20
Agar_en_Eol cadının kendisini merak ettiğini biliyordu. Olabildiğince hızlı adımlar ile hana doğru yol almaktaydı. İçinden bıdırdanmasa bari diye geçirmekteydi ama kendisi de boş ümitlere dayandığının farkındaydı. Sonunda hana ulaştı ve kapısından içeri süzüldü. Cadıyı salonda volta atarken buldu.
"En sonunda gelebildin. Öldüğünü düşünmeye başlamıştım."
“Üzgünüm. Ama daha seni sevindirmeye niyetim yok cadı" diye yanıtladı dark elf. "Evet ? Yeni bir şeyler var mı ?"
“Önce iyisini mi istersin yoksa kötüsünü mü? her ikisi de var çünkü"
“Hm. Demek ki bir şeyler kaçırdım gerçekten. Neler oldu ?"
"Öyleyse önce kötüsü. Sivriler niyetimizi fark ettiler galiba. Birkaç gün önce bir elf kızı yakaladım. Dark elf gibi davranıyordu ama rol yapmış da olabilir. Planlarımızın önemsiz bir bölümünü anlattım ve beynine bir iblis yerleştirdim. Ama iblise ulaşamıyorum. Sanırım o bir casustu ve beyninden iblisi çıkarttı."
"Dark Elf mi
!!!" Agar' ın çok şaşırdığı apaçık belli oluyordu yüzünden ve sesinden. "Adı ne imiş bu Dark Elf'in bakalım ? Sonra nasıl oldu da bula bula seni buldu ve planlarımıza katılmak isteyiverdi ? Iyi kokular gelmiyor burnuma dostum."
"Menelmacar. İsmi pek bir dark elfmiş gibi gelmedi bana ama, sen daha iyi bilirsin. O mezarı hatırlarsın o tepede büyülerden bir iki tanesini denerken karşılaştık. İlk karşılaşma pek dostça olmadı ama.
"Dostça olmadı demek." Agar endişelenmeye başlıyordu. Bu Dark Elf hikayesi pek de hoşuna gitmemişti.
"Bir daha ki goruşmenizde ben de orada olmak istiyorum cadi. Dostça yaklaşmayışı bir Dark Elf ozelliği ama bu günlerde artık kimse öyle yaklaşmıyor zaten. Bakalım, göreceğiz. Diğer haber ne ?"
Genç cadı muzipçe gülümsedi.
"Sana bir mücevherden bahsetmiştim, hatırladın mı? Onu nasıl ele geçireceğiz bir planın var mı?"
"Nerede olduğundan ve nasıil korunduğundan bahsedersen eğer bir planım olacak cadı." Agar düşünceliydi artık. Dark Elf kızı aklına takılmıştı. Bundan sonra cadının yanından ayrılmamaya karar verdi. Adımlarına ve karşılaştıkları herkese ve herşeye çok dikkat etmek zorundaydılar.
"Nerede olduğunu bana bırak. Bir de büyü kitabı buldum. Tahmin et ne konusunda?"
"Tahmin edeyim öyle mi? Yemek tarifleri mi ? Ork mutfağından spesiyaller falan ?"
Cadı kahkahalarla gülmeye başladı.
"Bir aktarma büyüleri kitabı. İki üç denemede o mücevherin bulunduğu yere ulaşabiliriz. Bu akşam almaya ne dersin?"
“Büyüler.. büyüler.. büyüler..Hoşlanmadığım şeyler ama işe de yarıyorlar kabul etmek gerek. Tamam gidip alalım şu mücevheri. Ama önce şu viraneye uğrayıp Galvorn eldivenlerimi almam gerek orada unutmuşum. Ha bu arada.. hancıdan ne haber ?"
"İçip içip sızıyor. Zavallı. Hayalle gerçek arasında gidip geliyor. Geçenlerde beni Numenor kraliçesi sandı. Gerçeği bir türlü kabul ettiremedim. ama deniz konusunda tam bir kurt. Nehirde de öyle."
"Onunla daha işimiz bitmedi. Faydalı olabilecek bir adam. Zıvanalıları da olmasa süper. Haydi, daha fazla oyalanmadan gidelim şu viraneye."
Genç cadı kollarını kaldırdı.
