dokunarak başını kaldırmasını sağladı. Ve gözleri birleştiğinde;
“Sen benim hayatımın anlamı olacaksın.”
Artık son şarkılar çalınıyordu, herkes uykuya çekiliyordu.
Texas- So in love with you: www.youtube.com/watch?v=Wi6NBS65Lg0
Ve Mordred ile Fabia geceye yıldızlara bakarak devam ettiler. Her renkte yıldız vardı. Ve:
“Seni seviyorum.”
“Seni seviyorum, sarıl bana.”
Gecenin renklerinde kaybolan iki sevgili, bundan daha güzel bir şey yaşamamış olmalıydı. Sözler verildi, sözler söylendi, gecenin renkleri vücutlarına işlendi ve onlar zamanın ötesine gidecek aşka ulaşanlardı.
Resim: antarel.deviantart.com/art/Entropy-Paradox-212767432 by antarel.deviantart.com/
------------------------------------------------
Kuzeyin Tanrıları
Nordina, uzun süredir savaş için Odin’e uygun zamanı soruyordu. Kuzey’in kraliçesi hiçbir şeyi şansa bırakmak istemiyordu.
“Odin, sana iyi hizmet etmedik mi? Bir işaret dahi vermeyecek misin?” buz kaplı, rahiplerin bile fazla uğramadığı sıradağların en yüksek tepelerinden birinde bin yıllık altarı ziyaret eden kraliçenin sözleri… Bu sözlere en taş kalpli tanrı bile cevap verirdi diye düşünürken, maiyetindekilerin, tanrının susmasının bir sebebi olduğu akıllardan geçmiyor değildi.
Soğuk merdivenlerden inip bir işaret bile alamamış olmanın hayal kırıklığındaki Nordina, kenarları kürk pelerinine sarılıp bunu gizlemek istiyordu. Herkes şüphe ile sebebin ne olduğunu sormak istiyordu. Ancak buna cesaret etmek kellelerinin kaybı anlamına gelirdi ki, bir tek kelime duyulmadı.
“Elbette, Odin yarın cevap verecektir” demekten ileri gitmedi Nordina. Hava kararmak üzereydi. Hemen altarın yakınındaki rahiplerin seneler önce terk ettikleri yıkık tapınakta gece hazırlıkları yapılacaktı. Hala kutsal olduğu düşünülen bu yerde herkes şüphe içinde olmaktan nefret ediyordu. Ateşler yakıldı. En büyüğünün alevleri insan boyuna ulaşıyordu. Kraliçe diğerlerinin bakışlarını görmüştü elbette. Bu kadar güçlü olmalarına rağmen hala tereddüt yaşamalarının sebebi tanrılardı. Tanrılardan bir işaret gelmeden Camelot’a saldıramazlardı.
Lavia, geçmişte Odin rahibelerinden olup, şimdi kraliçenin hizmetine girmiş, otuzlu yaşlarında, en yakın danışmanıydı. Elbette bu durumda konuşacak kişi o olmalıydı. Kraliçenin sadece onun duyabileceği şekilde ki bu herkesin aklındaki şüphe idi, düşüncelerini konuşabilecek cesaret gösterebilen kişi olacaktı.
“Kraliçem, Odin’i gücendirenlerin başına gelenleri biliyoruz. Elbette benim başıma da gelecekler olacak, o günü bekleyip durmaktan yoruldum.”
Nordina ileri geri yürümeyi durdurup hışımla ilk konuşan kişiye saldırmak istediğini belli edecekti:
“Sen, sebep sen olmayasın. Sen Lavia Odin’i çok sevseydin şimdi bir rahibe olurdun.”
Kadının sarındığı pelerinin yakasına yapışmıştı ki Lavia soluklanıp cevaplayacaktı:
“Bunu anlamanın bir yolu var, dinleyin.”
Nordina gözlerini sonuna kadar açmış neredeyse danışmanını boğacak bir halde iken, sözler etkili olmayacak gibiydi. Lavia sesi titreyerek:
“Dinleyin majeste.”
