Post by CursedFeanor on Sept 25, 2005 19:27:40 GMT 3
Yeşil Orman, Kütüphane...
“Aynı kitap mı asil CursedFeanor?”
“Silmarillion. Bir zamanlar kitap değildi. Evet büyücü adayı genç dostum, aynı kitap. Daha önceden söylediğim gibi; hatırlamak için.”
“Ama neyi?”
“İşte burada yazıyor bak! Görmüyor musun?!”
Finwë ve Mıriel’in aşkı yüce ve sevinç doluymuş,çünkü Mutluluk Günleri’nde,Kutlu Diyar’da başlamış. Finwë Noldor Kralıydı. Mıriel dokuma ve iğne işlerindeki üstün becerisi sebebiyle Serindë diye çağrılan elf hanımı.
O zamanda Eldemar’da doğmuş,Tùna’nın üstündeki Tirion’da Kralın evinde,Finwë’nin en büyük ve en sevgili oğlu. Curufinwë’ymiş adı ama annesi ona Ateşin Ruhu,Fëanor demiş;ve o böyle hatırlanır Noldor’un hikâyelerinde.
“Evet bunlar doğru. Ama haddimi aşarak sormak istiyorum. Peki lanet?”
Elf beyi salonun karanlıklarına bakmaktadır artık. Yüzü korkutucu bir şekilde sertleşmiştir. Ve donuk gözlerin yerini kor gibi yanan alevler almıştır. Tam o sırada dışarıdan eski bir elf şarkısı duyulur. Cursed,Kitabı kapatır,genç elfe gülümser.
“Onun sırası gelecek, her şey düzelecek,şimdi gidiyorum,sonra devam ederiz.” Kulağında genç kızın şarkısı ile kadim salonu süsleyen sanat eserlerine bakarak oradan uzaklaşır.
Noldor tarihiden bir kısım ilk defa bu kadar canlı hale gelmiştir. Büyücü adayı, CursedFeanor’un hikayesini daha çok merak etmeye başlamıştır. Onun, pek çok işle meşgul olduğunu biliyordu. Beklemek çok can sıkıcı geliyordu. Hikayesini anlatacak birileri olmalı diye düşündü.
“Orta Dünya’nın yakın tarihi konusunda en üst düzey bilgeler bu kütüphanede olmalı,ustalarıma soracağım!” diye bağırdı. Tabii hemen sert bakışlara maruz kaldı.
İsteğini ustasına söyleyince şöyle bir yanıt aldı:
“Evet sana anlatacağım. Ama bildiğimin yanında merak ettiklerim de çok fazla. Belki ilerde dostlarından duyacaklarını sen kaydedersin. Anlaştık mı?”
“Anlaştık!”
Yakın tarih...
Mandos’un Salonları’na giden Noldor’dan pek çok kişi gibi Orta Dünya’ya geri geldi. Yaklaşık 1 sene önceydi. Bu sefer adının CursedFeanor olması Noldor’dan pek fazla kişiyi şaşırtmadı. Lanet biliniyordu,tüm acılarıyla. Cursed, ilk olarak Yeşil Orman’da kaldı. Burada huzur arıyordu. Halkının yanında yer alacaktı. Sınır Muhafızlarına katıldı. Sınırlarda geçirdiği, ormanda şarkılar dinlediği günler güzeldi. Shire adı ün kazanmaya başlamıştı. Tanımadığı ırktan bahsediliyordu. Hobbitler. Onların neşesi,iradesini öğrendi. Demir Dağlarda gördüğü ateşin başında cüce dostu ile sohbet etti. Bir gezgin hayatına başlamıştı. Noldor’un Laneti şimdilik uzak gibiydi. Ama Morgoth’un geri döndüğünü de hissediyordu. Ona karşı ettiği yeminleri unutmadı. Gene de elinden geldiğince kimseyi incitmemeye özen gösterdi. Pek çok ırktan dostu oldu. Kartal ve Çocuk Hanı,Bree’de Sıçrayan Midilli Hanı,Shire’da yapılan kahvaltı,geceleri soğuk havada athelaslı çay,lembas,çilekler,sınır koşuşturmacaları mutlu günler getirdi. Ama sadece mutlu günleri olmadı tabii. Gri Limanlar bu konuda iyi çalışıyordu. Yinede CursedFeanor Orta Dünya’da kalmak konusunda kararlıydı. Valar ile geçmişi belliydi. Ve hala dostları etrafındaydı. O yüzden devam etti,demircilik ve taş işleme konularındaki hünerini sundu. Ümidini yitirmemeleri konusunda aydınlık güçlere destek verdi. İçinde büyüyen intikam alevini kontrol etti ve sabırla dostlarının yanında yer almaya karar verdi. Laneti çözmenin yolunu bulabilecek miydi? (Dostum dediğim ve öyle bildiğim sizlere teşekkür ediyorum,güzel zaman geçirdik.)
“Umarım bulur” dedi büyücü adayı.