"Kolumu tut ve her hangi bir şey için hazır ol. nerede ortaya çıkacağımızı bilemem." Büyünün sözleri fısıldar gibi duyuluyordu. Odadaki iki şekil bir n parlar gibi oldu ve kayboldular. Artık Shire'daydılar
****
Birden bire ağzına dolan sular cadıyı şaşkına çevirmişti. Kalenin karşısındaki küçük göldeydiler. Kıyıya doğru kulaç atmaya başladı.
"Agaaaaaaaaaaar"
"Kapa çeneni! Boğulmadan çık sudan da geberteyim seni sakar cadı." Agar yüzmek yerine debelenip duran cadıyı kaptığı gibi kıyıya doğru sürüklemeye başladı. Aynı zamanda da durmadan söylenip duruyordu cadıya. "Beceriksiz, sarsak maymun. Daha neler gelecek başımıza bilmiyorum bu büyülerin ile."
"Öhööö öhö öhö" Ayakları yere değmişti. Biraz daha yürüyüp diz çöktü. Su burada dizlerine geliyordu. Bir iki adım daha attı. "Bağırma da çevrene bak. Burasını tanıyor musun?"
Agar da cadının hemen ilerisinde dizlerinin üzerine cökmüş, nefes almaya calışıyordu. Her yanından sular damlatarak sağına soluna bakındı.
"Ne bileyim ben ? En ufak bir fikrim bile yok. Ya sen, sen de mi bilmiyorsun nereye gönderdigini bizi ? Hadi suyu anladık, şanssızlık. Bu ne peki ?" Sırtüstü devirdi kendini Agar. "Bir iki dakika bekle de çevreye göz atarız."
"Bu büyü bizi mücevher'in yakınına getirecekti." Cadı çevreye baktı. Kuzeyde kale olduğu belli bir karaltı güneyde ise sönük ışıklar vardı. "Neredeyiz ve mücevher nerededir sence? Güneyde bir köy var, kuzeyde ise bir kale."
Başını kaldırdı ve keskin gözleri ile çevreye bakındı Dark Elf.
"Bilemiyorum, eğer soylediğin kadar özel bir mücevher ise kalededir herhalde"
"O zaman kılıcını çek. Aynı büyüyü yapmam lazım çünkü bu sefer bizi kalenin içine sokar. Ama bir muhafızla karşılaşabiliriz."
"Bir dakika dur." Agar ayağa kalkarak dikkatlice süzdü kaleyi. Irkının görme gücü ile incelemeye başladı. Bir kaç dakikanın sonunda cadıya döndü. "Hayır, yürüyerek gideceğiz. Kale kalabalık ve iyi korunuyor. Çok iyi. Eger büyü ile yakınına gitmeyi garanti edemiyorsan yürüyelim." Tüm bunları söylerken de eli içgüdüsel olarak kılıcının kabzasına gitmişti savaşçının.
Genç cadı limanda söylediği kelimeleri tekrar söyledi. Bu kez ayakları sert taş zemine değmişti. Ortalık kapkaranlıktı. Cadı fısıltıyla sordu.
"Agar ne görüyorsun?"
Dark Elf içgüdülerini seviyordu. çünkü cadının kendi bildiğini okuyacağından emindi. Söylendi fısıltı ile. Şanslıyız diye düşündü. Böylesine kalabalık bir kalede savaşçiların ortasına düşmemişlerdi. Karanlığı taradı gözleri.
"Silah odasındayız cadı. Kapı senin solunda biraz ileride. Raflara dikkat et. Çarpıp devirirsen tüm kale başımıza toplanır."
Cadı bir iki sözcük mırıldandı. Elinin ucunda soluk bir ışık belirmişti. Kapı zorlukla seçilebiliyordu ve yerle arasında kaln aralıktan ışık geliyordu. Kapıyı dinledi ve yavaşça açarken durdu.
"Agar kapının dışında bir muhafız var"
"Çekil kenara" Dark Elf başını kapıya yaslayarak dinledi kisa bir süre. Daha sonra yavaşça Angmorel'i kınından sıyırdı. Cadı daha ne oldugunu anlamadan Angmorel kapıyı yarıp geçmiş ve muhafızı delmişti.