Genç kraliçe ellerini kadından çekerken, onu biraz daha sarsmayı ihmal etmekten geri kalmayacaktı. Sarsılan Lavia, çılgınca bir kahkaha atarak:
“Buna inanamıyorum, bizimle konuşacak…”
“Ne geveliyorsun sen, neyi dinleyelim?”
Birden alevlerde kuzeyden gelen rüzgârın başta zayıf ve sonra alevleri savuran dokunuşu hissedilecekti. Ve kadın haklı çıkmıştı. Herkes bir köşeye sinmişti, sadece Nordina ve Lavia oldukları yerde kalacaklardı. Yüksek sesle:
“Bu O olmalı kraliçem.”
“Kim lanet olası, kim?”
“Njord, rüzgarların tanrısı”
Ve birden rüzgârın uğultusu, anlamlı kelimelere dönüşecekti:
“Tanıtım için teşekkürler, seni hain. Evet, ben Njord!”
Şimdi kimse gözlerine inanamıyordu. Yanan dallardan bir kısmı ve alevlerden bir tanrının insan silueti karşılarındaydı. İki metreden uzun bu siluet konuşurken uğultular anlam kazansa da korkudan kimse tek kelime edemiyordu. Sadece kraliçe kendini toplayıp cevap verecekti.
“Yüce Njord, bize Odin’in rızasını haber verecek misin, bir hatamız mı var, şu kadınsa onu hemen size verebilirim.”
Bunları duyan Lavia zaten fazlasını beklemiyormuş gibi bu sefer dik durarak:
“Halkım için cezamı çekmeye hazırım yüce tanrı. Beni alın.”
Bu konuşma Njord’un kahkahaları ile kesilecekti elbette:
“İstediğimiz o değil, Kral Broak’ın buraya gelmesini istiyoruz. O zaman rıza mı felaket mi alacaksınız konuşuruz, kraliçe”
“Kral buraya asla gelmez.”
“O zaman asla bilemeyeceksiniz, gözleriniz kör savaşa girmeye hazır mısınız?”
Alevden vücut Nordina’nın bir adım yakınına kadar uçarak gelmiş ona doğru hafifçe eğilmişti, gözlerinin içine bakan alevlere yanıt verecekti kadın:
“Öyle olacak yüce tanrı.”
“Ben de öyle düşünmüştüm, Odin bekletilmekten hoşlanmaz söylemedi demeyin. HaHaHa”
Kahkahalar rüzgarların uğultusuna karışırken, en büyük ateş sönecek ve insan silueti hiç var olmamış gibi ortadan kaybolacaktı. Njord’un kahkahaları ise dakikalarca duyulmaya devam
edecekti.
Resim: lunarshore.deviantart.com/art/Dans-les-Forets-Eternelles-129735300 by lunarshore.deviantart.com/
--------------------------------------------------
PortsTown
Camelot olduğundan beri bu şehrin de var olduğu söylenir. Camelot’un denize açılan limanı dünyanın her yerinden insanlara kucak açardı. Tabii bu Arthur zamanı için daha geçerli idi. Spelendor başa geçtiğinden beri vergiler arttırılmış, kontrol altına alınamayan hastalıklar şehri yaşanmaz hale getirmişti.
“Be kara ölüm evlat. Artık buradan gitmeliyiz, yakında çıkışları kapatırlar.”
“Nereye gideceğiz, ben oldum olası…”
“Kuzeye vebanın yayılmasının zor olduğu topraklara gidiyoruz. Hazırlığını yap gece yoldayız.”
“Yoksa?”
“Evet, Forgotten Realms tek şansımız bu.”