Tecrübeli büyücü karmakarışık rafların birinden öyküleri yazdığı kağıtları buldu ve şöyle dedi
“Al bunlar da birkaç kısa öykü,hüzünlü olanlar ve bizzat kendisinin bana verdikleri,yenilerini sen takip edeceksin. Hadi artık şimdilik bu kadar”
“Yolcu” nun peşinde...
Feanor,Silpion’un Yeşil ormana dönmeyeceğini anlamıştı. Onu bulmak için son bir denemeye karar verdi.Nerede olabilirdi .Shire diye düşündü. Bree’den geçişi korkunç bir hızda idi. Oradakilerin şaşkın bakışları içinde,hiç durmadan atını dört nala sürdü elfbeyi. Duramazdı,yoluna devam etmeliydi. Sonunda Shire’a vardı. Mutluluklar diyarına kederli bir gölge gibi girdi. Gözü kimseyi görmedi. Limanlara doğru ilerliyordu. Ama vaktinde varamayacağından korkuyordu,aslında bunu biliyordu ama kendine itiraf edemiyordu. Köyün batısındaki yeşil tepeciklerin üstünde yükselen terkedilmiş gözetleme kulesine yöneldi. Shire’dan onu tanıyanlar üzüntü ve endişeyle onu izliyordu. Feanor,tüm gücüyle eski kulenin basamaklardan çıktı,artık tükenmek üzereydi. Sonunda tepeye vardığında,geniş pencerelerin arasından orta dünyaya baktı. Denizi taramaya başlamıştı gözleri. Rüzgar gözlerine engel olmaya çalışıyor gibiydi. Ama sonunda acı olanı gördü liman bomboştu. Üzüntü her yanını sardı. Gözlerinden kabullenmenin yaşları döküldü. Sonra batmakta olan güneşe baktı,göz yaşlarını sildi. Kılıcını kaldırdı ve yeminini tekrar etti.”Morgoth bir gün bütün bunların hesabı sorulacak,Lanet kalkacak!”diye bağırdı .O günbatımında altın gibi parlayan zırhları içinde CursedFeanor’u izleyenler, Ateşin Ruhunu gördüklerini söylediler.
Düşünceler,duygular,şüpheler...
Günlerdir o terkedilmiş kulenin batısında,bir kayanın üstünde oturuyordu elfbeyi. Onu birisi görse heykel sanabilirdi. Donuk bakışlarla denizi izliyordu. Onun için zaman durmuş gibiydi. Düşünceleri o kadar yoğundu ki. Laneti nasıl yok edecekti. Cevap bulmak zorlaşıyordu. Sonunda hareketsiz bedeninde bir parıltı belirdi. Gözleri kor gibi yanmaya başladı. Vücudunu hissetti,artık bu düşünceler önemli değildi. Onu korku verici bir hale çeviren,içindeki ateşi canlandıran duygulardı. Ama bunlara yenik düşmeyecekti,planlarını yapabilmek ve düşüncelerine dönebilmek için ona Valinor’u hatırlatan Denizden uzaklara gitmeliydi. Ayağa kalktı. Ve sonra şüpheler....Ama nereye gidecekti. İlk aklına gelen Yeşil ormandı. Hayır oraya gitmeyecekti. Sınırdaki orklardan birini görürse kendine hakim olamaz ve Mordor’a kadar takip edebilirdi. Duygularını,dondurması için bir yer olmalıydı. Kızgınlık tüm bedenini kaplamıştı. Ateşin Ruhu bu sefer korkunç bir şekilde ortaya çıkmıştı. Dostlarına bile zarar verebileceğinden korkuyordu. Sonunda Dağlara çıkmaya karar verdi. Belki biraz huzur bulabilirdi. Denize sırtını döndü. Yola çıkıyorum,evet Dağlara!
CursedFeanor Shire’dan ayrılalı uzun zaman geçmişti...
Kuzeydeki ıssız topraklardan ilerledi. Yeşil ormana gitmeyecekti. Yoluna kimsenin çıkmamasının garip mutluluğunu yaşıyordu elfbeyi. Ancak yol uzadıkça içindeki kötülük de kuvvetleniyordu.
Gözleri alev alev parlıyor,atını çılgın gibi sürüyordu. Lanet etkisini gösteriyordu. Feanor içindeki savaşı kazanmak için elinden geleni yapıyordu. Kimseye zarar vermeden bunu yapabilmesi için Dağları seçmişti. Ve sonunda buzlu suların getirdiği serinliği hissetti. Güneş doğmak üzereydi, yoğun sis etrafını tam olarak görmesini önlüyordu,ve onu diğer yolculardan da gizliyordu. Ama elfbeyi, sık sık geldiği bu toprakları çok iyi tanıyordu. Hızını kesmedi,nehri geçti. Bir süre sonra güneş etkisini göstermeye başladı. Sis dağılmaya başlamıştı. Yolcu kıraç bir tepenin,zirvesine vardığında atının dizginlerini tüm gücüyle çekti. At korkunç bir hızla gittiğinden durmakta zorlandı. Başını yana çevirmiş ve şaha kalkarak dengesini sağlayabilmişti. İşte o anda yolcunun önündeki ince sis tabakası dağıldı. Buzdan dünya tüm ihtişamıyla karşısına çıkmıştı. Elfbeyi alevden gözleriyle Demir Dağların en yüksek zirveleri bile görebiliyordu. Kimbilir hangi dostları aramıştı onu bu dağlarda.