"Artık muhafız yok." Bunları söylerken yüzü hiç değişmemişti Agar'ın. Karnının acıktığını söyler gibiydi ya da uyumaya gidiyorum der gibi. Hemen usulca kapıyı araladı ve cesedi içeri çekti. Kapı artık çevreyi rahatça gözetleyecek kadar açıktı. Koridor aydınlık ve boştu. Avluya bakan koridorlardan birindeydiler. Cadı parmağını gözlerinin üstünden geçirdi. Gözleri soluk bir renkle parlıyordu. Biraz yürüdü. Karşısındaki kapıyı gösterdi. Kapıda kütüphane yazıyordu.
“Gözlerini kapa cadı. Seyyar bir deniz feneri gibisin, koca bir orduyu kendine çekebilirsin rahatlıkla."
Cadının hemen yanıbaşına geldi ve kapıyı dinlemeye başladı. Duyduğu sesler içeride iki kişinin olduğunu söylüyordu. Aynı anda diğer yönden ayak sesleri duydu. Avlu tarafindan biri geliyordu. Yürürken şıngırdadığına göre zırhlıydı. Hemen cadıyı da kaparak silah odası kapısının geniş kemerinin golgesine çekildi.
"Fener dediğin şey büyü... Bize mücevheri yerini söylüyor. Mücevher kütüphanede. Ben gelenle ilgilenirim. Sen kütüphanedekileri hallet." Xiomberg avlu tarafına doğru fırladı. Gelen muhafızın "Sende kimsin?" sorusu ve bir yığılma sesi duyuldu. Cadı gülerek geldi. "Muhafız Mandos'ta sıra senin. Hadi Agar...
Koridor temiz. Kimse görünmüyor."
Agar artık daha fazla bekleyemeyeceklerini anlamıştı. Angmorel bir kez daha havalandı ve o anda bir omuz darbesi ile kütüphaneye daldı dark elf. İçeride bir kadin bir de erkek çalışma masasının başındaydılar ve silahsızdılar. Ne olduğunu anlamadan dehşet içinde donup kalmışlardı. Seslerini bile çıkartamadan Angmorel kanlarını içti. Xiomberg'de kütüphaneye girdi. Parlayan gözler rafların olduğu duvarları taradı ve bir duvarın önünde durdu.
"Burada gizli bir oda var. Mücevher orada. Kır kapıyı"
"Yol ver cadı." Masanın üzerinden oldukça çevik bir şekilde atlayarak cadının yanında bitiverdi Agar. Cadının bahsettiği bölmeyi saklayan rafları bir kılıç darbesi ile yerle bir etmişti. Ve bir kaç darbe daha bölmenin kapısına yetti. Bir çok kutu vardı.
"Bunlardan birinin içinde. Bütün kutuları açalım. Dumanlı kuvars benzeri bir taş bu." Xiomberg bir kutuyu açtı ve haykırdı. “ Burada Agar burada! Ben bir tane bekliyordum oysa en az on tane var! Al şunları çantana koy. Hemen. Hepsini."
***
Felagund avluyu çevreleyen koridorları seyretti. Birden silah odasının kapısının açık olması dikkatini çekti.
"Taco silahlığın kapısı açık gidip bir bakalım."
Taco manzaradan vazgeçti bir anda. Çünkü her iki kalede de aynı sert kural geçerli idi.. Asla muhafızsız ve açık kapı olamazdı silah odalarında.
"Hemen bakalım."
Kapının yakınında boş bir zırh vardı. Daha korkuncu zırhın neredeyse akkor halinde olması ve içinde pis kokulu bir yağın bulunmasıydı. O sırada kırılan tahtanın sesini duydular.
Arién akşam esintisiyle ürperdi. Gözleri gökyüzünü taradı. Saat epeyce ilerlemiş olmalı diye düşündü. Gene uyku tutmamıştı bu sıralar çoklukla olduğu gibi. “En iyisi biraz yürümek” dedi kendi kendine ve sessiz adımlarla kalenin koridorlarında ilerlemeye başladı. Koridordan sıradışı sesler geliyordu. Arién yükselen sesler üzerine koşmaya başladı. Kütüphanenin bulunduğu koridora geldiğinde İçeriye girmekte olan Lord Felagund'u ve kılıcını çekmiş onu izleyen Lord Tacoyu gördü. Namoruial soğukça parlıyordu gecede.