On sekiz yaşına yeni girmiş oğlu ile, hayatı PortsTown ile Kuzeyin krallığı; IcedWinters arasında ticaret yapmakla geçmiş babası arasındaki konuşma sürüyordu:
“Baba, bunu ihanet olarak görebilirler, savaş kapıda belki en iyisi Camelot’a…”
“Camelot ha! Camelot’muş. Eski Camelot olsa bir an düşünmezdim, ama Spelendor’unki başka bir şehir artık. Fazla yük alma, atları hazırla, soru sorma.”
“Forgotten Realms Mordred’ın koruması altında buna ne dersin?”
“Vebadan uzak, Spelendor’dan merhametli daha ne isterim.”
“Ya asiler onların yanına gidebiliriz, bak benim fikrime göre kuzeyde FarPost’a yakın bir yerde olmalılar, hem vebadan da uzak.”
“Çılgın çocuk, hepsi oralarda telef olmuştur. Forgotten Realms’e gidiyoruz.”
Konuşma şehrin unuttuğu bir köşedeki, zaman zaman kullandıkları bir hanın ahırında geçiyordu. Çocuğun lakabı Rebellious’tu. Ve bu konuda da lakabına yaraşanı yapacaktı. Birkaç saat sonra ahırlardan bir atın ayrıldığını duyan babası anlayacaktı belki oğlunu son görüşü olacaktı bu. Peşinden gitmeli miydi?
“Hep çocuk, hep böyle... Bekle Forgotten Realms önce toparlamam gereken bir genç var.”
Rebellious aslında her şeyin farkındaydı. Bu bir intihar olabilirdi. Ama işte yolda idi. Erzak en önemlisi idi, ayrıca avlanmak için mızrağı ve arbeletini de almayı ihmal etmemişti. Macera, en sonunda onun istediği gibi bir yaşam… Kendi kendine tekrarlıyordu:
“Şövalye Loyalty hizmetinizdeyim, emredin yeter şövalyem… Ben Rebellious, şövalyem hizmetinizdeyim… Hep sizin hikâyenizi dinleyerek büyüdüm şövalyem, hizmetinizdeyim.”
Acaba hangisi iyi olurdu? Bildiği bir şey varsa lakabına uygun düşeni yaptığıydı.
Resim:http://dimarinski.deviantart.com/art/Port-J-360621638 by dimarinski.deviantart.com/
---------------------------------
Kuzey'in Çocukları
Njord’un taşıdığı rüzgâr şimdi daha etkiliydi. IcedWinters’ın genç kraliçesi Nordina, bu sefer etrafındakilerin yaşadığı dehşeti görmüş moral vermesi gerektiğini anlamıştı:
“Njord bize bir şans tanıdı. Bunu değerlendireceğim. Şimdi korkudan çok, cesaret, bizi onun gözünde değerli kılacaktır!”
Tam bunları söylerken bir kartalın kanatlarının çırpması duyulur gibi oldu. Ve bu karanlıkta aya doğru, Njord’un gittiği yöne doğru, uçan Kuzey’in kartalını gördüler. Nordina bir an duraksayanlara:
“Uç göklerin efendisi Odin’e bildir, kral burada olacak, tüm halkı ile. Uç çılgınlar gibi Kuzey’in çocukları gibi.”
Eagle Fly North: www.youtube.com/watch?v=elK5iRey ... 2B9B4FA287
Kartal kısa bir kavis çizerek dağların karlı tepeleri arasında ay ışığının içinde kaybolacaktı. Tüm bunlar iyiye mi kötüye mi yorumlanmalıydı. Kralın danışmanlarına kalsa her şey felaket olabilirdi. Ama kraliçe nasıl anlatacağına karar vermişti elbette.
IcedWinters, Doğu komşusundan çekinmese çoktan Camelot Krallığı ile hesaplaşırdı ancak Camelot’un Doğu’dakilere güvendiğini iyi bilen Kral Broak sürekli ayak diriyordu. Kraliçenin bu kadar hevesli olmasına da kimse, hemen hemen kimse anlam veremiyordu. Bir sır vardı ve bunu bilen çok az sayıda kişi.