Kararlar,karanlık,şimşekler ve bir dizi dokunuş......
CursedFeanor,doğmakta olan yeni günde bir karar vermeliydi. Hangi yolu seçecekti. Etrafını kontrol etti. Hiçbir canlı görünmüyordu. Sakinleşti,şimdi daha rahat düşünebiliyordu. Elf, bu kısacık soluklanmadan sonra kararını verdi, tepeyi enlemesine kat eden patikayı takip etti. Böylece Demir Dağlara doğrudan giden yoldan ayrıldı. Gün ilerliyordu,patika giderek daralmaya başlamış,atını kontrol etmek zorlaşmıştı. En küçük hatası her şeyin sonu olabilirdi. Bunu bildiğinden gülmeye başladı. Ben ne yapıyorum,nereye gidiyorum,gittiğim Dağlar çare mi. Sorular beyninde uçuşmaya başlamıştı yine. Bu yolculuk artık bir işkence halini almaya başlamıştı. Biran önce bitmesini istiyordu. Hareketlendi,atını hızlandırdı hızlandırdı. Orta Dünya’da yapayalnız bir elf kahkahalarla gülüyor, bilinmeyene doğru delice ilerliyordu. Ama bu ilerleyiş uzun sürmeyecekti. Evet, beklenen oldu elfbeyi atının üstünde yüksek kayaların arasından bilinmeyene düştü.... Sonra karanlık. Uzun bir karanlık. Ve karanlıktan uyanış. Önüne eğdiği başını kaldırıp,bulanık gözlerle nerede olduğunu anlamak isteğiyle baktı. Meşalelerin aydınlattığı dar bir koridor,ilerliyordu. Hayır ilerletiliyordu. İki dark elf onu bir yere götürüyordu. Esirlerinin, kendine gelmekte olduğunu anlayan muhafızlar, huzursuzlandı. Ama o kahkahalarla güldü. “Gidelim,sizi öldürmeyeceğim” diyerek onlara güldü. Koridorun sonundakileri merak ediyordu,ilerlediler,kuvvetli kızıl bir ışık içeri sızmaya başladı . Sonunda ortasında dev bir ateşin yanmakta olduğu,yüksek sütunların desteklediği kadim bir salona vardılar. Muhafızlar bir iki saniye durduktan sonra yine yürümeye başladılar. Salonda yol aldıkça CursedFeanor,içinde garip bir hareketlenme hissetti. Tanıdık bir şey onu rahatsız etmeye başladı. Garip sesler duyuyordu, konuşmalar. Ama bu dili anlayamıyordu. Ateşi geçip salonun diğer yarısına vardıklarında gördüklerine inanamadı. Tüm Valar ve Maiar oradaydı. Sanki bir eğlencedeymiş gibi gruplar halinde konuşuyor,birbirleriyle ilgileniyorlardı. Sonra yeni gelenleri fark ettiler. Buz gibi bir sessizlik oldu. CursedFeanor şaşkındı. Tam konuşacakken, tanrılar ona gülmeye başladı. “Lanetlendin,lanetlendin” diye tekrarlayıp gülüyorlardı. O anda elfin ruhu öfke ile doldu. Artık hiçbir şey umurunda değildi. Onlara karşılık verecekti. “Biliyordum,bana düşmansınız” diye haykırdı. Ama bu onları hiç etkilemedi gülmeye devam ediyorlardı. Sanki sesi çıkmıyor,yada kimse onun dediklerini duymuyor gibiydi. Elf bağırmaya devam etti. Ama yarasızdı. Kendini bıraktı. Sonra doğruldu,muhafızların donuk yüzlerine bakıp “Götürün beni buradan,yoksa sizi öldüreceğim” diye emir verircesine kükredi. Muhafızlar salonun karanlıkta kalan bir köşesine baktılar. Sanki bir şey bekliyorlardı.”Size söylüyorum,hayır emrediyorum gidelim bu lanetli yerden! Nereye bakıyorsunuız ha!” diye üsteledi CursedFeanor. Sonra o da onların baktığı tarafa döndü. Kapkaranlıktı,salonun tüm yerlerinden karanlık. Elf, öfkesini bir yana bıraktı. Ruhunun içindeki ışığı aradı. Gözlerindeki alev bir parıltı gibi parladı. Karanlığın örtüsünü sıyırarak, ardındakini gördü. Bu, tahtında ihtişamla oturan Morgoth’tan başkası değildi. Esir,hemen dark elflerden birinin kılıcını kaptı. Ve saldırdı “Geliyorum Morgoth sıkı dur!”