Agar artık zamanlarının kalmadığını biliyordu. Kapıya doğru dönerek savaş için pozisyonunu alarak beklemeye koyuldu.
"Haydi kadın. Ne yapacaksan kendi başına yap. Ben savaşa giriyorum."
FelagundFinrod dehşet içinde kapının önündeki dark elfi gördü.
"Demek muhafızın katili buymuş." Anglachel soluk mavi ışıklar saçarak kınından çıktı. "Kılıcını at Moriquendi. Yoksa biz cansız elinden alırız."
"Onları çantaya sen koy cadı, benim işim var." Agar kapıdaki üç kişiye odaklanmıştı. Ikisi ağır zırhlı ve silahli savaşçılardı. Diğeri kadındı ama savaşçı olduğu duruşundan belliydi. Angmorel ısınmaya ve ışıldamaya başlamıştı. Agar şaşkınlıkla kılıcına baktı ve anladı. Intikam alacaklarından birisi burada, karşısındaydı.
"Geliyorum Agar" Cadı Agar'ın karşısındaki iki elfin önünde gözleri kör edecek kadar parlak bir alev duvarı oluşturdu. "Agar çabuk kolumu tut. Buradan çıkmamız lazım:"
Taco hemen kralın yanında kapıyı tutmuştu. Birden kapıda alevler belirdi.
“Uslu durun minik hırsızlar.. Şansınız yok.."
Felagund Lady Arién'e döndü.
"Milady. Alevleri söndürebilir misiniz?" Elf kızının birden parlayan ışıktan gözleri kamaşmıştı. Ancak Lord Felagund'a başını olur anlamında sallayarak hemen ateşi söndürecek güç kelimelerini mırıldandı.
Agar_en_Eol saldırmaya hazırdı ama ikinci giren savaşçıdan birden inanılmaz bir ışık çıktı ve her yeri kapladı. Hem Taco’ nun kendi zırhından hem de cadının yarattığı ışıktan dolayı kimse kimseyi göremez olmuştu. Cadı Agar'ın koluna yapışmış ikinci odaya çekiyordu.
"Bırak savaşmayı da kolumu tut sersem. Kaçmamız lazım, savaşmamız değil." Xiomberg durumu anlamıştı. Agar'ın gözü dönmüştü. "Şimdi değil salak" diye söylendi. Bir büyü sözcüğüyle Agar'ın ensesine dokundu. Dark elf bayılmıştı. Çuval gibi yere yığıldı. O sırada kütüphanenin alev aldığını fark etti. Agar'a dokunmaya dikkat ederek aktarma büyüsünü yaptı.
"Milady. Hiç bir şey göremiyorum. Lütfen bir büyü yapın söndürün şu alevleri." FelagundFinrod
bu sırada odadaki dark elfin saldırmasını engellemek için kılıcını sallıyordu. Arién büyüsünü tamamladı alevler yükseldikleri gibi birden söndüler. Felagund hızla içeri daldı. İçeride bir ikisi yanmış kitaplardan başka bir şey yoktu. Gizli odanın kapısı ise kırılmıştı. Hemen oraya koştu.
"Carnimiereler! Lanet olasıcalar üç tanesini çalmışlar!"
"Neler oluyor Felagund ?" Taco şaşkınlığını gizleyememişti.
"Carnimiere'leri bulmuşlar ve üç tanesini çalmışlar. Kimbilir ne için kullanacaklar."
"Carnimiere'ler mi ??!!.. Olamaz.." aynı anda cesetleri gördü Taco. Nefretle kısıldı gözleri. "Leydim. Bir şeyler yapıp bulamaz mıyız izlerini ?"
Arién etrafındaki yıkıma üzüntüyle baktı. Hırsızlar çoktan kaçmış olmalıydı. Hızla basit bir tarama büyüsü mırıldandı. Yapılmış büyünün izleri hala havada asılı duruyordu. Bakışlarını Lordlara çevirdi.
“Üzgünüm gitmişler.”