Resim: jjgp.deviantart.com/art/Starry-Night-49093384 by jjgp.deviantart.com/
-----------------------------------------------
Guinevere’in şarkısı
Duvarların ardında bir yerde
Tüm dünyamı karartan o duvarların
İçinden, yıkarak geçeceğim engellerin
Ardındasın biliyorum
Belki yalnız başına hayatta
Belki kimsenin tanımadığı
Kapkaranlık gecenin sokaklarında
Camelot hayallerinde
Çok zaman geçti ki unuttum
Artık buranın adı Camelot bile değil
Unuttum Lancelot’suz Camelot’u
Ne kadar iyi olmuş
Camelot artık Camelot değil
Arthur’un ellerimizi birleştirdiği
Camelot artık Camelot değil
Lancelot’suz Camelot, Camelot değil
Artık bir haber beklemiyorum
Biliyorum yaşıyorsun
Biliyorum kalbin benim için atıyor
Bu şarkı senin Guinevere’inin
Şimdi tüm hainler etrafımı sarmış iken
Gözlerim beni yanıltsın isterken
Camelot’u kuralım
Eski güzelliği ile kalbimizin şehrinde
Guinevere ve Lancelot diye bizi anlatsınlar
Yaşamamın bir sebebi var elbette
Bizi anlatacaklar, artık uzaklardan dön diye
Şarkım sonsuzluk gibi hep seninle
Guinevere’in geceye söylediği şarkıyı, kaleme almayı görev edinen en yakın dostu bunu yaparken bir amaç da taşıyordu.
“Guinevere, bırak bunu göndereyim.”
“Ya O değilse, ya bu çocuk onu bulamazsa.”
“En azından denemiş olursun.”
“Peki, umudumun şarkısını ona yolla.”
Ve parşömene yazılı şarkı şimdi Rebellious’un ellerindeydi. Onları selamlayıp ayrılırken:
“Onu bulacağım ladylerim.”
Resim: www.deviantart.com/art/Lady-Guinevere-96206632 by bmjewell.deviantart.com/
------------------------------------------------------
Hala gece iken
Fabia çok kısa bir süre gözlerini kapattığında kâbus gibi bir şey görecekti. Bu şövalyeyi kaybettiğini, ona bir daha sarılamayacağını düşünmesine gerek yoktu. Kâbusları bu iş için hep orada olacaktı. Ve o anda gözlerini açtığında Mordred’ın nefesini hissedebilmenin mutluğu, güven duygusu anlatılamazdı.
Tüm dostları onu terk etse de bunun peşinden gidebilirdi. Onun kararı buydu, şövalyenin içinde güzel bir şeyler olmalıydı. Savaşın alamadığı, hep sakladığı ve sadece Fabia ile paylaştığı.
Her ne ise o kadar güçlüydü ki, herkesin dikkatini çekmesi uzun sürmezdi. Ama gece onlarındı, irkilerek uyandığında Mordred saçlarına dokunuyordu:
“Ne oldu sevgili, neler oldu şu birkaç dakikada, rüyalarında seni koruyabilir miyim?”
“Mordred, söz vermelisin, hiçbir savaş, hiçbir büyü, hiçbir güç bizi ayıramaz demelisin.”
Mordred şimdi parmaklarını yanaklarında dolaştırırken hafif bir tebessüm ile:
“Sen benim sevdiğimsin, benden en önemli parçamı alıp kalbine yerleştirdin. Tüm dostlarımdan alıp sakladığım sevgi kırıntıları artık senin kalbinde. Kalbini dinle güzel yaratık, sana söz veriyor mu?”
Fabia bir an elini göğsüne götürerek: “Tüm benliğimde hissediyorum.”
“Hala gece iken sarıl şimdi bana sevgimin sahibi.”
“Hala gece iken benim sevgi kırıntılarımı da senin kalbine gizlememe izin ver Mordred”
Ve iki sevgili birbirlerinin kollarında hala gece iken ellerinde ne kaldıysa birbirlerinin dünyasına katıp, sonsuzluk bağı ile bağlandılar.