. Koştu koştu. Ama bir türlü salonun sonuna varamıyordu. Sonra iğrenç kahkahalar kulaklarını sağır edercesine yükseldi. Elf direndi,lakin gücü tükendi. Kılıcını bıraktı,yere yığıldı. Kendini kaybetmeden önce şunları söyledi “ahh Valar neden?”... ve sonra birden şimşekler... CursedFeanor,birden uyandı. Ayaktaydı,sapasağlam sanki hiç düşmemiş gibi. Kirli bir hava vardı,şimşekler kulağını tırmalıyordu. “Neler oluyor burada” diye bağırdı. Kafası karışmış,ne yapacağını,ne diyeceğini şaşırmıştı. Sonra çamurlar içinde yürümeye başladı. Yüksek bir kayanın üstünde duran birisinden cevap geldi .Sesi çok ciddiydi “Lanetlendin,lanetlendin”.Bu kişi Mandos’tu. Bataklığı andıran bu yerde ilerlemekte zorlanan elf”Doğru dürüst konuşmayacaksan git başımdan” diye söylendi. Yoluna devam etti,yorgun düştü..... ve yumuşak bir dizi dokunuş ..... Bedeninde bir dizi dokunuş hissetti,uyku ile uyanıklık arasında bir yerdeydi. Uyandı. Bu gerçek bir uyanıştı. Öncekiler birer kabus olmalıydı. Yerde sırtüstü yatıyordu. Güneşin parıltısı her yeri aydınlatmıştı,ve rüzgar vardı. Peki ya dokunuş,evet o altında yattığı kiraz ağacından dökülen bahar çiçekleriydi. Atından düştükten çok uzun bir zaman sonra uyanmıştı. Bahar gelmişti.....
Finarfin Hanedanı Yüzüğü
Cursed,hançerin çıkarttığı ses ile irkildi. Lanet bir yara gibi acı veriyordu. Finarfin hanedanı yüzüğünü tanıdı.Duvardan onu aldı.Elinde acıyı tutuyordu.Alevler tüm vücudunu tutuşturabilirdi. Elf beyi kendini fletin dış kısmına attı. attı.Yağmur yağmaya devam ediyordu. O karanlık gecede dev ağacın tepesinde bir savaşçı,bir lider Ateşin Ruhu tüm ormanı sarsacak şekilde haykırdı "Morgoth bir gün bütün bunların hesabı sorulacak,Lanet kalkacak!”
neden sonra elindeki acı yok oldu. Kendine gelmişti. Belki Ulmo'nun bereketi ona iyi gelmişti. İçeriye doğru yöneldi. Ama yine de o kendi kendine konuşmaya devam etti.
"Noldor'un güzel günleri de gelecek elbet,ama yemin unutulmayacak ne pahasına olursa olsun"
Gücü tükenmişti,yarı baygın bir şekilde fletin tahtalarına yığıldı.
Cursed uyandığında aynı fletteydi. Ne zamandır burdaydı,yine geceydi.Aynı gece olamaz diye düşündü.Yerden kalkmak için yanı başında duran sandalyeye uzandı.Elini açtığında bir yüzük, tahta zemine düştü. Yüzük gözlerinin birkaç santimetre önünde dönerek durdu. Üstünde Finarfin'in arması vardı. Elf,Onu hatırladı. Gülümsedi. Acıyla yüzleşmesi onu daha güçlü kılmıştı. Yüzüğe elini uzattı. Parmaklarının ucuyla onu yerden aldı. Yüzük bu kez acı vermiyordu. Elf,kendini zorlayarak ayağa kalktı.Gözünü yüzükten ayıramıyordu. Ne kadar parlak,ne kadar özenle işlenmişti.Tam Noldor'a yakışır bir işçilikti. Ama bunların ötesinde manevi değeri büyüktü.Ona ayrı kaldığı Noldor'u,Valinor'dan gelişinde yaşanan felaketleri hatırlatmıştı bu yüzük. Onu avcunun içinde sıkıca tuttu. Fletin açık kısmına çıktı yine. Dirseklerini pervaza dayayarak,elini tekrar açtı.Yüzüğü ne yapmalıydı. Bu yüzük sanki ona güç veriyor gibiydi.Onu takmayı düşündü. Ama yanılmaktan korkuyordu,belki de sonunu getirecek bir tuzağa çekiliyordu. Belki inanılmaz acılar içinde kalacak ve Orta Dünya'ya veda edecekti.Etrafına bakındı bir süre.Yine de kararsızlığı bir yana bırakarak onu parmağına aniden takıverdi. Korku bitmişti. Finarfin'in yüzüğü Noldor'un birleşmesinin bir simgesi olarak Feanor'un elindeydi artık. Acılarıyla yüzleşmenin bir adımını daha atmıştı... ve o yüzük, CursedFeanor'a Orta Dünya'da kimseye veremeyeceği gücünü vermişti.