"Kayıp kitaplar yetmezmiş gibi şimdi de Carnimiere. Ne yapmamız lazım dostlarım?” Felagund kendini çok kötü hissediyordu. "Evet Milady. Büyüleriniz onlara ulaşabilir mi? Gerekirse bir de palantirimiz var."
Arién düşünceli bakışlarla dostlarına baktı.
“İzlerini bulabilirim. Aktarma büyüleri çok güç isteyen büyülerdir. Ve cadımızın fazla gücü kaldığını sanmıyorum. Bu civarda olduklarına eminim askerleri devriye çıkartmamız en uygunu olur. Ben de büyünün izini sürebilirim. Belkide bizi onların bulunduğu yere yakın bir yere götürebilirim ancak dışarıda yandaşları varsa zor bir duruma düşebiliriz
"Bu size bağlı Mylady." Felagund'un yanındaki asker devriyelere haber vermek için koşarak gitmişti.
"Eğer yararlı olacaksa biz de yakınlarına gidebiliriz. Ya da burada kalıp yerin tam belli olmasını bekleyebiliriz. siz ne derseniz onu yapacağız."
“Dostum bir devriye birliği ile çıkmama izin verir misin? Hemen peşlerine düşersek belki şansımız olabilir." Taco silahsızken zalimce katledilmiş elflere üzüntüyle bakıyordu. Arién zor durum karşısında ne
diyeceğini bilemiyordu. Gözlerini kapatarak kadim bir büyüe konsantre oldu. Sanki bir parçası kendisinden uzaklaşıyor cadının büyüsünü izliyordu. Uzaklaştı... Uzaklaştı... Birden büyü tamamlandığında cadıya ulaşmıştı. Bitkin bir sesle
“Göl Lordum… Göl kıyısındalar.”
"Bizden iki saat uzaktalar. Zor bir gece oldu Mylady. Gidip yatalım. Bu arada süvariler gölün çevresini ve uzaklaşabilecekleri yolları tutarlar. Şu an için bu da yeterli." dedi FelagundFinrod. Taco dostuna bir bakış atarak hemen fırladı. Koşar adımlarla ana avluya doğru gidiyorken bir yandan da haykırıyordu
"Bana hemen bir at bulun ve at binin. Gidiyoruz!"
“Taco dur! Süvarilere ayakbağı oluruz. Onlar kitapları da buldular. Lady Arién'in söylediği doğru. Yine büyü yapıp kaçacak halleri de güçleri de yok.”
Arién hafifçe sendeledi. Yaptığı büyü çok eskiydi ve bedenle ruhu ayırmaya dayanırdı. Haftalardır zaten güçsüz düşmüş olan Elfin son gücünüde tüketmişti. Lord Felagund'un dediklerini rüyada gibi duydu. Etrafındaki herşey dönüyordu sanki. Bir an sonra herşey karanlığa gömülmüştü. Arien'in durumunu görünce Taco geri döndü. Felagund'a baktı kederli gözlerle
"Yakalayamayız değil mi?"
FelagunFinrod Kaleden ayrılan süvarileri gösterdi.
"Onlar izciler. Kırda yürüyen bir kedinin izini bile farkederler. Ortadünya'ya yayılmış kitapları buldular. Kaldı ki büyü gücü kalmamış bir cadıyla yorgun bir dark elfi haydi haydi bulurlar. Üstelik bizim palantirimiz de var. Yetişemeyiz dostum ama bizden kaçamazlar da."
Gelen hizmetliler kendinden geçmiş olan Lady Arién'i odasına çıkarmışlardı. Felagund göle bakan pencereye gitti. Carnimiereler oradaydı ve erişemiyordu. İçinde büyük bir huzursuzluk vardı. Taco’ nun da hiç keyfi kalmamıştı.
"Dostum. Ben aşağıdaki savunma ayarlamalarını yaparak yeşil ormana dönüyorum. Benzer bir olay olabilir belki. Güvenliği arttırmalıyım. Anlaşılan ortalıkta kitap ve mücevher hırsızları dolanıyor. Ve orman kütüphanesinde iştahlarını kabartacak çok şey var. Fazla oyalanma. Dinlenmeye ihtiyacin var.." dostunun omuzunu sıkıca kavradı Taco ve arkasini donerek uzaklasti. "Atlarından birini ödünç alıyorum dostum.."