Resim: tae402.deviantart.com/art/01-370622863?q=gallery%3Atae402&qo=0&_sid=68800a1f by tae402.deviantart.com/
Kristal Duygular
Hep umutsuz hep kayıplarda olmaya alışan kelimelerin harfleri, bu sefer fikir değiştirir misiniz? Bu sefer daha önce söylediklerime uymayan duyguların kelimelerini, oluşturmanız gerekiyor dersem kabul eder misiniz?
Elimden gelen bir şey yok, zafer kazanmamız için kendime çeki düzen vermeliyim, hata yapmamı isteyen birileri var. Kazandığım halde zarar vermek isteyenler olduğuna göre… Demek savaş bitmemiş demek zarar vermekten geri durmayacaklar.
Çocuk ne kadar büyük bir sorunla uğraştığını biliyor musun? Hayallerindeki sevgiliye sığınmalısın. Sığınılacak başka bir şey yok ki. Dostlar hep yanında olamaz ki. Saf duygularını yeniden keşfetmeli, kristali hayali sevgili olarak görebilmeli.
Hani ne diyordum: “SnowCrystal, sen gerçek olmalısın seni bulacağım ve rüyalarda, buz gibi gecelerde benim olan zamanın, benim olan her şeyin adı SnowCrystal… Seni aradığımı biliyor olmalısın, tüm rüyalarda, tüm hayallerde, kar tanelerinde, Kristal şehirlerde… Ve Parsifal… Duygularımı anladığı için gerçek bir dosttu. Biz bunlardık bir grup hayal kurabilen ve bunun için yaşayan, sevgi diyen, yurt diyen. SnowCrystal diyebilen.”
Hayallerde olsa da sevgiliye sarılabilmek, tüm yüksek duyguları kristale saklayabilmek, işte tam olarak yapmam gereken bu. Yapamazsam kristal kırılırsa en karanlık dehlizlerde kaybolurum biliyorum.
Ve SnowCrystal konuştuğunda:
“Kristalin beyazına yaklaştığımda sarı, turuncu, kırmızıyı hissedebildiğime göre orada bir yerdesin sevgili. Sakın korkma; için titresin, buz gibi duygularla dolsun, ama sakın korkma artık kristale kimse zarar veremez. Her şey bitti kararlar alındı. Seni koruyan duygular, en saf olanlar iken kristal güvende.” dediğinde Loyalty dünyadaki en değerli şeyinin bir kez daha farkına varacaktı. Kristal duygular.
Resim: angelusnoir.deviantart.com/art/Merlin-and-Nimue-41014496
-------------------------------------------------
Soğuk ve soğuk
Duygu denizleri, donarken gel
Her yeri kaplayan kar ve buz
Vücudumu kaplamadan gel
Bir şeyler yazabiliyorken buza
Elimde ne varsa donmadan gel
İşte yine esiyor fırtına
Kim bilir bu sefer götürecek her şeyi
Bir şeyler umarken gel
Şimdi fırtına, şimdi karanlık beyaz
Yalnız başıma olduğumdan olsa gerek
Elf rüyalarına daldığımdan olsa gerek
Bir şeyler saklarken fırtınadan
Her yer bembeyaz, inadına ayağa kalkıyorum
Hala buradayım, hala bekliyorum
Beyazın ortasında, buza yazarken adını
Bir şeyler kulağıma ismini söylerken
Seni görmem gerekmiyor artık
Anlıyorum, sen en güzel soğuk rüya
SnowCrystal diyebiliyorken, yaşıyorum
Bir şeyler en güzel melodilerle adını söylerken
İşte oradasın, buzdan gölde
Tanrılarla süzülüyorken bembeyazda
Soğuk ve soğuk, olması gerektiği gibi
Bir şeyler, sen olduğunu söylerken
Resim: www.deviantart.com/art/Feel-the-snow-280835803