“Aynı kitap mı asil CursedFeanor?”
“Silmarillion. Bir zamanlar kitap değildi. Evet büyücü adayı genç dostum, aynı kitap. Daha önceden söylediğim gibi; hatırlamak için.”
“Ama neyi?”
“İşte burada yazıyor bak! Görmüyor musun?!”
Finwë ve Mıriel’in aşkı yüce ve sevinç doluymuş,çünkü Mutluluk Günleri’nde,Kutlu Diyar’da başlamış. Finwë Noldor Kralıydı. Mıriel dokuma ve iğne işlerindeki üstün becerisi sebebiyle Serindë diye çağrılan elf hanımı.
O zamanda Eldemar’da doğmuş,Tùna’nın üstündeki Tirion’da Kralın evinde,Finwë’nin en büyük ve en sevgili oğlu. Curufinwë’ymiş adı ama annesi ona Ateşin Ruhu,Fëanor demiş;ve o böyle hatırlanır Noldor’un hikâyelerinde.
“Evet bunlar doğru. Ama haddimi aşarak sormak istiyorum. Peki lanet?”
Elf beyi salonun karanlıklarına bakmaktadır artık. Yüzü korkutucu bir şekilde sertleşmiştir. Ve donuk gözlerin yerini kor gibi yanan alevler almıştır. Tam o sırada dışarıdan eski bir elf şarkısı duyulur. Cursed,Kitabı kapatır,genç elfe gülümser.
“Onun sırası gelecek, her şey düzelecek,şimdi gidiyorum,sonra devam ederiz.” Kulağında genç kızın şarkısı ile kadim salonu süsleyen sanat eserlerine bakarak oradan uzaklaşır.
Noldor tarihiden bir kısım ilk defa bu kadar canlı hale gelmiştir. Büyücü adayı, CursedFeanor’un hikayesini daha çok merak etmeye başlamıştır. Onun, pek çok işle meşgul olduğunu biliyordu. Beklemek çok can sıkıcı geliyordu. Hikayesini anlatacak birileri olmalı diye düşündü.
“Orta Dünya’nın yakın tarihi konusunda en üst düzey bilgeler bu kütüphanede olmalı,ustalarıma soracağım!” diye bağırdı. Tabii hemen sert bakışlara maruz kaldı.
İsteğini ustasına söyleyince şöyle bir yanıt aldı:
“Evet sana anlatacağım. Ama bildiğimin yanında merak ettiklerim de çok fazla. Belki ilerde dostlarından duyacaklarını sen kaydedersin. Anlaştık mı?”
“Anlaştık!”
Yakın tarih...
Mandos’un Salonları’na giden Noldor’dan pek çok kişi gibi Orta Dünya’ya geri geldi. Yaklaşık 1 sene önceydi. Bu sefer adının CursedFeanor olması Noldor’dan pek fazla kişiyi şaşırtmadı. Lanet biliniyordu,tüm acılarıyla. Cursed, ilk olarak Yeşil Orman’da kaldı. Burada huzur arıyordu. Halkının yanında yer alacaktı. Sınır Muhafızlarına katıldı. Sınırlarda geçirdiği, ormanda şarkılar dinlediği günler güzeldi. Shire adı ün kazanmaya başlamıştı. Tanımadığı ırktan bahsediliyordu. Hobbitler. Onların neşesi,iradesini öğrendi. Demir Dağlarda gördüğü ateşin başında cüce dostu ile sohbet etti. Bir gezgin hayatına başlamıştı. Noldor’un Laneti şimdilik uzak gibiydi. Ama Morgoth’un geri döndüğünü de hissediyordu. Ona karşı ettiği yeminleri unutmadı. Gene de elinden geldiğince kimseyi incitmemeye özen gösterdi. Pek çok ırktan dostu oldu. Kartal ve Çocuk Hanı,Bree’de Sıçrayan Midilli Hanı,Shire’da yapılan kahvaltı,geceleri soğuk havada athelaslı çay,lembas,çilekler,sınır koşuşturmacaları mutlu günler getirdi. Ama sadece mutlu günleri olmadı tabii. Gri Limanlar bu konuda iyi çalışıyordu. Yinede CursedFeanor Orta Dünya’da kalmak konusunda kararlıydı. Valar ile geçmişi belliydi. Ve hala dostları etrafındaydı. O yüzden devam etti,demircilik ve taş işleme konularındaki hünerini sundu. Ümidini yitirmemeleri konusunda aydınlık güçlere destek verdi. İçinde büyüyen intikam alevini kontrol etti ve sabırla dostlarının yanında yer almaya karar verdi. Laneti çözmenin yolunu bulabilecek miydi? (Dostum dediğim ve öyle bildiğim sizlere teşekkür ediyorum,güzel zaman geçirdik.)
“Umarım bulur” dedi büyücü adayı.
