Post by Eraîlle on Sept 27, 2005 20:20:45 GMT 3
Derin mavi gözleri denizleri kıskandırırdı genç elf ladysinin. Aile geçmişi bir muamma- kendisi ise daha bir gizemli...Şu zamandan daha çok geçmişini yaşıyordur tekrar tekrar. Irknın kendisine sunduğu özelliklerin yüzündeki çarpık gülümsemeye bir etkisi yoktur. Elf adı onun aklında sadece iyilik sözcüğüne karşılık gelen bir sözcük değildir.
Güneş uzun zaman önce geride bıraktığı dağların ardında kaybolmuş, büyülü karanlığın içine gömülmeye devam eden vücudu bulunduğu durumdan rahatsız olduğunu belirten hiç bir harekette bulunmuyordu. Üzerinde iki ayrı renk bir zıtlıkla kıyafet seçimini oluşturuyordu. Üzerine geçirdiği kalın siyah cüppe, içine giymiş olduğu ipekten parlak beyaz, narin işlemeli bir elbiseyi gizliyordu. Altın buklelerini gizleyen başlığın altından okyanustan küreler etrafını inceliyordu. Ayaklarını kaplayan ince siyah kumaş karanlığa uyumsuz bir zerafetle kemiklerin arasından geçiyordu. ilginç olan buydu bu elf hakkında, iki tarafın arasında kalmış bir benlik. Fakat bir neden yüzünden burada...
Kalbinde saklı, korkunç bir hırs...Beyninde kazılı anlamsız rünler..Ruhunu kaplamış bir düş, artık sadece bunlara adamış kendini... Hayalinde gördüğü tek bir şey: büyü! Büyü, sihir, kelimelerin müziği...Siyah ciltli kitaplar, lacivertle kaplanmış gecenin sözcüsü kitaplar- işte onun istediği onlar...Sabahlara kadar üzerinde çalıştığı, durmadan- durmadan tekrar ettiği anlamsız kelimeler, kütüphanede uyanır bazen geceye- saatlerce bir rünün anlamını aramıştır çünkü.. Fakat ne bir gelişme vardır kara büyülerde, ne de bir yenilik- aynı rünler, aynı giz...
Karanlık topraklara ipucu aramaya gelmiştir şimdi de, eski dostları vardır burda- gerçi ne kadar eskidir şimdi onlar bilinmez. Ona göre bir yıl, bir saniye...Zaman göreceli, dostluk yalan...
Şimdi gece örtmüştür üzerini, yıldızlar sakınmış ışıklarını...Peki şimdi nerden bulacak Eraille aradığını ve nasıl? Uzanıp giden karanlığın içinde durdu sessizce. şafak Hırsızı -atı- girmeyi reddetmişti kibarca, tek bir hamlede. Zorlamadı onu, adımları onu buraya kadar getirirdi ne de olsa. Fakat her ne kadar rahat görebilse de etrafını- bilmiyordu yabancı gözlerin ne düşündüğünü, ne beklediğini .şans adını verdikleri şey onun tarafını tutup dostlarını mı yoluna çıkaracaktı, yoksa bu seferlik uzun narin parmakların ucundan ışıklar mı çıkacaktı?
Bilmiyordu, fakat emindi ki, zaman bunu ona eninde sonunda gösterecekti....
En azından umuyordu...
Güneş uzun zaman önce geride bıraktığı dağların ardında kaybolmuş, büyülü karanlığın içine gömülmeye devam eden vücudu bulunduğu durumdan rahatsız olduğunu belirten hiç bir harekette bulunmuyordu. Üzerinde iki ayrı renk bir zıtlıkla kıyafet seçimini oluşturuyordu. Üzerine geçirdiği kalın siyah cüppe, içine giymiş olduğu ipekten parlak beyaz, narin işlemeli bir elbiseyi gizliyordu. Altın buklelerini gizleyen başlığın altından okyanustan küreler etrafını inceliyordu. Ayaklarını kaplayan ince siyah kumaş karanlığa uyumsuz bir zerafetle kemiklerin arasından geçiyordu. ilginç olan buydu bu elf hakkında, iki tarafın arasında kalmış bir benlik. Fakat bir neden yüzünden burada...
Kalbinde saklı, korkunç bir hırs...Beyninde kazılı anlamsız rünler..Ruhunu kaplamış bir düş, artık sadece bunlara adamış kendini... Hayalinde gördüğü tek bir şey: büyü! Büyü, sihir, kelimelerin müziği...Siyah ciltli kitaplar, lacivertle kaplanmış gecenin sözcüsü kitaplar- işte onun istediği onlar...Sabahlara kadar üzerinde çalıştığı, durmadan- durmadan tekrar ettiği anlamsız kelimeler, kütüphanede uyanır bazen geceye- saatlerce bir rünün anlamını aramıştır çünkü.. Fakat ne bir gelişme vardır kara büyülerde, ne de bir yenilik- aynı rünler, aynı giz...
Karanlık topraklara ipucu aramaya gelmiştir şimdi de, eski dostları vardır burda- gerçi ne kadar eskidir şimdi onlar bilinmez. Ona göre bir yıl, bir saniye...Zaman göreceli, dostluk yalan...
Şimdi gece örtmüştür üzerini, yıldızlar sakınmış ışıklarını...Peki şimdi nerden bulacak Eraille aradığını ve nasıl? Uzanıp giden karanlığın içinde durdu sessizce. şafak Hırsızı -atı- girmeyi reddetmişti kibarca, tek bir hamlede. Zorlamadı onu, adımları onu buraya kadar getirirdi ne de olsa. Fakat her ne kadar rahat görebilse de etrafını- bilmiyordu yabancı gözlerin ne düşündüğünü, ne beklediğini .şans adını verdikleri şey onun tarafını tutup dostlarını mı yoluna çıkaracaktı, yoksa bu seferlik uzun narin parmakların ucundan ışıklar mı çıkacaktı?
Bilmiyordu, fakat emindi ki, zaman bunu ona eninde sonunda gösterecekti....
En azından umuyordu...