***
Kara Elf sadece kendisinin bildiği bir tüneli kullanarak sessizce yüzeye çıkmıştı. Gümüşi gözleri yıldızların ışığını yakalıyor sanki hapsediyordu. Yüzeye gelmek onun için tehlikeliydi ama uçsuz bucaksız göğü izlemek için pek çok kereler yaptığı gibi bu gecede dışarıdaydı. Ancak bu seferin farklı bir amacı vardı.. Kitabını kaybetmiş büyücünün izini sürüyordu. İleride ışıkları ve kuzeyde'ki kaleyi görebiliyordu. Birden önündeki küçük gölcükte birileri sanki gökten düşmüş gibi belirerek çıpınmaya başlamıştı. Kara elfi tam yaklaşacağı sırada suda debelenen kişiyi çekip çıkaran birinin daha olduğunu fark ederek gecenin koyu örtüsü altına gizlendi. Uzaktan pek duyamasa da ikili bir mücevherden ve kaleden bahsediyorlardı. İşin ilginç tarafı diğeri bir başka kara elfti. Ne yazık ki karşısındaki ikili ortaya çıktıkları gibi bir anda ortadan tekrar kayboldular. Alisra zevkle gülümsedi.
“Demek şapşallar bile büyü yapabiliyor” Gecenin serin havasından derin bir nefes aldı. Bu ikisiyle de ilgilenilmeli diye düşündü. Ancak şimdilik karanlık evine dönmeliydi. Bir süre daha beklemesi gerektiğine dair bir hisse kapıldı. Ancak yakıcı gün ışığına da yakalanmak istemiyordu. “En azından şafağa kadar bekleyebilirim” diye düşündü. Serin ve temiz havanın kendisine sunduğu karmaşık duygular arasında bir süre daha gezindi. Taa ki iki karaltı tekrar gelene dek.
Gölün kıyısnda ortaya çıkmışlardı. Cadı gölden aldığı bir avuç suyu dark elfin yüzüne serpti. Agar sıçrayarak kendine geldi. Kılıcı halen elindeydi ve en yakınında olan rakibini tutup cekti. Yere firlatarak dizlerinin uzerinde dikildi ve ölümcül darbe için kılıcını havaya kaldırdı.
"Aarrrrrggghhhh.... Gebeerrr"
Cadı kalan son gücüyle Agar'ı uzağa fırlattı.
"Benim. Xiomberg. Kalede değiliz!"
“Neler oluyor ?? Ne oldu bana ? Kaleden nasıl çıktık? O Elfler nerede?" Agar kendine gelmişti sonunda.
Birden farkettiler. Sahilde yanlız değildiler. Zarif bir gölge onları izliyordu.
"Büyüyle çıktık." Xiomberg tedirgindi. Sahildeki gölgeyi gösterdi. "Dark elf galiba. Tanıyor musun onu?"
Agar cadının işaret ettiği yöne baktı. Gözlerini kısarak izliyordu gölgeyi.
"Hayır, ilk kez görüyorum." Kılıcını kınına yerleştirmeden seslendi gölgeye doğru. "Heeyyy.. Sen, oradaki. Yaklaş ve tanıt kendini."
Basit bir büyü ve gölge aydınlandı. Elfti ama derisi siyah saçları beyazdı.
"Kimsin sen?"
Alisra zalimce gülümsedi. Kendinden emin ve rahat adımlarla yanlarına doğru ilerliyordu. Beyaz dalgalı saçları hafif rüzgarda savrularak elfin ölümcül güzelliğini sanki dahada vurguluyordu. Yanlarına geldiğinde elinde tuttuğu bir mendili cilveli bir şekilde karşısındaki dark elf'e uzatarak alaycı bir şekilde kendini tanıttı “Zor bir gece ha? Ben Alisra”
Xiomberg kapşonunu çıkardı. Kızıl saçlar ve mavi gözleri belirgin biçimde ortaya çıkmıştı. Agar'a fısıldadı.
"Dikkatli ol. Tehlikeli biri. Benim de büyü gücüm tükendi."