Tecrübeli büyücü karmakarışık rafların birinden öyküleri yazdığı kağıtları buldu ve şöyle dedi
“Al bunlar da birkaç kısa öykü,hüzünlü olanlar ve bizzat kendisinin bana verdikleri,yenilerini sen takip edeceksin. Hadi artık şimdilik bu kadar”
“Yolcu” nun peşinde...
Feanor,Silpion’un Yeşil ormana dönmeyeceğini anlamıştı. Onu bulmak için son bir denemeye karar verdi.Nerede olabilirdi .Shire diye düşündü. Bree’den geçişi korkunç bir hızda idi. Oradakilerin şaşkın bakışları içinde,hiç durmadan atını dört nala sürdü elfbeyi. Duramazdı,yoluna devam etmeliydi. Sonunda Shire’a vardı. Mutluluklar diyarına kederli bir gölge gibi girdi. Gözü kimseyi görmedi. Limanlara doğru ilerliyordu. Ama vaktinde varamayacağından korkuyordu,aslında bunu biliyordu ama kendine itiraf edemiyordu. Köyün batısındaki yeşil tepeciklerin üstünde yükselen terkedilmiş gözetleme kulesine yöneldi. Shire’dan onu tanıyanlar üzüntü ve endişeyle onu izliyordu. Feanor,tüm gücüyle eski kulenin basamaklardan çıktı,artık tükenmek üzereydi. Sonunda tepeye vardığında,geniş pencerelerin arasından orta dünyaya baktı. Denizi taramaya başlamıştı gözleri. Rüzgar gözlerine engel olmaya çalışıyor gibiydi. Ama sonunda acı olanı gördü liman bomboştu. Üzüntü her yanını sardı. Gözlerinden kabullenmenin yaşları döküldü. Sonra batmakta olan güneşe baktı,göz yaşlarını sildi. Kılıcını kaldırdı ve yeminini tekrar etti.”Morgoth bir gün bütün bunların hesabı sorulacak,Lanet kalkacak!”diye bağırdı .O günbatımında altın gibi parlayan zırhları içinde CursedFeanor’u izleyenler, Ateşin Ruhunu gördüklerini söylediler.
Düşünceler,duygular,şüpheler...
Günlerdir o terkedilmiş kulenin batısında,bir kayanın üstünde oturuyordu elfbeyi. Onu birisi görse heykel sanabilirdi. Donuk bakışlarla denizi izliyordu. Onun için zaman durmuş gibiydi. Düşünceleri o kadar yoğundu ki. Laneti nasıl yok edecekti. Cevap bulmak zorlaşıyordu. Sonunda hareketsiz bedeninde bir parıltı belirdi. Gözleri kor gibi yanmaya başladı. Vücudunu hissetti,artık bu düşünceler önemli değildi. Onu korku verici bir hale çeviren,içindeki ateşi canlandıran duygulardı. Ama bunlara yenik düşmeyecekti,planlarını yapabilmek ve düşüncelerine dönebilmek için ona Valinor’u hatırlatan Denizden uzaklara gitmeliydi. Ayağa kalktı. Ve sonra şüpheler....Ama nereye gidecekti. İlk aklına gelen Yeşil ormandı. Hayır oraya gitmeyecekti. Sınırdaki orklardan birini görürse kendine hakim olamaz ve Mordor’a kadar takip edebilirdi. Duygularını,dondurması için bir yer olmalıydı. Kızgınlık tüm bedenini kaplamıştı. Ateşin Ruhu bu sefer korkunç bir şekilde ortaya çıkmıştı. Dostlarına bile zarar verebileceğinden korkuyordu. Sonunda Dağlara çıkmaya karar verdi. Belki biraz huzur bulabilirdi. Denize sırtını döndü. Yola çıkıyorum,evet Dağlara!
CursedFeanor Shire’dan ayrılalı uzun zaman geçmişti...
Kuzeydeki ıssız topraklardan ilerledi. Yeşil ormana gitmeyecekti. Yoluna kimsenin çıkmamasının garip mutluluğunu yaşıyordu elfbeyi. Ancak yol uzadıkça içindeki kötülük de kuvvetleniyordu.
Gözleri alev alev parlıyor,atını çılgın gibi sürüyordu. Lanet etkisini gösteriyordu. Feanor içindeki savaşı kazanmak için elinden geleni yapıyordu. Kimseye zarar vermeden bunu yapabilmesi için Dağları seçmişti. Ve sonunda buzlu suların getirdiği serinliği hissetti. Güneş doğmak üzereydi, yoğun sis etrafını tam olarak görmesini önlüyordu,ve onu diğer yolculardan da gizliyordu. Ama elfbeyi, sık sık geldiği bu toprakları çok iyi tanıyordu. Hızını kesmedi,nehri geçti. Bir süre sonra güneş etkisini göstermeye başladı. Sis dağılmaya başlamıştı. Yolcu kıraç bir tepenin,zirvesine vardığında atının dizginlerini tüm gücüyle çekti. At korkunç bir hızla gittiğinden durmakta zorlandı. Başını yana çevirmiş ve şaha kalkarak dengesini sağlayabilmişti. İşte o anda yolcunun önündeki ince sis tabakası dağıldı. Buzdan dünya tüm ihtişamıyla karşısına çıkmıştı. Elfbeyi alevden gözleriyle Demir Dağların en yüksek zirveleri bile görebiliyordu. Kimbilir hangi dostları aramıştı onu bu dağlarda.
Kararlar,karanlık,şimşekler ve bir dizi dokunuş......
CursedFeanor,doğmakta olan yeni günde bir karar vermeliydi. Hangi yolu seçecekti. Etrafını kontrol etti. Hiçbir canlı görünmüyordu. Sakinleşti,şimdi daha rahat düşünebiliyordu. Elf, bu kısacık soluklanmadan sonra kararını verdi, tepeyi enlemesine kat eden patikayı takip etti. Böylece Demir Dağlara doğrudan giden yoldan ayrıldı. Gün ilerliyordu,patika giderek daralmaya başlamış,atını kontrol etmek zorlaşmıştı. En küçük hatası her şeyin sonu olabilirdi. Bunu bildiğinden gülmeye başladı. Ben ne yapıyorum,nereye gidiyorum,gittiğim Dağlar çare mi. Sorular beyninde uçuşmaya başlamıştı yine. Bu yolculuk artık bir işkence halini almaya başlamıştı. Biran önce bitmesini istiyordu. Hareketlendi,atını hızlandırdı hızlandırdı. Orta Dünya’da yapayalnız bir elf kahkahalarla gülüyor, bilinmeyene doğru delice ilerliyordu. Ama bu ilerleyiş uzun sürmeyecekti. Evet, beklenen oldu elfbeyi atının üstünde yüksek kayaların arasından bilinmeyene düştü.... Sonra karanlık. Uzun bir karanlık. Ve karanlıktan uyanış. Önüne eğdiği başını kaldırıp,bulanık gözlerle nerede olduğunu anlamak isteğiyle baktı. Meşalelerin aydınlattığı dar bir koridor,ilerliyordu. Hayır ilerletiliyordu. İki dark elf onu bir yere götürüyordu. Esirlerinin, kendine gelmekte olduğunu anlayan muhafızlar, huzursuzlandı. Ama o kahkahalarla güldü. “Gidelim,sizi öldürmeyeceğim” diyerek onlara güldü. Koridorun sonundakileri merak ediyordu,ilerlediler,kuvvetli kızıl bir ışık içeri sızmaya başladı . Sonunda ortasında dev bir ateşin yanmakta olduğu,yüksek sütunların desteklediği kadim bir salona vardılar. Muhafızlar bir iki saniye durduktan sonra yine yürümeye başladılar. Salonda yol aldıkça CursedFeanor,içinde garip bir hareketlenme hissetti. Tanıdık bir şey onu rahatsız etmeye başladı. Garip sesler duyuyordu, konuşmalar. Ama bu dili anlayamıyordu. Ateşi geçip salonun diğer yarısına vardıklarında gördüklerine inanamadı. Tüm Valar ve Maiar oradaydı. Sanki bir eğlencedeymiş gibi gruplar halinde konuşuyor,birbirleriyle ilgileniyorlardı. Sonra yeni gelenleri fark ettiler. Buz gibi bir sessizlik oldu. CursedFeanor şaşkındı. Tam konuşacakken, tanrılar ona gülmeye başladı. “Lanetlendin,lanetlendin” diye tekrarlayıp gülüyorlardı. O anda elfin ruhu öfke ile doldu. Artık hiçbir şey umurunda değildi. Onlara karşılık verecekti. “Biliyordum,bana düşmansınız” diye haykırdı. Ama bu onları hiç etkilemedi gülmeye devam ediyorlardı. Sanki sesi çıkmıyor,yada kimse onun dediklerini duymuyor gibiydi. Elf bağırmaya devam etti. Ama yarasızdı. Kendini bıraktı. Sonra doğruldu,muhafızların donuk yüzlerine bakıp “Götürün beni buradan,yoksa sizi öldüreceğim” diye emir verircesine kükredi. Muhafızlar salonun karanlıkta kalan bir köşesine baktılar. Sanki bir şey bekliyorlardı.”Size söylüyorum,hayır emrediyorum gidelim bu lanetli yerden! Nereye bakıyorsunuız ha!” diye üsteledi CursedFeanor. Sonra o da onların baktığı tarafa döndü. Kapkaranlıktı,salonun tüm yerlerinden karanlık. Elf, öfkesini bir yana bıraktı. Ruhunun içindeki ışığı aradı. Gözlerindeki alev bir parıltı gibi parladı. Karanlığın örtüsünü sıyırarak, ardındakini gördü. Bu, tahtında ihtişamla oturan Morgoth’tan başkası değildi. Esir,hemen dark elflerden birinin kılıcını kaptı. Ve saldırdı “Geliyorum Morgoth sıkı dur!”