Agar dikkatle süzüyordu karşısındaki elfi. Ne kılıcını bıraktı elinden ne de fazlaca yakınlaştı. Yüzü son derece gergin ve ciddiydi.
"Nesin, kimsin, nerdensin tanıt kendini. Ne işin var burada ?"
Alisra eğlenerek karşısındaki elf'e dahada yaklaştı. Keskin kılıcın ucunda zarif ellerini dolaştırarak "Alisra'yım dedim ya* diye tekrarladı. Gümüşi gözleri kara elfin soğuk gözlerinden ayrılmıyordu. Agar'ın tüm yaşadıklarından sonra hiç eğlenecek hali yoktu. Çevik bir hareketle kara derili yaratığı pelerininin yakasından yakalayarak yere yapıştırdı ve Angmorel'i gırtlağına dayadı. Dişlerini gıcırdatarak ve öfkeden tıslayan bir sesle sordu.
"Bana bak kadın, t-a-n-ı-t k-e-n-dini.."
Xiomberg elfin hareketlerini ağırlaştıracak bir büyü denedi. Gücü kalmamıştı. Sözlerin yarısında tükendi. Elini bıçağının yanına götürdü. Alisra'nın gözlerinde şimşekler çaktı. Ancak hiç tavrını bozmadı
“Adım Alisra, daha ne dememi bekliyorsun ki?”
Agar kendini sakinleştirdi. Kılıcını kadının gırtlağından çekti ve kalkmasına yardım etti. Kılıcını kınına soktu ve arkasına dönerken, "Peki Alisra, benim adım da Şafak Vakitleri Zıplayan Mavi Patates. Memnun oldum. Yolumdan çekil." diye tısladı. Cadıya donerek, "Hadi kadin, gidiyoruz."dedi.
"Bence gitmeyelim. Saklanacak bir yer lazım." Cadı kalenin çıkışını gösteriyordu. Süvari birlikleri hızla kaleden çıkmış ve gölün güneyine yönelmişlerdi. "Sence nereye gidiyor bunlar."
"Piknik yapmaya gidiyorlar cadı. Ya da belki saklambaç oynuyorlardır. Saklanmamız lazım. Hızlılar. Çok geçmeden burada olurlar." Acele ile etrafta dağılmış bir şey var mı diye kontrol etmeye başladı Agar. Keyfi iyice kaçmıştı artık. Hazırlanmaya vakit bulursa eğer tüm süvarileri teker teker halledebilirdi. Savaş için en uygun yer yakındaki koruluk gibi görünüyordu.
"Haydi Xiomberg, koruluğa gidiyoruz."
Alisra kalkmasını yardım eden elfi ilgiyle inceledi.
“İlginç, espri yeteneğide varmış” diye mırıldandı. Şapşal insan’ı ise görmezden geliyordu taki akıllıca laflar ettiğini duyana dek. Yüzüne yayılan alaycı bir gülümsemeyle
“Eee zıplayan mavi patates şimdi nereye gideceksin..? O askerler korulukta izinizi saatler geçmeden bulurlar.” diye kendinden emin bir şekilde konuştu kara elf. “Bense yıllardır bu topraklarda yürürüm ama kimse bilmez yerimi.” dedikten sonra gülerek yürümeye başladı.
"Bekle biraz. Bize dark elflerin bu ırkının yeraltında yaşadığını öğretmişlerdi. Belki de limanlara giden bir tünel biliyordur." dedi Xiomberg bir yandan da Agar’dan onay bekleyerek. “ Alisra. Bize yardım eder misin? Evet o askerler bizi arıyorlar. Çünkü kaleden iki mücevher çaldık. Belli ki önemli bir şey. Yardım edersen birini de sana hediye etmek isterim."
Agar_en_Eol hala gergindi. "Anlamadın cadı. Ben saklanacak değil, savaşacak iyi bir yer arıyorum. Orası da ilerideki koruluk. Ne idüğü belirsiz bir yaratık ile hiç bir yere gidecek değilim. Yaşamasının tek nedeni de yanlış bir hareket yapmamış olması. Yürü."
“Yazık halbuki iyi anlaşabileceğimizi düşünmüştüm.” dedi elf. Gözlerinde yaramaz pırıltılar vardı. “Arkadaşın belki yüzme bilmiyor ama kafasının senden daha iyi çalıştığı belli” diye ekledi.