. Koştu koştu. Ama bir türlü salonun sonuna varamıyordu. Sonra iğrenç kahkahalar kulaklarını sağır edercesine yükseldi. Elf direndi,lakin gücü tükendi. Kılıcını bıraktı,yere yığıldı. Kendini kaybetmeden önce şunları söyledi “ahh Valar neden?”... ve sonra birden şimşekler... CursedFeanor,birden uyandı. Ayaktaydı,sapasağlam sanki hiç düşmemiş gibi. Kirli bir hava vardı,şimşekler kulağını tırmalıyordu. “Neler oluyor burada” diye bağırdı. Kafası karışmış,ne yapacağını,ne diyeceğini şaşırmıştı. Sonra çamurlar içinde yürümeye başladı. Yüksek bir kayanın üstünde duran birisinden cevap geldi .Sesi çok ciddiydi “Lanetlendin,lanetlendin”.Bu kişi Mandos’tu. Bataklığı andıran bu yerde ilerlemekte zorlanan elf”Doğru dürüst konuşmayacaksan git başımdan” diye söylendi. Yoluna devam etti,yorgun düştü..... ve yumuşak bir dizi dokunuş ..... Bedeninde bir dizi dokunuş hissetti,uyku ile uyanıklık arasında bir yerdeydi. Uyandı. Bu gerçek bir uyanıştı. Öncekiler birer kabus olmalıydı. Yerde sırtüstü yatıyordu. Güneşin parıltısı her yeri aydınlatmıştı,ve rüzgar vardı. Peki ya dokunuş,evet o altında yattığı kiraz ağacından dökülen bahar çiçekleriydi. Atından düştükten çok uzun bir zaman sonra uyanmıştı. Bahar gelmişti.....
Finarfin Hanedanı Yüzüğü
Cursed,hançerin çıkarttığı ses ile irkildi. Lanet bir yara gibi acı veriyordu. Finarfin hanedanı yüzüğünü tanıdı.Duvardan onu aldı.Elinde acıyı tutuyordu.Alevler tüm vücudunu tutuşturabilirdi. Elf beyi kendini fletin dış kısmına attı. attı.Yağmur yağmaya devam ediyordu. O karanlık gecede dev ağacın tepesinde bir savaşçı,bir lider Ateşin Ruhu tüm ormanı sarsacak şekilde haykırdı "Morgoth bir gün bütün bunların hesabı sorulacak,Lanet kalkacak!”
neden sonra elindeki acı yok oldu. Kendine gelmişti. Belki Ulmo'nun bereketi ona iyi gelmişti. İçeriye doğru yöneldi. Ama yine de o kendi kendine konuşmaya devam etti.
"Noldor'un güzel günleri de gelecek elbet,ama yemin unutulmayacak ne pahasına olursa olsun"
Gücü tükenmişti,yarı baygın bir şekilde fletin tahtalarına yığıldı.
Cursed uyandığında aynı fletteydi. Ne zamandır burdaydı,yine geceydi.Aynı gece olamaz diye düşündü.Yerden kalkmak için yanı başında duran sandalyeye uzandı.Elini açtığında bir yüzük, tahta zemine düştü. Yüzük gözlerinin birkaç santimetre önünde dönerek durdu. Üstünde Finarfin'in arması vardı. Elf,Onu hatırladı. Gülümsedi. Acıyla yüzleşmesi onu daha güçlü kılmıştı. Yüzüğe elini uzattı. Parmaklarının ucuyla onu yerden aldı. Yüzük bu kez acı vermiyordu. Elf,kendini zorlayarak ayağa kalktı.Gözünü yüzükten ayıramıyordu. Ne kadar parlak,ne kadar özenle işlenmişti.Tam Noldor'a yakışır bir işçilikti. Ama bunların ötesinde manevi değeri büyüktü.Ona ayrı kaldığı Noldor'u,Valinor'dan gelişinde yaşanan felaketleri hatırlatmıştı bu yüzük. Onu avcunun içinde sıkıca tuttu. Fletin açık kısmına çıktı yine. Dirseklerini pervaza dayayarak,elini tekrar açtı.Yüzüğü ne yapmalıydı. Bu yüzük sanki ona güç veriyor gibiydi.Onu takmayı düşündü. Ama yanılmaktan korkuyordu,belki de sonunu getirecek bir tuzağa çekiliyordu. Belki inanılmaz acılar içinde kalacak ve Orta Dünya'ya veda edecekti.Etrafına bakındı bir süre.Yine de kararsızlığı bir yana bırakarak onu parmağına aniden takıverdi. Korku bitmişti. Finarfin'in yüzüğü Noldor'un birleşmesinin bir simgesi olarak Feanor'un elindeydi artık. Acılarıyla yüzleşmenin bir adımını daha atmıştı... ve o yüzük, CursedFeanor'a Orta Dünya'da kimseye veremeyeceği gücünü vermişti.