"Yanlış düşünmüşsün esmer şey. Ayrıca dikkat et, küçük dilin koca ve uzun yaşamına mal olabilir cok yakında. Sana gelince cadı. Hadi yürü. Şu süvarileri haklayıp hızla uzaklaşalım buradan." Yanına yaklaşan cadıya bakarak kızgın bir sesle "Ayrıca çenen kopsun kadın. Attığımız her adımı her önüne gelene söylemek zorunda mısın ?" dedi Agar.
Xiomberg bilgece elini havaya kaldırdı.
"Bana bırak bu işi. Bunlar izci. Bizi ormanda bulurlar. Bu [siyah zeytin] tek şansımız." Cadı masum ve yalvaran bir ifadeyle Alisra'ya baktı. "Bize yardım edecek misin dark elf?"
Elfin gözleri bir an parladı.
“Yardım etmek mi?” kendisine masum rolü yapan kızıl saçlı cadının mavi gözlerine baktı. “Ne yani beni ne sanıyor bu? Masum kız numaralarını ancak yanındaki mavi patates yer.” diye düşündü.. Neşeli bir kahkaha attı. Bu iş gittikçe ilginç bir hal alıyordu..
Agar tam koruluğa dönmüşken kaleden daha uzak mesafede ama kendilerine doğru gelmekte olan başka ve daha büyük bir süvari birligini gördü keskin gözleri ile. Durum giderek zorlaşıyordu ve belki de en iyisi bu kara derili dark Elf'e güvenerek yardımını istemek olacaktı. Geri döndü.
"Yerini kimsenin bilmediğini mi söylemiştin ?"
Xiomberg ise karşısındakinin iyi bir büyücü olduğunu anlamıştı.
“Çok az zamanımız kaldı. Birazdan burada olurlar. Sen de bir dark elfsin onları sevmediğini biliyorum."
Torbadan kaleden aldığı mücevherlerden birini çıkarıp gösterdi. "Bunu istiyorlar. Büyülü bunlar. Bizi kurtarmana değmez mi?"
Alisra kısa bir an düşündü. Cadının vereceği mücevher değerli olmalıydı ki kaleden büyük güçlerle peşine düşmüşlerdi. Ayrıca kara elf savaşçıyla da daha hesaplaşacaklardı. Güzel yüzünde hafif bir tebessümle “Sizleri evimde ağırlamaktan şeref duyarım ancak yolu sizin öğrenmenize izin veremem bu yüzden büyümle götüreceğim ve bir şey daha, orası karanlıkaltıdır yani” sesi kısılarak tehlikeli bir hal aldı “benim kurallarımın uygulandığı topraklardır” dedikten sonra karşısındakilerin cevabını bekledi. Cadı gülümsedi ve elindeki mücevheri uzattı.
"Bu bizim içinde bir şereftir.Sizi istediğiniz her şekilde izleriz."
Agar kafası bozuk bir şekilde homurdandı.
“O kadar tehlikeyi göze alarak mücevheri al, sonra saklanacak yer uğruna yitir.” Homurdansa da çaresiz hanımları takip etti. Xiomberg Agar'a sert bir dirsek attı.
"Bu dark elf bize büyük bir kibarlık yapıyor sen ise homurdanıyorsun. Sessiz ol."
Alisra mücevheri aldı.
“Teşekkürler” diyerek başını eğdi. “Şimdi rahat olun.” dedikten sonra evine dönmesini sağlayacak aktarma büyüsünü yaptı ancak bu kez üç kişiydiler. Bir an sonra karanlıkaltının yumuşak örtüsü altında geniş bir salonda ortaya çıktılar. Oda ince bir zevkle döşenmişti. Yanyana iki kapıyı gösterdi.
“Bunlar odalarınız, umarım rahat edersiniz” dedikten sonra karşı taraftaki diğer kapıyı gösterdi. “Bu kalemin içlerine gider ancak odanızdan ayrılmanızı pek tavsiye etmem” Güldü ” yanlışlıkla öldürülmenizi istemiyorum da. Bu yüzden şimdilik rahatınıza bakın” diye ekledikten sonra odadan ayrıldı.